- 407 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Üç Maymunu Oynamak
ÜÇ MAYMUNU OYNAMAK
“Üç maymunu oynamak” deyimi TDK’nin Güncel Türkçe Sözlük’ünde şöyle tanımlanmış:
“Gördüğü ve duyduğu bir olay hakkında görmemiş, duymamış ve söylememiş olduğunu belirtmek,”
Halk arasında ise bu deyim “Görmedim, duymadım, bilmiyorum,” kelimeleriyle özetlenir. Üzülerek görüyorum ki son yıllarda üç maymunu oynayanlar çoğaldı. Özellikle iktidar sahipleri, iktidarın sunduğu imkânlardan yararlananlar, iktidara yaranmak isteyenler; birçok yolsuzluk, usulsüzlük, haksızlık, adam kayırmacılık karşısında konuşmak ve itiraz etmek yerine üç maymunu oynuyorlar; İslam Peygamberi Hz. Muhammet’in “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır,” hadisindeki öğüde uymayıp susuyorlar; fakat konu “Allah, Kur’an, din, iman” olunca mangalda kül bırakmıyorlar.
Şüphesiz ki bu tip insanların başında “ana akım medya” denilen gazeteler ve tv kanalları geliyor. Mesela “Görmedim, duymadım, bilmiyorum”cu basın yayın organlarını izleyen halk, Başkentgaz’ın Kızılay aracılığıyla yandaş vakıflara para aktardığı gerçeğini hiç duymamıştır; Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın tespit ettiği, açgözlü bazı bürokratların üç, beş, yedi yerden maaş, huzur hakkı, prim veya kâr payı aldığını işitmemiştir; devlet kurumlarının harcamalarını denetleyen Sayıştay’ın tespit ettiği yolsuzluklardan da haberi yoktur büyük ihtimalle.
Yurt ve dünya haberlerini ana akım medyadan öğrenen vatandaşlarımız, İç İşleri Bakanı’nın “Mafyadan on bin dolar alan siyasetçi var,” sözünü duymamıştır. Şimdi diyeceksiniz ki: “Sen, ben duyduk da ne oldu? Kim olduğu ortaya çıktı mı? Hakkında soruşturma kovuşturma yapıldı mı?”
Şüphesiz ki her devirde adam kayırma, rüşvet, devlet malını yağmalama ve yolsuzluk az veya çok olmuştur; muhalefetteki siyasetçiler ve gazeteciler iş başındaki hükümeti bu tür kirli işler nedeniyle suçlamıştır. Demirel ailesi için âdeta dillerde sakız edilen bir yolsuzluk iddiası vardı: “Yeğen Yahya Demirel’in sunta yolsuzluğu…” İkide bir gazete sayfalarına manşet olan bu iddia o kadar çok dillendirilmişti ki okuyucular bıkıp usanmıştı.
Seksenli yılların ikinci yarısında, rahmetli Turgut Özal hükümetinde İsmail Özdağlar isimli Bakan rüşvet alırken yakalandı ve sonrasında Yüce Divan’da yargılanıp hapse mahkûm oldu.
Doksanlı yılların ilk yarısında “İski Skandalı” olarak tarihimize geçen yolsuzluklarla ilgili gazeteler ve tv kanalları bir gün, beş gün, bir ay değil; aylarca ve aylarca yayın yaptı. Sağcısından solcusuna, dindarından ateistine tüm yazarlar ve gazeteciler bu skandaldan söz ediyordu. “Bunlar bizim partiden; duymazdan görmezden gelelim,” demiyordu hiç kimse.
99 depremi esnasında Bayındırlık ve İskân Bakanı olan MHP’li Koray Aydın hakkında ihalelere fesat karıştırmak suçları isnat edilince Devlet Bahçeli “Aklan da gel,” demişti de Koray Aydın kendi arzusuyla Yüce Divan’da yargılanmış ve 11 hâkimin ittifakıyla suçsuz bulunmuştu.
Şimdi öyle mi ya?
Bu yılın nisan ayında Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan hakkında bir skandal ortaya saçıldı. Bakan Hanım, eşine ve kendisine ait bir şirketten Ticaret Bakanlığına piyasa değerinin çok üzerinde dezenfektan satın almış. Yandaş medya bu haberi halka duyurdu mu? Elbette ki hayır… Sonra ne oldu? Görevden affedildi. (!) Savcılar harekete geçti mi, soruşturma açıldı mı, Yüce Divan’a gönderildi mi? Şahsen ben duymadım; ya siz?
Özgül ağırlığı olan eski bir Bakan, Melih Gökçek için “Ankara’yı parsel parsel sattı,” dedi ve sonra ne oldu?
Hiçbir şey…
Eski Bakanlarından Erdoğan Bayraktar “Para ve rüşvet suçları işlemedim. Görevi kötüye kullandım, beni yargılasınlar,” diye demeç verdi gazetelere. Sonrası malum; yetkililer görmediler, duymadılar ve dolayısıyla bilmiyorlar.
Yine herkesçe malumdur ki fi tarihinde Demirören grubu, bir devlet bankasından 750 milyon dolar kredi çekerek Doğan Medya’ya ait bazı gazeteleri ve televizyon kanallarını satın almıştı. Birkaç ay önce ortaya çıktı ki aradan onca yıl geçmesine rağmen çekilen kredi bankaya ödenmemiş. Banka yönetimi ise “Ticari sır,” diyerek susuyor.
Bu ayın ilk haftasında tv haberlerini izlerken bir alt yazı dikkatimi çekti. Ne diyordu alt yazı?
“Gri pasaportla Almanya’ya insan kaçırma davası başlıyor.”
Bu haber sebebiyle ne kadar heyecanlandığımı ve sevindiğimi anlatamam. Öyle ya, son yıllarda onlarca skandal kulak arkası edilmiş, olayların failleri sorup soruşturulmamış, basın yayın organları ve yetkililer “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyerek âdeta üç maymunu oynamıştı. Kendi kendime “Allah’a şükür, nihayet birileri görebildi,” demiştim ama haberin aslını feslini araştırınca büyük hayal kırıklığı yaşadım.
Meğerki “Gri pasaportla insan kaçakçılığı” davası Almanya’da başlamışmış.
Neydi bu davanın aslı esası?
Türkiye’de gri pasaportlar ile ilgili usulsüzlük yapıldığını ilk kez Nisan ayı başında, Malatya Yeşilyurt Belediye Meclisi Üyesi CHP’li Günnur Tabel ortaya çıkarmıştı. Tabel, Malatya Yeşilyurt’tan "Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirme Projesi” adı altında Şubat 2020’de Almanya’nın Hannover kentine gitmek üzere gri pasaport verilen kişilerden 43’nün dönmediğini ve benzer olayların başka belediyelerde de yaşandığını kamuoyuyla paylaşmıştı. Sonradan anlaşıldı ki başka bazı belediyeler de bu tür insan kaçakçılığına alet olmuş.
Öyle sanıyorum ki bizdeki yetkili bürokratlar bu olayı duymadılar, görmediler ve bilmiyorlar.
Üzülerek söylüyorum ki “Allah’ım, milletimize demokratik hukuk devletinde yaşamayı nasip et,” diye dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.