- 455 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HOŞ GELDİN ŞAİR
Telaşlı bir İstanbul akşamı. İnsanlar, o hep bir yerlere yetişme telaşıyla, sel gibi akıyor sokaklardan...’’Gönüllü’’ sürgünlüğüne bir nokta koyup da yurduna. İstanbul’a, bu telaşlı , yorgun, öfkeli ve yalın insanların arasına dönen şair Babıali yokuşundan iniyor...Hava nemli ve sıcak. Otobüsler tıklım tıklım geçiyor yanı başından. Akşam vapurları iskelelerde sabırsız...Kampanalar , düdükler, koşuşturmalar...
Ve o, adeta gözleriyle kucaklamak istiyor duraklardaki insan kalabalığını. Tam bir hafta olmuş gurbetten döneli. Yüreğini dolduran özlem, bakışlarında billurlaşıyor...
12 Eylül’ün astığı astık, kestiği kestik günleriydi. Şairin masasının üzeri hep dolu; kafasında oluşturduğu dizeleri kağıtlara aktarıyor sürekli. Sonra kim hangi şiir kitabını yazmış, Kim nerede, hangi şairleri dilimize kazandırmış; Türkiye’li okura yeni tatlar verecek kitapları nasıl sağlarım. Bütün bunların hesap kitabıyla meşgul. Arada bir yurt dışındaki eşiyle telefonda görüşüyor; henüz büyümekte olan kızından söz ediyor sevgiyle. Türkiye yoğun bir karanlığın içinde; ama şair, o karanlığa kitaplarla-ışık tohumları ekmenin keyfini yaşıyor açıkcası...
Yazık ki bu keyif uzun sürmüyor !
Bastıran yoğun karanlık bir sabah şairi çekip alıyor içine.
Tutuklanıp yargılanıyor arkadaşlarıyla. Aradan aylar geçiyor; bir ara serbest bırakılıyor, sonra yine ensesinde faşizmin soluğu...Ve şair, yıllar sürecek ’’gönüllü’’ sürgün yaşamına doğru ilk yolculuğuna gidiyor! Yurdunda yaşaması haram edilmiş öteki arkadaşları gibi. Kafası aydınlık, yüreği erdemlerle dolu, insanlarımızın ortak yazgısı haline gelmiş sürgünlüğüne doğru...
Akşam güneşi Haliç’in üzerine devrildi devrilecek. Köprü altından taşan balık ve rakı kokuları Haliç’in kirli sularına karışıyor. Salaş ve lumpen birahaneleri salkım saçak...Beyaz örtülü masalarda mutlu turistlerle müebbet kederli akşamcılar demleniyorlar. Göz açıp kapayıncaya kadar belki yüz araba birden peş peşe geçiyor köprüden. Bir beşik gıcırtısıyla belli belirsiz sallanıyor köprü...
Güneş koca bir öbek ateş gibi düşüyor Haliç’in sularına. Sular yanıyor bir zaman. Yanan suların içinden mavnalar, motorlar, balıkçı sandalları geçiyor...
Hasreti, masanın üzerine kuru bir çiçek gibi bırakıp, köprünün insan kalabalığına dalıyor şair.Suların rengi gittikçe kararıyor. Üsküdar kıyıları ışıl içinde. Ne çok satıcı var çevrede ! İşsizlik, insanlara neler sattırıyor; ne işler icat ettiriyor ! En başta da jeton satan gencecik delikanlılar...Hayatını dört tane jetonun kazancından ekmek uman aileler, yaşlılar, hastalar, çocuklar...
Bu insanlar adına yine de umutluydu şair. Kendine iş icat eden delikanlı için bunu bir direnme yolu sayıyordu...Ve şöyle mırıldanıyordu:
’’Sokakları dolduran insanlar, görmeyeli gençleşmiş sanki ! Genç bir nüfusa sahip Türkiye...Sonra bir başka açıdan bakıyor konuya: ’’Galiba biz de yaşlanıyoruz ! O yüzden başkalarının genç olduğunu fark ediyoruz hep’’ diyordu. Köprüyü bir boydan bir boya yürüyüp Karaköy’e geliyor böyle konuşa konuşa...
’’Hoş geldin şair’’ diyorum içimden ülkene, İstanbul’a hoş geldin...Senin yolunu gözlüyordu dostların. Babıali’nin kalabalık kaldırımları, sokakların gürültüsü, Gülhane Parkı’ndaki çocuk sesleri. Kirli denizin güzelliği. Kara sevdalı bir işçi kızın derin, anlamlı bakışı, kayığını kırmızıya boyamış Boğaz balıkçısı, su satıp okul parası biriktiren Diyarbakırlı çocuk, gittikçe yükselen ezan-ı Muhammedi...Cümle iyilikler ve cümle kötülükler senin yolunu gözlüyordu !
Hoş geldin...’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.