- 690 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
964 – KABİR AZABI
Onur BİLGE
Define, kendisine yöneltilen sorulara toplu bir cevap olarak yine uzun bir konuşma yaptı. Bize de beyin jimnastiği yaptırdı. En önemlisi de imanımızı tazelettirmiş oldu.
“Yine bir rivayete göre insan kabre konulduğu anda, daha oradakilerin ayak seslerini duyarken sorgusu başlarmış. Müminse, ilk soruları kelimeişahadet getirerek cevaplarmış. O zaman ona, inançlı olmasaydı, cehennemdeki yerinin neresi olacağı gösterilir, Allah’ın cennette verdiği yer müjdelenir ve gösterilirmiş.”
“Sözünü keseceğim ama dede, kabre konmayanlar da var.” dedi Neşe.
“Acele edilecek şeylerden olan cenazeyi defnetme işi, çöl ikliminde oldukça hızlı olmak zorunda. Yani ölür ölmez… Burada verilen bir misal, bir canlandırmadır. Anlatılmak istenen, Allah’ın Seri ul Hisap olmasıdır. İnsan can verirken bile kendisini neyin beklediğini kestirebilir. Ölüm anında perde kalktığına, gelenleri gördüğüne göre, yüzü asılabilir de tebessümle aydınlanabilir de… Oralara takılıp, önemli olanları kaçırmayın. Hadisler, o zamanki insanların anlayış seviyelerine göre en yalın halde tasvir edilerek anlatılmıştır. Anlatımda misallere yer verilmiştir. Buradaki anlatımdan anlaşılması gereken, can veren kimsenin hemen hakikatle karşı karşıya gelmesidir. Kazancı ya da zararına göre ya huzur içinde olur ya da azapta…”
“Buradan da kabir hayatının olduğu anlaşılıyor. Eğer olmasaydı, Bas gününe kadar bilinçsizce bekletilirdi. Oysa ölür ölmez, kazandığı yere göre yola çıkmakta…”
“Evet Mahir. Kabir azabı olmasaydı, ölür ölmez hakikatle yüzleştirilmez, ana karnındaki hali gibi haşre kadar bekletilirdi.
Efendimiz, iki kabrin yanından geçerken onların azap çekmekte olduklarını fark edince yaş bir çubuk almış, ortasından kırmış, kabirlerine dikmiş. Kurumadıkları sürece azaplarının hafifletileceğini ümit ettiğini söylemiş.”
“Burada fidan dikmeye özendirme mi var dede? Hani bir hadiste, kıyametin koptuğunu görsek bile elimizdeki fidanı dikmemiz söyleniyor ya… Ağaçlandırmaya teşvik etmek için mi acaba?”
“Mutlaka sebeplerin arasında o da vardır, Neşe. Çölde ağacın önemini biliyorsunuz. O diker de ağaç olmaz mı! Ağaç olur da uzun süre yeşil kalmaz mı! Bitkiler de zikrederler. Belki de o nedenledir. Anadolu’daki mezarların başlarında ve ayakuçlarında serviler, kavaklar, üstlerinde çiçekler, otlar vardır. O bitkiler, kabirdeki kişinin yakınları için de bir nebze de olsa ferahlık sağlar. Belki kabrin ağaçların gölgesinde, çiçeklerin arasında olması, onun cennetteymiş gibi huzur içinde, derin bir uyku halinde olduğunu düşündürür onlara ve teselli eder. O rivayetteki olayın gerçek sebebini Allah bilir.”
“Kabir azabı, yaşayanlar tarafından anlaşılabilir mi dede?” diye sordu Neşe. Annesini kaybettiğinden beri bu konulara aşırı merak sarmıştı. Onun için endişeleniyordu. Namaza başlamıştı. Kur’an okuyor, sevabını ona bağışlıyordu.
“Kabir azabı vardır ama nasıldır bilinmez kızım. Çünkü yeryüzünde bir benzeri yoktur. Akılla da anlaşılamaz. Onun nasıl ve ne şiddette olduğunu bilmemiz istenseydi, olay bize manen ya da maddeten gösterilseydi, yeryüzünde akıllı kimse kalmazdı! Bu defa herkes muaf olurdu. Şayet onun nasıl olduğunu görmeye bilmeye dayanıklı yaratılmışsak, yeryüzünde kâfir ve günahkâr kalmazdı. O zaman da imtihan olmazdı. İmtihan olmayınca mükâfat da ceza da olmazdı. Halbuki bizim gayba iman etmemiz istenmekte… Şimdi müsaade edin de devam edeyim çocuklar.
Ruhun göğe yükseltildikten, ilk ağızdan akıbetini öğrendikten sonra bedene döndürülmesi, dünyadaki gibi hayat bulması anlamına gelmez. Kabir hayatı, bizim anlayabileceğimiz gibi değildir. Yaşanmadan anlaşılamaz. Biz, nefes alarak yaşayan insanlarız. Ana karnındayken de nefese gerek duymadan yaşamaktaydık. Toprakta da nefes almadan yaşatılacağız ama nasıl, bilmiyoruz. Ana karnındaki halimizi de bilmiyoruz.
