- 316 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Avazanat
“Avazanat” Romanı Üzerine Değiniler
“Avazanat” Yazar Ersin Yeni’nin Ocak 2021’de, Pamiray Yayınları aracılığıyla okurla buluşturduğu romanı. Eser 264 sayfa hacmindedir. Roman, okur için ilk olarak ismiyle dikkat çekmektedir. Yazar bu durumu bildiğinden, romanın ilk bölümlerinde okurun merakını gidermektedir. “Avazanat” kelimesinin anlamı şu şekildedir. Yüksek yer, hâkim tepe anlamlarına gelmektedir. Romanın çoğunluğunun geçtiği Artvin ili, Şavşat ilçesi, Çiftlik ile Çayağzı köylerinin arasında yer alan, ormanlarla çevrili, romanın başkahramanı Deniz’in ailesinin hayvancılık faaliyetlerini sürdürdüğü yüksekçe bir yerin, bölgenin adıdır.
Romanda yer yer karakterler konuşturulsa da daha çok dış anlatımla ele alınmış. Betimlemeler ayrıntılı, güzel ve anlaşılır. Ayrıntılar göz ardı edilmeden anlatım derinleştirilmiş. Hayalî, düşsel ve düşünsel zenginlikler taşımaktadır. Anadolu insanı her ne kadar farklı farklı ezgiler, türküler taşısa da hayaller, mücadeleler hep birbirinin benzeri olduğu görülmektedir.
İnsan okuyarak, her çiçekten ayrı bir polen, ayrı bir rayiha alır. Kendisine bahşedilen hayatın yanında birçok yaşanmışlığa da ortak olur. Bu bağlamda romanlar, hikâyeler daha çok okuru kendisine çekip farklı bakış açıları ve farklı tecrübeler kazandırır. Okuru daha çok umut odaklı olarak eğitir. Yerel kültürlere ışık tutar. Tarihten süzülerek gelip kültürün ölmesine mani olur, gelecek nesillere dünü, geçmişi taşır. Bu meyanda “Avazanat”ı bilgi edinerek ve keyif alarak okudum. Romanın geçtiği zaman dilimi benimde aynı şekilde çocukluk dönemlerime denk gelmektedir. Köye elektriğin gelişi, siyah beyaz ekranlı tek kanallı televizyonlar, öküz ve kağnının köy hayatının içinde olması, okumak için ilçe veya şehre gidişler, köydeki hayat mücadeleleri, kış ve geçim şartları derken bu listeyi pekâlâ uzatabiliriz. Başkaca konu içerikleri şu şekildedir. Mercan isimli mandanın ölümü, su değirmeni anıları, her sene 3-4 ay süreliğine yaylaya çıkış serüvenleri, yatılı okul yılları ve bunun gibi başka hayat serüvenleri romanda kendisine bolca yer bulmaktadır.
Romanın içeriğiyle devam edecek olursam. Deniz, kırklı yaşlarına gelmiş, elinde fotoğraf makinesiyle yaşadığı şehir hayatından köyüne ve çocukluğunun geçtiği yerlere ziyarete gelmiştir. Bu bir girizgâhtır sadece. Roman esas, 5-6 yaşlarında olan başkahramanı Deniz’in hayat serüveniyle başlıyor. Bu serüven ailesi ve yakın çevresiyle devam ediyor. Kahramanın kırktı yaşları, yetişkin halinden, hayalindeki çocukluk yıllarına, yaşantılarına seyrüseferdir. Zaman zaman çocukluk yılları ve kırklı yaşları arasında gidiş gelişler yaşanıyor romanda. Deniz’in daha çok çocukluk ve ilk gençlik yılları olan 1975- 1985 yılları arası zaman dilimini kapsadığını söylersek daha yerinde olacaktır.
Romanın başkahramanı Deniz’le beraber babası Hüsamettin, annesi İnayet Hanım, babadan dedesi Şevket Bey, ninesi Seher Hanım, kardeşleri Berkan ve Tarcan, arkadaşları Mürsel, Veysi, Soner, Cantürk, Vasfi, ilk aşkı Nilay ayrıca Hayrettin ve Celil Amcaları, Şeref, Mesut ve Mahmut Öğretmenleri, Fino isimli sevimli köpekleri, Mercan isimli mandaları gibi bu listeyi daha da çoğaltabiliriz.
