Deli Oğlan
Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde…
Hep başlar masallar! Mutlaka ezilen olur ki, onun yapamadıkları ile alay edilir. Masalın sonunda o ezilen neymiş görülür. Herkes ettiğinden utanır… Masal işte, ibret alın denir. Sizde böyle biri olursanız, kötülük ederseniz hüsrana uğrarsınız mesajı okuyana iletilir. Çocukların kafasına yazılır.
Bizim kahramanımız bir bilim insanı, yaşı daha on ya var ya da yok… Bir köylü çocuğu ama okumayı severmiş. Köyde bulabildiği her kitabı okurmuş. Okuduklarını köpeğine anlatırmış. Artık okuyacak kitabı kalmamış ve nerede bu kitapları bulabilirim de okuyabilirim diye kara kara düşünür olmuş. Etrafı dağlarla çevrili, kimsenin gelmediği dağ başında küçücük bir köyde bu hayali gerçekleştirmek mümkün mü derken, içinden bir ses bu düşünceye durmadan karşı çıkıyormuş. Bedeni her ne kadar yorulsa, o içindeki ses asla yorulmuyor ve inatla onun pest diyen düşüncelerini yok edip gidiyormuş.
Acaba demiş, şu dağların zirvesine varsam oradan neyi görebilirim ki? Bu dağların ardında ne var ki? Ancak bu dağlara çıkmak ve zirveye ulaşmak fikrine hep engel olan büyüklerine bu fikrini açamıyormuş. Bunu gizli yapmalıydı herhalde… Köpeğini yanına almış ve dağları aşmak için zorlu bir yola başlamış.
Karıncayı görmüş, kurtları görmüş, kuşları görmüş, kelebekleri görmüş… Hepside bu yolculuğuna karşı gelmiş… Bu kadar engel olunca çıkmaya daha gayretli ve koşar adımlarla zirveye varmaya çabalamış. Lakin öyle yokuşlar, öyle kayalar varmış ki, bir hata yapsa ölmesi kesinmiş. Yine de vazgeçmemiş. Eğer içinde ki merakı dindiremezse zaten öleceğini ve boğulacağını hissediyormuş.
Zirveye tam varmak üzereyken ihtiyar bir adama rast gelmiş. Merhaba demiş ama konuşmuyormuş. Bastonuna saran eli boynunu destekliyor ve görene uykudaymış izlenimi veriyormuş… Yanına iyice yaklaşmış. Hala ses seda yokmuş, korkmaya başlamış. Hani dokunsa, vücut sıcaklığını hissedecek, en azından yaşayıp yaşamadığını kontrol edecekti. Bu cesaret işiydi sonuçta. Hani oradan uzaklaşsa, onu görmezden gelse eğer kötü durumdaysa yardım edemediği için vicdanı rahat etmeyecekmiş.
O da ne… Birden etrafına ışık yayıldı ve adamın başı oynamaya başladı. Bakışlarını ona çevirdiğinde korkudan bayılacak gibi olmuştu.
Merhaba küçük çocuk… Hoşgeldin. Ben biraz gezmeye çıkmıştım. Bu yüzden seni fark etmedim.
Ama nasıl olur. Gezmiyordun ki, bedenin ölmüş gibi duruyordu!
Haklısın. Ben bedenimden çıkıp gezebiliyorum. Dağları aşıp, başka dağları da aşıyorum.
Buna inanmamı bekleme. Bu nasıl oluyor ki? Buraya gelirken ben bedenimle geldim. Siz diyorsunuz ki, bedeni terk ettim ve geziyorum.
Oh… Bunu bilmediğini düşünemedim. Eğer istersen bunu sana öğretebilirim.
Olur mu ki? Yapabilir misin? Bu mümkün değil ki… Size inanmıyorum!
Peki, gözünü kapat… Tüm bildiklerini unut… Gözünde görünen her şey karanlığa bürünsün. O karanlıktan sonra ışık görünecek, görünce bana haber ver.
