- 246 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RAKIM HOCA.
RAKIM HOCA.
Rakım Elkutlu 1869 yılında İzmir’de doğdu. Babası İzmir’in tanınmış ailelerinden Hisar Camii imam ve hatibi Şuayib Efendi, annesi Sıdıka Hanım’dır.
İlkokulu mahallesinde bitirdikten sonra, orta öğrenimini İzmir İdadisi’nde tamamladı. Amcası mevlevi şeyhi Emin Dede’den ve Zağralı müderris İsmail Efendi’den İslami ilimler öğrendi. Babasının 1892’de ölümü üzerine Hisar Camii imamlığına tayin edilerek ölünceye kadar bu görevde kaldı. İzmir’in kurtuluşundan sonra Adliye’de memur olarak çalıştıysa da bu görevde fazla kalmadı. Uzun yıllar "İzmir Musiki Cemiyeti"nin başkanlığını da yapmıştır.
Ömrünün son yıllarını pek sağlıklı geçirmeyen Rakım Hoca, bir ara tedavi için İstanbul’a gelmiş, yakınlarının ve dostlarının aracılığı ile bir hastahaneye yatırılmıştı. 4 Aralık 1948 tarihinde İzmir’de vefat etti. Yaşadığı sürece maddi sıkıntı çekmediği söylenir. Yeğenleri, İzmir’in musiki severleri, ünlü ses sanatkarlarımızdan Safiye Ayla, Perihan Sözeri, Sabite Tur’dan ilgi ve yakınlık gördü. Yirmi yaşında iken evlendiği ilk eşi Nadire Hanım’dan oğlu Şuayib dünyaya geldi. Nadire Hanım’ın ölümünden sonra evlendiği ikinci eşi Sıdıka Hanım’dan çocuğu olmadı ve kısa süre sonra ayrıldılar. Bundan sonra evlenmedi;ömrünü oğlunun ve yeğenlerinin yanında tamamladı.
Rakım Hoca da her ünlü musikişinasımız gibi musiki çalışmalarına çok erken, daha yedi yaşında iken amcası Emin Efendi’den meşk ederek başladı. Hepsi bu tarikata mensub olan aile büyükleri ile mevlevihanede yapılan ayinlere katılarak musikimizi tanımağa çalıştı. Bundan dolayı dini musıkimizi ve mevleviliği iyi bildiği için daha sonraki yıllarda kudümzenbaşı oldu. Onun gençlik yıllarında ünlü bestekar ve tanburi Ali Efendi İzmir’de bulunuyordu. Ali Efendi’den başka Santo Şikari ile Zekai Dede’nin çıraklarından Aziz Efendi de İzmir’deydi. Rakım Hoca yirmi bir yaşından itibaren bu üç ustadan çok yararlandı. Ali Efendi’den beş, Santo Şikari’den on yıla yaklaşan bir süre içinde bu sanatın "ameli ve nazari"inceliklerini öğrendi. İleride gelişecek olan bestekarlık kabiliyeti üzerine bu derslerin büyük yararı oldu.
Kendi ifadesine göre yirmi dört yaşında iken, mevlevihanenin şeyhi Nuri Efendi ile İstanbul’a gelerek Ahmed Irsoy ile tanıştırıldı. Bir ayin sırasında ısrar üzerine Na’t-ı Mevlana’yı okudu, orada bulunan üstadlarca çok takdir edildi. Tanıyan ve dinleyenlerin anlattığına göre gür ve dik vasıflı bir sesi vardı. Temiz ve etkili bir uslubla okurdu. Bu özelliği nedeni ile musiki çevrelerinde sevilen ve aranan bir hanende olmuştu. İyi usul bilmesine rağmen nota öğrenmedi. Biraz Ney üfleyen sanatkar Mevlevilik ve Rifailik tarikatlerine mensuptu. 1947 yılında İstanbul’da jübilesi yapılmıştı.
