- 603 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DEVRİMLER, TARİHLE YÜZLEŞMEK VE HELALLEŞMEK
DEVRİMLER, TARİHLE YÜZLEŞMEK VE HELALLEŞMEK Dr. Sadık ÖZEN
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, on binlerce şehit verilen bir ölüm-kalım savaşından sonra; yıkılmış bir imparatorluğun külleri üzerinde kurulmuş büyük bir devrim hareketidir. Bu Devrim Hareketi; Türkler’in, Gazi Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde, yakın silah arkadaşlarıyla birlikte Aziz Şehitlerimizin döktükleri kanlarıyla gerçekleştirilmiştir. Yedi düvelden gelerek Anadolu topraklarına göz diken ve işgal eden Emperyalist devletler ve onların işbirlikçisi olan içimizdeki hainlere karşı başarılan, dünyadaki en büyük zaferlerden biri olan Kurtuluş Savaşımızın ürünüdür.
Devrimler kan dökülmeden gerçekleştirilemezler. Biz de topraklarımızı düşman istilasından kurtarabilmek ve onları topraklarımızdan atabilmek için çok kanlar döktük. Büyün Atatürk’ün dehasıyla, arkadaşlarıyla birlikte kurdukları “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” ve “Kuvay-i Milliye Teşkilatları” ile coğrafyamızda yaşayan tüm halk birleştirildi ve yaratılan “Milli Birlik” ruhuyla Kurtuluş Savaşı yapıldı. Bitiminden sonra da; Demokratik-Laik Çağdaş bir Hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Bu büyük bir Devrim Hareketi’dir. Dökülen büyük kanlara mal olmuş bu Devrim Hareketi’ne ve onun ürünü olan Cumhuriyetimize karşı olanlar olmuştur. Ve bunlar yurt içinde ve dışında hala mevcudiyetlerini sürdürmekte, intikam alabilmek için fırsat kollamaktadırlar. Nitekim Kurtuluş Savaşımız sırasından başlayarak ülkemizde tam 31 tane büyüklü-küçüklü iç isyan çıkarılmıştır. Sonuncusu da 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirdikleri “Feto Kalkışması” olmuştur.
Bugün ise ABD, Birleşmiş Milletler, AB Ülkeleri ve müttefiki olduğumuz NATO tarafından bize karşı düşman ülkelerle ittifaklar yapılmakta ve Türkiye abluka içine alınmaktadır. Ülkemiz ve Devletimiz büyük tehlike içinde ve tehdit altındadır. Özellikle ABD ve Fransa başta olmak üzere; birçok ülke PKK ve yandaşı terör örgütleri ile alenen işbirliği içindeler ve onlara her türlü para ve destek yardımında bulunuyorlar. Öte yandan Yunanistan ile yaptıkları askeri ve siyasi antlaşmalarla ABD burnumuzun dibine kadar gelip yerleşmiş bulunuyor.
Bu durum karşısında; bu ülkede yaşayan başta siyasiler olmak üzere içinde vatan sevgisi taşıyan herkesin, bu tehlikeleri bertaraf edebilmesi için yeni bir Kuvay-ı Milliye ruhu ile birleşmeleri gerekiyor.
Zaman zaman, asıl niyetleri vatanımızı ve milletimizi bölme olan bazıları tarafından “Tarihle Yüzleşme” önerilerinde bulunulmaktadır. Bu kurnazlıkla öne sürülen bir bölücülük propagandasıdır. Vatandaşlarımızın, iyi niyetlerle ve saf düşüncelerle kendilerini bu tarz eğilimlere ve heveslere kaptırmaları son derece yanlıştır. Eğer konuya bu tarz yaklaşılmış olsaydı devrimler asla gerçekleştirilemezdi.