Anladığıma göre ruhlarımızla bedenlerimiz çeşitli zamanlarda, çeşitli şekillerde bir arada oluyorlar. Bu beraberlik, ana karnında ceninken, doğduktan sonra, ölüm halinde ve Berzah âleminde farklı olmalı.
Ceninken nefes almadan, bilinçsiz vaziyette, doğduktan bir süre sonra bilinçli… Ölüm halindeyken, bir açıdan ruh bedenle ilgili, bir açıdan da ayrı… Berzah âleminde, ruh bedenden ayrı olsa da tamamen ayrı olmasa gerek. Efendimiz, hayatta olmasa da ümmetinin selamlarını alıyor ya… Yine söylendiğine göre vefat etmiş olan insan, kabirde kemikleri bile kalmamış olsa da kendisi için dua edilince ihya oluyor, hayat bulur gibi bir rahatlık hissediyor ya…
Kabre konduğu halde onu defnedip gidenlerin ayak seslerini duyuyor ya… İnsan ölü de olsa, ruhu bazı hallerde, dünyadaki gibi değil ama bizim bilmediğimiz tarzda bedene döndürülüyor ya da kendisine verilen bambaşka bir bedenle birleştirilerek, algılaması gerekenleri algılar hale getiriliyor olmalı.
Kıyamet koptuktan sonra, tekrar topraktan halk edileceğiz, kabirlerimizden kalkıp, Rabbimize koşacağız. O yaratılışın da bambaşka olacağını, cennetliklerin cennet nimetlerinden hak ettikleri kadar faydalanabilmeleri, cehennemliklerin de cehennem azabını hak ettikleri şekilde çekebilmeleri için o andan sonsuza kadar eskimeyecek ve eksilmeyecek, yaratılışı hiç değişmeyecek bedenlere sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. Orada büyüme, hastalanma, yaşlanma, uyuma ve ölüm falan olmayacağına göre…
Malum, Efendimiz Veda Hutbesinde: “Beni bir daha bu şekilde göremeyeceksiniz.” demişti. Demek ki yine parmak uçlarımıza kadar düzeltilerek aynı şekilde yaratılacağız ama akıl erdiremeyeceğimiz başka bir yaratılışla…
Kabir azabının Berzah âleminde gerçekleşeceği söyleniyor. Hak edene, hak ettiği kadar… Fakat nasıl? Bilemeyiz. Kişi yansa da donsa da suda çözülse de bir canlı tarafından yense de kabir azabını hak etmişse, ondan da Bas Günü tekrar yaratılmaktan da kurtulamaz.
Kabrinde oturtulup sorgulanma, kabrin sıkması ve kaburga kemiklerinin birbirine girmesi muhakkak ama bizim bildiğimiz gibi olmasa gerek.
Ezel ve ana karnındaki hayat bir tarafa, üç yurdumuz, üç hayat şeklimiz olacak. Berzah hayatı ve ahiret hayatı, dünya hayatına benzemeyecek.
Rivayetlere göre dünyadaki ateşle ve azapla kabirdeki de cehennemdeki de farklı olmalı, dünyadaki sefa ile kabirdeki ve cennetteki sefa aynı olmamalı… Dünyadakiler aşağı yukarı algılanabilir ve anlaşılabilir ama kabir azabı da cehennem azabı da hayattayken ne algılanabilir ne de anlaşılabilir. İkisine de inanıyor ve onlardan Allah’a sığınıyoruz!”
İki kişiden biri cennetlik, biri cehennemlik olsa, aynı kabre defnedilmiş olsalar bile biri diğerinin azabından etkilenmeyeceği gibi nimetlerinden de faydalanamaz. Ayetle kesin ki ahirette de cehennemlikler cennettekilerden istedikleri nimetlere ulaşamayacaklar.
Bize ruh hakkında fazla bilgi verilmemiş, kıyametin kopma zamanı da bildirilmemiş. Ecelimizin ne zaman geleceği de öyle… Haklarında bilgi sahibi edilmediğimiz şeyleri reddedecek değiliz. Allah ne dediyse şeksiz şüphesiz inanıyoruz. Allah gaybı dilediğine açar, dilediğinden gizler. Bazı şeyleri hayvanlar görür veya hissederler. Ancak açıklamaya izinleri yoktur.
Allah ve resulü ne dediyse doğrudur. Doğuma ve ölüme inandığımız kadar kıyamet gününe, yani tekrar diriltilip hesaba çekileceğimize, amel defterlerimizin verileceğine, Mizan’a, yani yaptığımız her şeyin oraya kaydedilmiş olduğunu göreceğimize ve sevaplarımızla günahlarımızın tartılacağına, Sırat’a, yani hak ettiğimiz yere sevk edileceğimize, Allah’ın vaat ettiğinden asla dönmeyeceğine iman ediyoruz.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 964