- 747 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Soru sormak ve Hanımelleri
Herkesin söylenmiş ya da söyleyecek birkaç sözü vardır hayata dair elbet…Dertleri, kederleri,sevinçleri vardır ve bu yaşanmışlıklardan çıkardıkları “dersler” vardır da , bunlardan bir ders almaya gönüllü bulunmaz nedense pek …Kimseler sormadan anlatıverir ihtiyarlar,çok fazla vakit kalmadığını bilircesine ve gençlerin bir kulağından girip kayboluverir zihninde bunların çoğu, aynen denize bırakılıveren iki akvaryum balığının hızla yüzüp yok olmaları gibi..
“Soru sormanın aptallığı beş dakika sürer,sormayanınki ise bir ömür” der bir Çin atasözü.Gençken soru sormaya çekiniriz,anlamadığımız anlaşılıverecek diye ödümüz patlar ve gayet iyi anladığımızın ifadesi olan onaylayan baş sallamalarımız, içimizde bazen tüm ruhumuzu kaplayacak kadar büyük soru işaretlerimize sus diye işaret eder…Neden çekiniriz ,kimden niye çekiniriz bilinmez.. kendimizden mi, başkalarından mı?..
Birbirleriyle aynı evde yıllarca yaşayan çiftlerin birbirlerine soramadıkları neler vardır mesela…sormadıkları ,soramadıkları soruların cevabını kendi iç dünyalarında aramaları ve her zaman kendileri için olumlu olan sonuçları çıkarmaları, mutlu olduklarını ve her şeyin yolunda olduğunu kendi kendilerine telkin etmeleri nedendir ? Soru sormak mı acıtandır yoksa dehlizlerden yankılanarak gelecek olası cevaplar mı?
En çok sorulan sorulardan olan “Beni seviyor musun ?”sorusuna “seni sevmesem burada ne işim var” cevabı verilir de soruyu soran kişi peki gerçekten “ burada mısın ?” diye soramaz. Kendi kendine “evet” der iç sesi “burada olduğuna göre beni seviyor”! İnanmak istediği şeyde tam olarak budur zaten. İnanır… Benim neyime aşık oldun diye sorduğunda almak istediği cevap karşısındakinin verdiği olmadığı zaman, sevgiliyle aynı şeyleri düşünmesini beklemenin ne kadar saçma olduğuna dair telkinler yer tutar zihninde, öyle ya o başkasıdır, sen bambaşka ve bu bir sinema filminin senaryosu yada aşk masalı değildir.. Hayat, istediklerini insana duyurmamaya yeminlidir sanki gerçekleri söylemek adına!
Zaten şimdi ‘yaşıyor olduğu’nu sandığı atıl tembelliklerden kalkıp, yeni ve bilinmez heyecanların peşinden koşacak ne cesareti, ne enerjisi vardır kişinin, ne de bunun zamanıdır…Aslında vakit hiçbir zaman tam olarak da uygun olmayacaktır.Çoğaltabilecek ne çok mazeretleri vardır insanların kendi kendilerini inandırabilecekleri … Başlayan bir şeyi kabul etmenin heyecanını severiz de neden direniriz bitenleri kabul etmeye…Yıllarca verilen emeklerin boşa gittiğini düşünerek aslında yaşanmışlıklarımıza ihanet ettiğimizi mi düşünürüz yoksa ah-de vefa denen duygu adına kendinden vazgeçmeye, hayata asılmaya ve onun vermeyeceğini bilsek de ondan tek bir damla daha zevk alabilmek için onu emmeyi kendimizde hak görmez miyiz? Çocukken bahçedeki hanımelinin her birinden tek katre bal emmek için çaba sarf etmeye nasıl istekli ve güçlüysek, şimdi onu görmezden gelecek kadar kör olmuşuzdur? Ama o oradadır işte!! Mis gibi kokusu, her türlü tersliğe rağmen tırmanmaya inatçı dallarıyla tutunuverdiği duvarı kaplayıp , daha da