“Helalleşme” meselesine gelince; bu geleneklerimiz arasında yer alan bir kavramdır. İnsanlar kendi vicdanlarını rahatlatmak için bunu kullanırlar. Ancak; başkalarına saygı duyan, onlara kötülük yapmayan, haklarına el atmayan, her zaman iyi niyetle hareket eden, yardımda bulunan, görevini dürüstçe yapan, paylaşımcı, insanlara karşı eşit, adil ve hakkaniyetle davrananlar zaten helalleşmeyi hak etmişlerdir. Buna karşın yine de dinimizce “Helalleşme” isteği ve gereği duyulması yadırganamaz. Ancak bu bireysel bir olgudur. Hiç kimse, toplumun bir kesimini diğeriyle helalleştirme hakkına sahip değildir ve istese de bunu başaramaz. Tam aksine böyle bir helalleşme, hesaplaşmaya dönüşebilir ki, bu da çok kötü sonuçlar yaratabilir.
Şimdi; yaptığım bu açıklamalardan sonra Sayın Kılıçdaroğlu’na bir öneride bulunuyorum, Helalleşme hakkınızı kişisel olarak, kendiniz dilediğiniz şekilde kullanınız. Ve daha ileriye taşımayı düşünmeyiniz. Zira sizin iyi niyetle düşündüğünüz şey, dananın altında buzağı arandığı bir dönemde kötü gelişimlere neden olabilir. Lütfen, benim de iyi niyetlerimin ürünü olan bu önerimden rahatsızlık duymamanızı istirham ediyorum.
Saygılarımla…
16 Kasım 2021 / Antalya
YORUMLAR
Sayın hocam hoşgörünüze sığınarak
Bazı tesbirlerimi aktarmak istiyorum
"Kan kanla yıkanmaz "
Büyük önder başkomutan gazi Mustafa Kemal Atatürk Yurtta 🇹🇷sulh cihanda barış dememişmiydi işte hedef tamda bu
Son 20 yılda halk çok kutuplaştırıldı çok ayrıştırıldı çok düşmanlaştırıldı
Akp,MHP yer 🌚altı dünyası kualisyonu akp milis güç kurması 15 temmuz kayıp 150 bin silah birilerinin elinde ülke iç savaşa girme seçenekler arasında bir zamanlar akademisyenler için oluk oluk kan akacak söylemini bir hatırlayın lütfen ülkedeki muhalif liderlere yeraltı dünyasından yapılan tehdit ve yapılan linçler henüz hafızalarda iken
Yaşananları görmezlikten gelip olacakları beklemek insan nutkunun tutulması anlamına gelir
Kurt🌚 dumanlı günleri sever halk deyimi ile düşünürsek bu gibi🇹🇷 ülke huzurunu bozacak olaylara meydan vermemek gerek işte👍 helalleşme de yurtta sulh cihanda barışı tesis etmek için en büyük fırsat🙏 millet itifakı kurulmuşken yanlışa giden ülkeyi kargaşaya sürükleyen kılcal damarlara giden 🌚hain kan akışını durdurmak yani fesat🌚 beyinleri kılcal damarlardan başlayarak felç etmek
👍Helallaleşmek başka👍,hukuk başka bunları bir birine karıştırmamak gerek hukuk elbette görevini yapacak 🙏👍Ankara'dan İstanbul'a sn kılıçtaroğlu69 yaşında 470 km yolu 25 günde ülkede yok olan adaleti yeniden var etmek için yürüdü
Adliye 👳siyasallaştı,kışla👳 siyasallaştı👳 diyanet camii siyasallaştı bir yerden başlamak gerekiyor sayın hocam
👍Siyaset üstü toplumsal barışa yönelik 🇹🇷ülke geleceğine dair 2. Yüz yıla giderken, barışçıl tarihi manidar bir açıklama
👍Asıl hedef Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 🇹🇷yurtta sulh cihanda barışı Hedefine ulaşmak kin kibir öfkeyi yok etmek etle tırnak olan yüce türk🇹🇷 milletini türk 🇹🇷ulusunu laik demokratik cumhuriyet çağdaş hak hukuk adaleti yeniden var etmek bilimsel eğitimi hayata geçirmek
👍 çalışma barışını yeniden sosyal devlet ilkeleri çerçevesinde insan haklarını hayvan haklarını doğa haklarını yeniden hakim kılmak kadın hakları çocuk haklarını düşünce özgürlüğünü 🇹🇷cumhuriyeti demokrasi ile yeniden var etme taçlandırma hedeflerini 2🇹🇷. Yüz yıla birlik beraberlik barış kardeşlik içinde👏👏🇹🇷 ülke geleceğinin ufkunun yeniden var edilmesi güçlü demokrasisi güçlü ordusu bilimsel eğitimi ile gelişmiş ülkeler arasında hak edilen yeri almak amaçlanmaktadır🙏🌅🇹🇷🙌👏👏👏👏
şair67 tarafından 17.11.2021 22:18:31 zamanında düzenlenmiştir.
