- 277 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR PARÇA EKMEK
BİR PARÇA EKMEK
Yolları, dağları aşarak Anadolu’nun her karış toprağına ulaşmak, çocukların minicik yüreğine dokunmak ve hayallerini gerçekleştirmek ,gelecek yarınları aydınlatarak karanlığı yok etmek biz öğretmenlerin görevidir;fakat bu kutsal görevi icra ederken eğitim yolunda her öğrenciyi geleceğe taşıyamıyoruz.
Sonbahar henüz gelmişti. Şanlıurfa’daki ilk günlerim. Üstümde bir bitkinlik , kırgınlık,hüzün hakimdi. Okuldan kaynaklanıyordu bu... Okuldaki ortam, öğrencilerin hali, sınıfların kalabalık olması; dış çevre gibi bir çok unsur beni hayal kırıklığına uğratmıştı. İçimde bir huzursuzluk vardı.Ruhum daralıyor, bazen nerdeyse nefessiz kalıyordum. İhtiyar edası çökmüştü üstüme. Sürekli kendime kızıyor; buraya nasıl geldim, bu okulu niye tercih ettim, daha iyi okullara gidemez miydim ? gibi birçok soru beynimi kemiriyordu. Strese giriyor, geldiğim okulu havada karada arar olmuştum. Öğretmenlik mesleğimin ilk yıllarında, bu şartlarda öğrencilerimin hayatına nasıl dokunabileceğimi düşünüyordum. İbrahim’in ateşe atıldığı şehirdeydim ve Eyüp Peygamberin makamında dua ederek sabrediyordum.
Günlerden perşembe. İki ay su gibi akıp geçmişti. 6- d sınıfındayım. İkinci derse yeni girmiştim. O anda sınıfın kapısı ürkek bir şekilde açıldı ve Hüseyin içeriye girdi. Hayatın yükünü taşırcasına yorgun ve bitkin görünüyordu. Her zamanki gibi geç kalmıştı. Benden özür dileyerek oturmak istedi. Ben de her zamanki gibi anlayışla karşılayarak oturmasını istedim. Hüseyin yerine oturunca kafamda bazı soru işaretleri oluştu. Bu çocuk neden geç kalıyor, acaba bir derdi mi var, başka yerlere mi takılıyor,evi mi uzak ? Bir öğretmen olarak bu sorulara cevap bulmam gerekiyordu.
Ders zili çalınca Hüseyin’i yanıma çağırdım. Başını önüne eğerek yanıma geldi. Benden utanarak ürkek bir şekilde kafasını kaldırınca yorgun ve uykusuz olduğunu gözlerine bakınca anladım.
Gözlerinin niye kızardığını sorunca , utangaç bir şekilde ağzından dökülen her kelime yüreğime bir ok gibi saplanıyordu.Urfa’nın zengin semtlerinde,gecenin karanlığında dokuz yaşındaki kardeşi ve bir at arabası ile günde otuz km yol yaparak 15-20 TL için çöplerden topladıklarıyla ailesini geçindirmeye çalışıyormuş. Babasının bir yıl önce vefat ettiğini, ailenin en büyük çocuğu olarak altı kardeşine bakmak zorunda olduğunu, yaz kış demeden fedakarlık ederek çalışmak zorunda olduğunu söylüyordu.
Sonbahar çökmüştü yüreğime. İçimdeki yapraklar sararıp birer birer ruhuma düşüyor, hüzün bulutları üstüme çöküp yüreğime sonbahar yağmurlarını yağdırıyordu. Hüzünlü ve bir o kadar da düşünceliydim. Hüseyin’in anlattıkları içimi yaralamıştı. Bir çocuğun sessiz çığlığıydı. Bu çığlığı şimdiye kadar nasıl fark etmemiştik. Bir çocuğun yapabileceği bir şey değildi bu iş. Daha doğrusu bu iş bir çocuk için çok ağırdı. At arabasıyla günde birkaç mahalleyi dolaşıyor, yaklaşık olarak günde otuz km’lik yol gidiyor, bir de arabaların arasından gidip geliyordu. Hem zor ,hem de çok tehlikeli bir işti. Hüseyin için ekmek aslanın midesindeydi. Aslanın midesinden ekmeği çıkarıyor ve kardeşlerine bir lokma ekmek götürmek için çabalıyordu.O bir çocuk değil de, evini, ailesini geçindirmeye çalışan ve ailesinin bütün yükünü sırtlayan bir baba gibiydi.
