- 672 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
969 - ZALİM KOCA
Onur BİLGE
Bir akşamüstü, iptal edilen iki ders nedeniyle kalan zamanı değerlendirmek için Neşe’yle birlikte Virane’ye gittik. Dede, Müjgân ablayla konuşuyordu. O, arka sokakta oturmakta olan, iki çocuklu bir hanım... Her zaman eşinden şikâyetçi... Çeşitli nedenlerle çoktan bitmiş olan evliliğini bin bir fedakârlık ve olağanüstü bir feragatla sürdürmeye çalışmakta…
“Ölüyü ne yaparlar? Gömerler. Öyle değil mi? Sense yüklenmişsin sırtına, taşıyamıyorsun da sürükleyip duruyorsun.” der ona dede.
“Biliyorum, Necmettin amca! Hatta kokuyor bile ama çocuklarımı düşündüğüm için kendimi harcıyorum. Yavaş yavaş ölüyorum!” der o da.
O kadar eziyet çeker, yine de evlatları için o adama katlanmaya devam eder. Bazen canı burnunun ucuna kadar gelir. O zaman, dertleşecek birine gereksinim duyar ve dedeye koşar.
Hemen hemen her zaman aynı olaylardan bahseder. Kendisine uygulanan zulümden… Adam, sadistin tekidir. Eve, sadece yemek yemeye ve uyumaya gelen, çocuklarıyla bile ilgilenmeyen, sorumluluk yüklenmekten kaçan biri… Merinos’ta işçidir. Kırkına gelmeden kamburu çıkmış, sıska, öksürüklü tükürüklü, dayaklı küfürlü bir zalim…
Aslında, hanımı için olduğu kadar çocukları için de evde olması, olmamasından daha zararlı… O çocukların gözlerinin önünde oluyor o olaylar. Evde kıyamet koparken, korkudan sedirlerin altlarına saklanıyorlarmış. İçkisi ve kumarı da üstüne tuz biber…
Kimseden saklısı gizlisi yoktur, Müjgân ablanın. “Gelin kızlar!” diye çağırdı bizi. Çekinerek oturduk masalarına. Birer kahve getirtmiş. Bize de söyledi. İyi de oldu. Gece yeteri kadar uyuyamamıştım. Uyku gözümden akıyordu. O, sürekli kocasının yaptıklarını anlatıyordu. Böylelerini dinledikçe evlilikten korkar oluyorum.
“Her zaman haklıdır kendisi. Bütün suç bendedir. İftirası, aşağılaması, hakareti boldur. Bunca azabı, hak ederek çektirmiş olsa, haydi diyeceğim ki: “Ben de az değilim!” Suçsuz günahsız yere yapmadığını bırakmıyor!” diyordu. Dede de onu teselli edecek sözler söylüyordu.
“Kim kime işlememiş olduğuna inanmayarak bir suç karşılığında ceza verirse, o cezayı aslında ona değil, kendisine vermiş, nefsine zulmetmiş olur. Kaldı ki şiddetin hiçbir haklı sebebi yoktur! Acı çekmek, ölmekten daha büyük bir cesaret ister. O cesaret sende var demek ki ölüyü gömemiyorsun. Biliyorsun, ben kimseye, bıçak boğazına dayanmadıkça boşanmayı tavsiye etmem ama durumunu biliyor, bu evliliğin daha fazla gitmeyeceğini görüyorum. İki damla gözyaşı bile bazen anlatılamayacak kadar çok şey anlatır. Seninse gözyaşın hiç dinmiyor.”
“Bu adam, acı çektirmekten haz alıyor. Gözyaşlarımı kurnazlık olarak değerlendiriyor. Eski çağlarda köleler aslanların önüne atılırmış. Anam babam da bu canavarın önüne attılar beni! Her gün bir parçamı koparıyor! Üzülmesinler diye onlara belli etmemeye çalışıyorum.”
“Ne diyeyim kızım! Madem sabretmeyi tercih ediyorsun, diyecek söz kalmıyor. O zaman, gece ne kadar karanlık ve korkunç olursa olsun, sabrederek güneşin doğmasını bekleyeceksin. İnsanların, böceklerden daha zalim olduğunu söylerler. Onlar sadece ısırırlar, insanlarsa ezerler. Kötülük yapmak için bahane çok! Bir sürü suç bulur o sana. İyilik yapmaya yanaşmaz bile.”
“Ağlasam da sızlansam da o kadar eziyete katlanabildim ya… Galiba çektiğim acılar güçlendirmiş beni. Sıkıntılar için çıkmaz sokak yok. Onlar her zaman bir yol bulup ulaşıyorlar bana. Onun gibi zalim olarak yaşayacağıma, mazlum olarak can vermeyi yeğlerim. Zalim, bir gün Allah’tan hak ettiği cezayı alır. Allahtan bulacağı ânı bekliyorum. Yağmur, mazlumun da zalimin de üstüne yağarmış ama en çok mazlum zarar görürmüş. Zalimin şemsiyesi elinde olurmuş. Böyle diyorlar ama her zaman öyle olacak değil ya! Ben onu Allah’a havale ettim! Bana ettiğini çekmeden ölmesin! Ahirette de iki elim on tırnağım yakasında!”