sadikozen
Ancak tarihin akışı içinde yaşanmış şeylerin, "Helalleşme" girişimiyle ile toplumun bir kesimi ile başka bir kesimini karşı karşıya getirmek son derecede yanlıştır. Ve bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı olamaz. Çünkü helalleşelim derken konu "Hesaplaşmaya" dönüşebilir. Bu yazımı işte bu nedenle duyduğum kuşkular gereğiyle kaleme almıştım.
Şimdi size kuşku duyduğum konuları dile getirmeye çalıştığım bundan 10 yıl önceki bir yazımı aşağıda yeniden yayınlıyorum. Sanırım düşündüğünüz şeylerin yanıtını bu yazı içinde bulacaksınız.
İçten sevgi ve saygılarımla...
sadikozen
Ancak tarihin akışı içinde yaşanmış şeylerin, "Helalleşme" girişimiyle ile toplumun bir kesimi ile başka bir kesimini karşı karşıya getirmek son derecede yanlıştır. Ve bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı olamaz. Çünkü helalleşelim derken konu "Hesaplaşmaya" dönüşebilir. Bu yazımı işte bu nedenle duyduğum kuşkular gereğiyle kaleme almıştım.
Şimdi size kuşku duyduğum konuları dile getirmeye çalıştığım bundan 10 yıl önceki bir yazımı aşağıda yeniden yayınlıyorum. Sanırım düşündüğünüz şeylerin yanıtını bu yazı içinde bulacaksınız.
İçten sevgi ve saygılarımla...
sadikozen
Dr. Sadık Özen
Son günlerde, ülkemizin gündemine getirilen Dersim Konusu öyle büyük bir önem kazandı ki; aniden teröre kurban verdiğimiz şehitlerimizi, arkasından gelen Van Depremi’ ni, bu depremde ölen vatandaşlarımızı, yakınlarını kaybeden vatandaşlarımızın çektikleri acıları, evleri yıkılanların sıkıntılarını, çadırlarda çekilen çileleri ve bu felaketin getirdiği tüm olumsuzlukları bir anda bir kenara itiverdi.
Özellikle Sayın Başbakanın 73 yıl önce yaşanan ve bugün için, gerçeği hangi ölçüde yansıttığı tam olarak bilinemeyen olaylar nedeniyle, devlet adına özür dileme şovundan ve büyük bir duygusallıkla ekranlara yansıtılan gözyaşlarından sonra, toplumuzda büyük bir negatif enerji birikimi ve huzursuzluk ortamı oluştu. Yapılan doğruluğu tartışılır konuşmalar ve ileri sürülen iddialarla ayrılıkçı ve bölücü akımlar güçlendi ve ülkemizin geleceği konusunda endişeler uyandı.
Doğru-yanlış demeden; ülkemize ve toplumumuza zarar verebileceği dikkate alınmadan, kalemi eline alan aklına eseni yazıyor. Ne kadar doğru oldukları tam olarak bilinmeyen ve insan aklının zor kabulleneceği hususlar; doğru ve gerçekmiş gibi gündeme taşınarak toplumun bazı kesinlerinde nefret, kin ve intikam duyguları uyandırılmaya çalışılıyor ve ağır tahriklerde bulunuluyor.