Öğretmenliğin kalemlerden, kitaplardan, kara tahtadan, süslü bir sınıftan ibaret olmadığını anlamıştım. Sabahın ayazında aç karnına , yırtık ayakkabı ile , montsuz gelen öğrencileri görmemek bir öğretmen için mümkün değildi. Gördüklerim ve duyduklarım karşısında sessiz kalmak vicdanı bir suçtu.Bu vicdani suçtan kurtulmak için bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum.
İlk iş olarak Hüseyin’in yaşadığı yeri ziyaret ettim. Okulun aşağısındaki mahallede sıvasız, penceresiz bir evde yaşıyordu. Soğuk içeri girmesin diye pencereleri naylonla kapatmışlardı. Evde buzdolabı ve çamaşır makinesi yoktu. Eski bir sehpanın üstünde otuz yedi ekran küçük bir televizyon , yerlerde birkaç çul vardı. Hüseyin’in küçük kardeşleri hava soğuk olduğundan eski bir battaniyenin içine girmiş televizyon izliyorlardı. Mutfağa girdim; fakat mutfak demeye bin şahit lazımdı. Birkaç tabak, tencere, tava ve piknik tüpü…
Gördüğüm ve yaşadığım olaylar öğretmenlik hayatımda yeni tecrübeler edinmemi sağlıyordu. Bir öğrenci geç kaldığında ve derslerde başarısız olduğunda o çocuğa kızmanın ve onu azarlamanın bir öğretmen için ne kadar basit ve kalıplaşmış bir davranış olduğunu daha iyi anladım. Çok iyi şartlarda büyüyen ve bütün imkanları olan bir öğrenci ile Hüseyin gibi bu durumda olan öğrencileri aynı sistemin içinde yarıştırmak ve ikisinden de sınavlarda aynı başarıyı beklemenin ne kadar zor olduğuna da tanık oldum.
Bir hafta içinde bir miktar para, yiyecek, giyecek eşyası temin edebilmiştim. İnşaat işleri ile uğraşan bir arkadaşımla evin camlarını taktık. O küçük ellerin bir soba etrafında ısınmaya ihtiyaçları vardı. Öğretmen arkadaşım Mustafa ile soba ve kömür aldık, aynı gün içinde sobayı kurduk . Bir nebzede olsa onlara nefes olmuştuk; fakat yaptıklarımızın geçici çözümler olduğunu biliyordum. Birkaç yardım kuruluşuna ve belediyeye başvurmama rağmen bir sonuç alamamıştım.
İkinci dönem Hüseyin’i okulda göremiyordum. Arkadaşlarıyla okula gelmesi için Hüseyin’e haber gönderdim. Hüseyin okula gelmedi. Okula gelmeyince evine gittim annesi ve Hüseyin ile konuştum , Hüseyin okula artık gelmek istemiyordu. Hem okuyup hem hayatın yükünü taşımak ona ağır geliyordu. Bir parça ekmek için bir şeylerden ödün vermesi gerektiğini bakışlarıyla ima ediyordu.
Karaköprü mahallesinde gece yarısına yakın araba ile eve giderken Hüseyin ve kardeşinin süslü ve gösterişli binaların önündeki çöpleri karıştırdığını gördüm. Araba ile yanlarında durdum ve onları izledim. İkisinin de eli,yüzü, elbiseleri kir pas içindeydi. Beni görünce Hüseyin’in eli ayağı birbirine dolandı, çöpten topladığı birkaç parça pet şişeyi yere düşürdü ve utangaç bir şekilde yere baktı. Bir öğretmen ve öğrencisi için zor bir andı. Hüseyin’e ne diyeceğimi bilemiyordum. Bu saatte sıcacık evinde uyuması gereken çocuklar çöp konteynırların içinden ekmek için çöpleri karıştırıyorlardı. Bazı insanlar için bir parça ekmeğin ne kadar kıymetli olduğunu aç insanlar ancak anlayabilirlerdi. Yoksulluk yüzünden geleceğe dair umutlar,hayaller de yok olup gidiyordu.
Maddi imkansızlıklar yüzünden okulu bırakmak zorunda olan öğrenciler gibi Hüseyin de okula bir daha uğramadı. Okulun devamsızlık listesine yeni bir öğrenci eklenmişti ve bizden de bir şeyler eksiltmişti.
MAHMUT AKAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.