“Eşler arasında olması gereken sevgi, şefkât, vefa, fedakârlık, feragat, yumuşaklık, hoşgörü gibi güzel şeylerdir. Sizin eviniz arenaya dönmüş. Teşbihte hata olmaz ama anlattığına göre kocan, kimler tarafından oklandıysa, kırmızı görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyor. Dışarıda güçsüz olduğu için seni dişine uygun buluyor.”
“Kimler tarafından olacak? Anası, kız kardeşleri başta olmak üzere iş ve kahvehane arkadaşları… Dost görünüp kuyusunu kazanlar, arabozanlar… Anası fitler, bana kükrer! İş yerinde bir sorun çıkar, hırsını eve saklar! Kahvede oynadığı kumarda ütülür, evde üstüme yürür! İçer içer küfreder, sofrayı başıma geçirir! Komşu bir şey dese, bir şey yapsa, ona bir şey diyemez, döner beni ısırır! Biliyorsun ya… Kaç kere anlattım neler yaptığını.”
“Hayatım boyunca insanlarla, özellikle gençlerle uğraştım. Her gelen derdini anlatırdı. Sadece dinlerdim. Bazen tecrübelerime ya da birilerinden işittiklerime dayanarak bir şeyler söyler, en azından deşarj olmalarına yardım etmiş olurdum. Öyle bir an geldi ki bir şeyler öğrenmem, onlara bilinçli bir şekilde yardımcı olmaya gayret etmem gerektiğini düşünmeye başladım. Okumadan âlim, yazmadan kâtip olunmazdı. Derin ilim sahibi olduğumu söyleyecek değilim ama okuduğum kitaplardan biraz bir şeyler öğrendim. Elimden çok kişi geçti.
İnsanların karakterleri de yüzleri, gözleri, sesleri, parmak izleri gibi farklı… Biri diğerine benzemez. Evlenmeden önce kimse gerçek karakteriyle ortaya çıkmaz. O nedenle insanın iyisi, kavun değildir ki koklanarak seçilebilsin! Kazandan bir kaşık alırsın ağzına, ne çıkarsa bahtına!
İsyankâr olur öyleleri. Kural tanımaz. Sinir küpüdür. Önüne gelene saldırmak ister ama yapamaz. Tırsar. Dışarıya karşı pısırıktır. Siner. Alttan alır kotrkusundan. Eve girince aslan kesilir kedi yavrusu! Yaptıklarından pişmanlık da duymaz. Bir ayak üstünde bin yalan söyler. O da korkaklığındandır. Yalanlarla korunmaya çalışır. Utanma sıkılma diye bir şey yoktur onlarda. Çıkarları için dokuz takla atarlar. Menfaatçinin önde gelenidirler.
Yedisinde de yetmişinde de öyledirler. Boşa bekleme, değişmezler. Sorumsuz, başıboşturlar. Serserice yaşarlar. Çoğu çalışmaz. Çalışmak zorunda kalanlar da ailelerine yedirdiklerini burunlarından getirirler! Onlara hayatı zehir ederler. Her şeyi yasaklarlar. Ellerini ayaklarını bağlarlar. Aşağılık duygusu içinde olduklarından pusarlar. Üstünlük kurabildiklerine dünyayı dar ederler! Analarından doğduklarına pişman ederler onları. Egolarını tatmin şekilleri öyledir. Çünkü aşağılık komplekslidirler.
Toplumda iyi bir yer edinememişlerdir. Mesleklerinde aşama yapamazlar. Başkalarının ne düşüneceğine, ne diyeceğine haddinden fazla değer verirler. Tek başlarına bir yere giderken etraftan sıkılırlar. Bir topluluğa yalnız giremezler. Aşağılık komplesi içindedirler. Heyecanlanırlar. Dayanak ararlar.
Dışarıya karşı ideal koca, örnek babadırlar. Başkalarıyla kuzu sarması olurlar. Görenler kendilerine imrenir. Güler yüzlü, iyi kalpli, halim selim insanlar oldukları zannedilir. Sana sorsalar: “İçi beni yakar dışı seni…” dersin.
O, sana karşı da tamamen kötü değildir. Çıkarı olduğu zaman yumuşak davranır, iltifat eder, bambaşka bir kişiliğe bürünür. İstediğine erişemeyeceğini anladığı anda, yüz seksen derece döner! Bir anda canavarlaşır! Saldırıya geçer! Menfaati için kılıktan kılığa girebilir. Bu huylarını iyi bilirler. Kendilerini: “Gülerken ısırırım ben!” diye de övünerek tarif ederler.
Güçleri aile içine, zayıfa yeter. Dışarıdaki zayıflara yardım ederler. Kendileri iyi bilinsin diyedir. Başkalarına karşı bonkör görünürler. Cimriliklerini ev içinde belli ederler.
Tembeldirler. Yan çizmeyi iyi bilirler. Aslında kimse ırgat gibi çalışmak istemez ama durum onu gerektirebilir. Bazıları aileleri için buna seve seve tahammül ederler. Onlar çalışmalarının acısını, çalışsa da çalışmasa da, akşama kadar çocuklarıyla ve ev işleriyle uğraşsa da eşlerinden çıkarırlar. Evlatları da o hengâmeden paylarını alırlar.
Daha birçok özellikleri vardır. Saymakla bitmez. Bütün bunlar, kişilik bozukluklarındandır ama asla kabul etmezler. Kendilerini mükemmel zannederler. Zannettikleri halleri, jelatinleridir. İçlerinde aşağılık kompleksli sadist bir ruh vardır.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 969