SANA KARIŞIRSAM
Ne yazacağımı bilemeyerek başlıyorum yarım kalacak söze... kilit altında tuta tuta, artık çirkinleşmiş, yara bere içinde kalmış bir ruhla sesleniyorum sana hiç olmadığın yerden ... yalnızlık kemiğime dayanıyor, canımı acıtıyor...
Gözlerimi kapatıyorum... Ama görebildiğim sadece bir düş bahçesinin rengi kırmızıya çalan yemişleri... Olgun, dişlenmeye hazır ama kimsesizlikten çıldırmaya yüz tutmuş... Öylesine dolgunlar ki ve öylesine ağırlaşmış... Nefesimi tutmuş onları izliyorum. Çünkü nefes bile alsam düşecekler dallarından.. ve asla geriye dönülmeyecek bir yolculuk başlayacak içimde... Kaybettiklerimi, kaybedeceklerimin bir işareti olarak görmekten vazgeçip saldıracağım dünyaya... Öylesine hızlı hareket edeceğim ki tüm geçmiş akıp gidecek parmak uçlarımdan. Bilinen tüm fizik kurallarına karşı duruş geliştirecek devrimim... Umursamadan, umursanmadan, kendimi parçalarcasına ve hiçbir şeyi hesap etmeden yaşamaya başlayacağım. Korkarım; böylesi herkes için daha zor olacak....
Korkuyorum ki yapamıyorum.... Bir adım ötende duruyorum hep... yanı başımdasın, o kadar yakınsın ki dokunmazsam ölecekmişim gibi geliyor fakat yapamıyorum... Çünkü içine çekeceksin beni... sana karışırsam, beni yitireceğim... sana karışırsam tüm korkularım gelip beni bulacak ve artık saklanamayacağım denli parlak bir ışığın altında kalacak tüm yaralarım.. Verdiğim sözlerin tümünü unutup, uzvu kesmedikçe tedavi edilemeyecek bir hastalık gibi sıkışıp kalacağım kanında... Unut gitsin... Nasıl olsa anlatamam bunu sana...
Sana karışırsam suskunlaşırmış gece çiçekleri....
Evet... Evet... Sana karışırsam susarmış gece çiçekleri... Öyle söylediler... Sen gibi olmamalıymışım. Ben gibi kalmak adına ödenmesi gerekenlerden sadece birisiymiş bu... Kaybedeceksem, ne gereği varmış.. Ah, ne kadar da körmüşüm, nasıl da aşıkmışım... Olmayana inanmış, sadece onu yaşamışım bunca zaman.. Oysa biz bambaşka iki dünyanın, bambaşka sularıymışız.... birbirine asla karışmayan... sıcak ve soğuk.... tatlı ve tuzlu gibi... Basit işte... görememek mümkün mü??
Kendimi kaybettiğim gecelerde çiçekler gelir beni dindirmek için... Yoksa, kanarım sabaha dek ve kendi kanımda boğulmuş uyanırım güne... Böyle zamanlarda saatleri tüketmek öylesine zorlaşır ki... geceye zor atarım kendimi. İnsan kendi yüzüne bakamıyorsa aynalarda, ne demeli ki.. İşte böyle zamanlarda gelir gece çiçekleri... Uysaldır onlar, renkleri öyle pastel... Suskunca otururlar yanı başımda. Önce uzaktan seyrederler. Öfkeli değilsem eğer yanıma yaklaşıp o mağrur ifadeleriyle, alçak sesle anlatmaya başlarlar çocukluk düşlerimi. Masal dinleme yaşımı geçeli çok oldu oysa. Ama iyi gelir seslerini duymak. Saatlerce anlatırlar artık yaşanma ihtimali olmayanları. Durulurum, sakinleşirim... Şimdilerde en çok seni dinliyorum....
‘ Uzakta; çok uzakta bir düşler ülkesinde yaşarmışsın. Sözcüklerle rengarenk ülkeler yaratırmışsın. Kimse göremezmiş seni. Sadece o duru sesini dinlerlermiş uzaktan. Kimseyi yanına yaklaştırmazmışsın. Ama hep anlatırmışsın. Kendi umutlarını düşsel tarlalarda çoğaltıp dağıtırmışsın umudu olmayanlara. Herkes severmiş seni ve minnet duyarmış. Sesini yastık altlarında saklayarak uykuya dalabilirlermiş ancak. Oysa uzakmışsın, hep daha uzak.. kendi iklimlerini sağaltamayacak kadar uzak... ve kimsesizliğin koynunda sessizlik biriktirirmişsin. Yanına yaklaşamazmış kimse... kimse... hiç kimse... ‘
Uzun bir masal bu... Anlatırsam sayfalara sığmaz, saatlere, günlere, düşlere... kim nasıl tamamlamak isterse artık... Hangi mutluluk yakışır sonuna ya da hangi kalp kırıklığı? Henüz karar verebilmiş değilim... Henüz masalın sonunu dinlemiş değilim.
Sana karıştığım zaman dinleyemezmişim masalın sonunu. Öyle dedi gece çiçekleri. Çünkü o zaman duyamazmışım onları. Kendimi bırakırsam göremezmiş onlar ışığımı. Gecede bulamazlarmış beni.. Çıldırmadan, sabretmesini bilerek sevmeliymişim seni. Yoksa ilk önce sen terk edermişsin beni. Ardından suskunlaşırmış gece çiçekleri...
Masalın sonunu duymadan vazgeçmeyeceğim senden...
Ayşegül Metin
07.09.2004