Romanda dikkatimi çekende bir özellik, köy hayatına, kültürüne dair kültürel özelliklerin, kodların veriliyor olmasıdır. Artvin yöresine has söyleyişler ve isimlendirmelerle yöresel kültür yansıtılmaktadır. Örnekleyecek olursam:
“Nego” ismiyle adlandırılan, sarı renkli bir çiçektir. “Cecim” ince, renkli nakışlı kilime denir. “Panta” küçük bir armut çeşididir. “Merek” hayvan yemi deposuna denir. “Gemi” harmanda ekinlerin saplarından ayırmak için kullanılan bir araçtır. Biz “düven” deriz. “Neker” çalı çipli demektir. Mısır saplarına “çala” denir. Koyun ağılına “kom” denmektedir. Dikme olarak kullanılan kavak dalına “çelik” denir. “Ayvan”, balkona denir. Ormandan verilen kışlık yakacağa “ruhsatiye” denir. Orta Anadolu’da biz buna rusgat deriz. Ne kadar benzer değil mi. Yöresel çatı malzemesine “bedevra” denir. Tavuk pinekleme tahta aparatına “tar” denir. Yemekli eğlenceye “harfana” denir. Üstü kapalı yanları açık kilere “ocaklık” denir. Fasulyeler kullanılarak oynanan zekâ oyununa “düz” denir. Ağaçtan olan saklama kabına “kersa” denir. 17 kg’lık ahşap yuvarlak kaba “kod” denir. Ambarda mahsulün konduğu ahşap bölmeye “haron” denir. Küçük akarsuyun üzerinden geçme vazifesi gören ahşap malzeme “sansalak” olarak isimlendirilir. Çocukluğumuzda özellikle düğünlerde bizlerin de çok yediği pötibör bisküvi ve arasında yenen lokuma “sıktırma” denmektedir. Tereyağlı yumurtaya “kaygana”, cücük çıkaracak tavuğa “kuruğ” denmekte, bizde “gurk” deriz. Bizdeki çelik çomak oyununun adı “koco”dur. Çayır haline getirilen orman alanına “aho” denir. Yaylada işleri halleden hanımlara “şaşort” denir. Bildiğimiz tereyağına “sarı yağ” denir. Kağnı tekerlerini birbirine bağlayan ve döndüren malzemeye “mazı” denir, bizde de aynısıdır. Ağaçtan yapılan rüzgârgülüne “fırfıra” denir. Erkeklere “ola” diye seslenilir. Kızılcık ve benzeri meyve içeceklerine “korava” denir. Yazlık çocuk ayakkabısına “pilaç”, kara lastik ayakkabıya “cizlavet”, el yapımı makarnaya “kesme”, iki kulplu, eşya taşımakta kullanılan ahşap malzemeye “dezgere”, biz de gejgere denir. Un haline getirilmiş meyve kurusuna “kavut” denir. Örneğin başkaca “koh” kelimesinin anlamı şu şekildedir. İçerisinde geçici olarak barınılabilen, genellikle gece mısır tarlalarını beklerken yatılan eğreti yapı olarak adlandırılan yapının başlangıç hikâyesi şöyledir. “Doksan harbi” ya da “kaça kaçlık” dönemi denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında köylerden kaçan insanların bu bölge de “Koh”lar yaparak hayata tutunmaya çalıştıkları söylenir. Bu listeyi pekâlâ daha da uzatabiliriz. Yaşamın içerisinden verilen bu Artvin yöresi kelimeleri bu vesileyle gelecek nesillere aktarılıp kültürümüzdeki yerini almaktadır.
Bunların dışında başkaca güzel değişlere, söyleyişlere de yer verilir. Mesela, Deniz’in annesi, evladına şöyle seslenir: “Kalk hadi kalk, erinmenin devlete zararı vardır” Oğlunun korkması sonrası “damağını çekme” ritüeli uygulanır başka bir taraftan. Tuz ekmek dostu ahbaplar dan bahsedilir mesela. Başka bir yerde “başını önüne asmak” ifadesi kullanılmaktadır. Bunlar hep söyleyiş farklılıkları ve özellikleridir. Ayrıca romanda en çok kullanılan kelimeler ve içerik temalarını sıralayacak olursam. “Aile, okul, öğretmen, soğuk, odun, soba, dere, yokuş, bitki örtüsü, faydalı otlar, patates, sigara, yürek kırgınlıkları, özlemler” şeklinde sıralayabilirim.
Anlatımların geri planında Anadolu insanının kanaatkâr, cefakâr insanını görmekteyiz. Kültürümüzde olan “kapı arkasını bilmeyen, başköşeyi bilmez” anlayışının bir nişanesidir. Arifane bakış açılarının örneklerindendir. Bu bakış, milli, dini ve kültürel değerlerin oluşturduğu büyük bir zenginliktir.
Son tahlilde, roman samimi bir dille ele alınmış. İnsan, saçları okşayan elleri de taşır, sıkılmış yumrukları da nasırlaşmış elleri de taşır. Ağzı büyük zorluklar, imkânsızlıklar hep yanı başındadır. İnsan tipolojileri hep mücadelelerle iç içedir. İnsanoğlu kişiliğini, karakterini yanında bulundurur hep. Aynı yıllarda çocukluk dönemlerini yaşamamız, köy hayatımız, köyde verilen hayat mücadelesi, okumak için şehre gidişler birbiriyle örtüşmektedir. Bu romanla ünsiyetimin oluşmasının nişaneleri bunlar. Ayrıca yazarın, köyünün ismi, romanın geçtiği yıllar, yazar biyografisiyle genel anlamda örtüşmektedir. Deniz karakteri, roman yazarının birebir kendisi yani “Ersin Yeni” olabilir. Bu durumu yazarın kendisi ve yakın çevresi daha iyi bilecektir. Öğle veya böyle kurguyla beraber gerçekçi bir roman olduğu görülmektedir. Yazar, yazdıklarıyla anılarına bir gül saplıyor olabilir kim bilir. Yazar Ersin Yeni’yi bu güzel eserinden dolayı kutlarım. Okuru bol bereketli olsun.
İlkay Coşkun
18.11.2021
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.