Dayısı Nureddin Efendi’nin teşviki ile yirmi yaşında bestekarlığa başladı. İlk eseri, sözleri Abdülhak Hamid’e ait olan "Hayran-ı cemal olmağa cidden emelim var" güfteli Dügah makamındaki şarkısıdır. Bu eserini ortaya çıkartmaktan çekinerek gizlice arkadaşlarına meşk etmişti. Bir rastlantı sonucu eserini işiten amcası bir musiki toplantısında:"Aman efendiler!Dün akşam bir evde çok güzel bir şarkı duydum. Hiç bilmediğim bir şarkı. Acaba sizde var mı ?"deyince , orada bulunanlardan biri yeğeninin eseri olduğunu söyledi, bunun üzerine bilenler eseri okudular ve çok beğenildi. Bu olaydan sonra kendisi ile Santo Şikari ciddi olarak uğraşmıştır.
Çok hızlı beste yaptığını ve şiir seçmekte çok titiz olduğunu, en çok Nahit Hilmi Bey, Orhan Rahmi Gökçe ile yeğeni Adviye Hanım’ın şiirlerini seçtiğini öğrencisi Hüseyin Mayadağ’ın anılarından öğreniyoruz. Yine aynı anılarda Karcığar, Hicazkar, Kürdili Hicazkar, Hicaz, Hüzzam, Nihavend, Rast makamlarını çok sevdiği belirtiliyor. Her zaman yakınlarına bestekar olarak İsmail Dede’yi rehber aldığını, büyük bestekar olabilmek için her formda eser vermenin gerektiğini söylermiş. Melodik seyir ve beste karakteri bakımından eserlerinin Hacı Ârif Bey, Rifat Bey, Tanburi Ali Efendi’ye benzetebilmeye çalışırmış.
Otuz beş yaşlarında iken dayısı şeyh Nureddin Efendi bir güfte vererek bir ayin bestelemesini istemiş. Âyinin bestesini bir gecede bitirerek ertesi gün tekkede ayinin hazır olduğunu söylemiş. İşi ciddiye almadığını ve baştan savma bir beste yaptığını zanneden dayısı Rakım Hoca’yı kovmuş;fakat yakınlarının ısrarı ile okunmasına razı olmuş. Âyin okunup bittikten sonra çok beğenilerek gönlü alınmış. Karcığar makamından bu ayin, mevlevihaneler kapatılıncaya kadar hemen hemen her dergahta okunmuş ve Konya Mevlevihanesi’nce de beğenilmiştir.
Rakım Hoca dini ve dindışı musikimizin Âyin, Durak, İlahi, Kar, Beste, Semai ve Şarkı formunda dört yüz elliye yakın eser vermiştir. Bazı eserlerini de o günlerin zevk ve sanat anlayışına göre bestelemiştir. Bunlardan Şehnaz"Sakiya mey sun ki. ", Uşşak "Ey keman ebru. . . ", Hisar-Aşiran "Ol nihal-i bağ-ı eda. ", Karcığar"Naz olur dembeste. . . ", güfteli dört Beste ile "Bilmem kime yahud neye uyduk. . . ", Rast Nakışı ile "O şuha sad safa. . . "güfteli Hüseyni Kar’ı büyük formdaki eserlerinin bazılarıdır.
Tanburi Ali Efendi’den sonra İzmir’de musikimizi tanıtan ve musikiden anlayan bir çevrenin oluşmasına yardımcı olan 20. yüzyılın en dikkate değer bestekarlarındandır. Son derece esprili bir kişiliği olan Rakım Hoca’ya bir gün, o zamanki değerine göre, ikiyüz bin lirası olursa ne yapacağını sormuşlar, "İlhamım kaçardı"demiş. Öğrencisi bestekar Hüseyin Mayadağ bir Fransız yazarının "Ne zaman Ankara Radyosu’nu açsam bir kadın ağlar" dediğini nakletmiş;
Rakım Hoca bu söze çok hak vermiş ve eklemiş, :
". . . Dünyada kadın ağlamasından daha güzel bir musiki olur mu ?. . . "
Musikimize birbirinden güzel ve hemen hemen her formda eserler kazandırmış olan bu değerli bestekarımızı saygıyla ve rahmetle anıyoruz. . . .
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.