yukarı çıkmaya hevesle oradadır.. Gözlerimiz kör bile olsa, her sabah güneşle beraber kokulara coşup varlığını burnumuza sokacak kadar oradadır.. Sizin onu yok saymanız çiçeğe durmasına ve kokuya coşmasına engel değildir, onu yok etmek, köklerinden söküp atabilmek, onu soldurabilmek yürek ister. Yapamazsınız da.. içinizde bir yerler hala onu ister, kokusunu, her yağmur sonunda parlayan yapraklarını, sabahlarınıza muzırca karışıveren kokusunu çıkaramazsınız da ,görmezden gelmeyi marifet bilirsiniz işte…
Aşkın bir hastalık hali olduğuna ve bir gün gideceğine inanmak ,aşkın ömür boyu süreceğine inanmaktan daha kolaydır çünkü aksi bir senaryo hiç yaşanmamıştır aslında…Kaldı ki yaşadıklarınız gerçek olamayacak kadar muhteşem ve uzun ömürlü olamayacağına inanılacak kadar sıcak ve yakıcıdır.Hiç bir ateş bu kadar uzun süre bu derece sıcaklığını muhafaza edemez. Güneş hariç !..Aşık olduğunuz kişinin ‘’hayatınızın ışığı’’ olabileceğini, üstelik sizi sımsıkı sarılmalarla ısıtabileceğini,bir günebakan gibi ona dönmelerinizi, onu aramalarınızı görmezden gelir, size öğretilenlerin soğuk çelik duvarları içine hapsedersiniz duygularınızı. Düşünmezsiniz ki bazen yarışı kazanmak için "sağır olmak" gerekir!! Başkalarının yaşanmışlıkları yada yaşanamamışlıkları olmamalıdır sizin çizginizi belirleyen. Diyelim ki bunları kulak ardı ettiniz ve yaşamaya başladınız içinizden gelenleri, artık kendi kendinize böylesi muhteşem duyguları yaşamak için ben ne yaptım diye sormaya hatta, bir süre sonra ben ona layık mıyım diye sorgulamaya başlarsınız… Ne acımasızlıktır bu ; başkalarına çok daha basit soruları sormaya çekinen siz, kendi kendinize acımasızca sorular sorarak aslında kendinize haksızlık etmekte ne kadar da isteklisinizdir. Bazen içinizdeki gel-gitler o kadar yoğundur ki, yaşanılanların size sordurdukları suskunluğunuzda bile iç dünyanızın eski aşklardan geriye kalan ıssız dehlizlerinde yürek tırmalayan bir vahşilikle yankılanır. Çığlıklarınızı kendinize susup beklersiniz.. Ama ya karşınızda ki en az sizin kadar , hatta belki de daha fazla farkındalıkları olan bir sevgiliyse, sizi bu sessiz çığlıklarınızla yüzleştirecek kadar zeki ve üstelik kelimeleriyle sizin ruhunuza dokunarak konuşabiliyor, hatta sonrasında size merhem olmak bahasına kanatabiliyorsa geçmişinizi, o zaman ne olur? Susamazsınız , susturmaz sizi.. Kaçıp uykulara saklanmak istediğinizde size en tatlı sesiyle rica ederken siz istemeseniz de emir kabul edip uykulara direnirsiniz ve işte o yüzleşme gerçekleştiğinde siz artık eski siz değilsinizdir.. Aşksızlıkla ve kabullenişlerle oluşan yaraya artık aşkın bile çare olamayacağı yerlere gelmediyseniz henüz, şansınızı fark edip sımsıkı sarılmak akıllıca olan çözümüdür bu durumun.. Soru soramadığınızda sizin yerinize soran biri varsa, şansınızın farkına varmakta geç kalmamalısınız ve aldığınız cevapların hoşunuza gitmesini beklememelisiniz bundan bir mana çıkarmak ve hayata dair ders almak için.. Soru sormaktan korkmayın, hele ki verdiğiniz cevaplardan HİÇ!!
Unutmayın ki hanım elleri hala bahçenizde çiçeğe durmaya hazır, ışığınızı bekliyor..
Gamzem’e