Çocuk gözlerini kapattı… Her yer karanlıktı nihayet. Etrafında kimse yok, bedeninde ki isteklere cevap verecek gücü de… Evet, o karanlığı delen bir ışık, bir yıldızı görmeye başlamıştı. Yıldızın parlaklığı karanlığı öldürmeye yetmişti…
O ışığı gördüm diye inledi…
Elini bana ver… “Hu!” de.
“Hu…”
Uçmaya başlamıştı sanki… Yanında yaşlı sandığı insan 33 yaşında bir genç, kendisi de 33 yaşında. Nasıl olurda birden büyümüştü ki? Bir adım attı. dağın zirvesindeydi… Uçurumlardan aşağıya uçuyordu. Ne soğuktan ne sıcaktan etkilenmiyor, ne yemeye ne de içmeye ihtiyaç duymuyor. Dağın ötesinde ne varsa hepsini keşfediyordu. Yorulmuyordu da… Bilmediği ne kadar çok şey varmış ki? İstediği ne kadar çok kitap varsa almış ve bedenine geri dönmüştü. Beden gözünü açtığında kitapları gördü hemen. Dokundu onlara gerçekten kitaptı. O yaşlı insana baktı, yoktu. Bu yaşadıklarına inanamıyordu. Alabildiği kitapları yanına alıp, evin yolunu tuttu. Gizli bir köşede onları sakladı. Okudukça okudu. Kitapları okuduğunda başkalarını almak için o dağa tırmanıyor, yanına alıp o gizli köşesine geri geliyordu.
Hani düşünmeden de edemiyordu. Yine gözünü kapasa, yine karanlığın içinde ışığı keşfedebilir miydi ki? Denemeye cesaret edemiyordu. Anlatsa bu yaşadıklarına kim inanırdı ki. Hani deli oğlan derlerdi …
Öyle bir merak sarmıştı ki, o gün yine gözlerini kapadı ve karanlığı bulmaya çalıştı. Yok olmuyordu. Bir daha … Bir daha… Hatta o dağın başına gitti… Orada denedi… Yok olmuyordu. Bir gece rüyasında o yaşlı adamı gördü yine…
-Neredesiniz? Sizi görmek istiyorum. Soracaklarım var size…
-Beni görmek için bu dünyada var sandığın her şeyi unut. Kibri, gururu, hasedi, kini, ben neymişimi… İnsanlardan uzakta beni ara! Rüya sona ermişti.
İhtiyarın yap dedikleri, mümkün olayacak şeylerdi… Bedenden çıkmak da! Ama bunu yaşamıştı, demek ki olabiliyordu. Zordu ama imkansız değildi. Bunu yapmalıydı. “Hu” demek… Bunu sadece bu ihtiyardan duymuştu. Okuduğu hiç bir kitapta bunun hakkında bilgiye rastlamamıştı. Bunun keşfedilmesi de zordu. Ama ihtiyarın söylediği şeyleri biliyor ve terk etmesi gerektiğini anlıyordu. Bunu terk edemeyenlerin başına her türlü bela geliyor ve acı çekiyorlardı. Her acının arkasında bunlar vardı. Büyüklerin yaşamlarında bunları görmüştü… Artık sinirlenmiyor, hata aramıyor, kimseye öğüt vermiyor… Kendine yapıyordu bu tür şeyleri!
Zaman içinde öyle değişmişti ki…Herkes bunu fark ediyor ve ona deli oğlan diyorlardı. Yine bir gece rüyasında ihtiyarı gördü… Rüyasında 33 yaşındaydı. Ona tebessüm ediyordu. “Artık olgunluğa erdin. Gözünü kapa, karanlığı bul… Işığı gördüğünde “Hu!” de… Çık bedeninden dışarı ve gel yanıma… “ Demişti.
Odasında gözünü kapattı ve her işi yaptı. Bedenden çıktı ve ihtiyarı buldu. İhtiyar gel dedi ve geldi… Gezdikçe gezdiler…
Çocuğun odasına gelen anne ve baba çocuğun bu nefessiz ve durgun halini gördüklerinde, onu ölmüş kabul ettiler ve ağıtlarla onu mezara gömdüler. Çocukta zaten bir bedene ihtiyaç duymuyordu ki… Işınlanmıştı işte!
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.