Vatandaşlarımızın bunları okurken, duyarken ve dinlerken çok dikkatli olmalarını ve değerlendirme yaparken ihtiyatı elden bırakmamalarını öneriyorum.
Unutmayalım ki; tarih boyunca topraklarımıza göz dikmiş, milletimizi, dinimizi ve her türlü varlığımızı yok etmek için uğraşan dış düşmanlarımız vardır. Yurt içinde de onlara yataklık, yardakçılık ve maşalık edenler olduğu bilinmektedir.
Yazacaklarımın, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşı, milli varlığımıza ve toprak bütünlüğümüze saygılı, ayrılıkçı ve bölücü fikir taşımayan Kürt kökenli ve Alevi inançlı vatandaşlarımı kastetmediğini öncelikle belirtmek istiyorum. Onlar benim öz kardeşlerimdir ve aramızda hiçbir ayırım görmüyorum. Eğer uğramakta oldukları haksızlıklar ve düzeltilmesi gereken hususlar varsa, onlarla birlikte mücadele vermeye hazırım.
Meseleye bu açıdan baktığımda; yazacaklarımın, kendileriyle aramızda fark görmediğim, sevgi ve kardeşlik duygularıyla bağlı olduğumuz vatandaşlarımızda bir alınganlık yaratmayacağına eminim. Çünkü bu vatan benim olduğu kadar da onlarındır.
Konu üzerinde önemle durmaya ve doğru bildiklerimi tüm vatandaşlarımla paylaşmaya çalışıyorum. Amacım bildiğim gerçeklere dayanarak; düşünce ve duygularımı doğru bir şekilde ifade edebilmeye çalışmaktır. Bunu yaparken, Kürt kökenli ve Alevi inançlı vatandaşlarımı incitmemek için azami dikkati göstermeye çalışacağımın bilinmesini isterim. İleri süreceğim hususlarda onların da benim gibi düşünmekte olduklarına inanıyorum.
KEŞKE BİR AYAKLANMA OLMASAYDI
Keşke geçmişte, Tunceli yöresinde yaşayan vatandaşlarımız hiçbir olumsuzluğa ve kötülüğe maruz kalmamış olsalardı. Bunun karşılığında; keşke bu bölgede, şehit kanları dökerek, kurduğumuz Cumhuriyetimize karşı ayaklanmalar da yapılmamış olsaydı. İsyancı bile olsalar bir tek vatandaşımızın bırakın ölmesini burnunun kanamasını bile istemezdim.
Bu düşüncelerimin gereği olarak, devlete karşı bir isyan hareketinin olmamasını, hükümetin bunu bastırmak için bölgeye asker sevk etmek zorunda kalmamasını, karşılıklı olarak kurşun sıkılmamasını, sivillerin ölmemesini ve askerlerin şehit edilmemesini de isterdim.
Ama ne yazık ki, bütün bunlar olmuştur. Artık yaşananların ortadan kaldırılabilmesi olanağı da yoktur. Çünkü zamanı geri çevirmek mümkün değildir. Önemli olan, bundan böyle bu ve benzeri durumların yaşanmamasıdır. Nitekim bu konudaki bütün olumsuz çabalara ve kışkırtmalara rağmen, yaratılmaya çalışılan olumsuzlukların hiçbirinin gerçekleşmesi söz konusu olamayacaktır.
İşte bu durum Türkiye düşmanlarını, onların uşaklarını ve maşalarını harekete geçirmeye çalışıyor. Olayın özeti kısaca şudur: Dersim konusunu, aradan geçen 73 yıldan sonra, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin kışkırtmalarıyla çıban başına döndürmek isteyenler tarafından yazılan senaryoların ve tezgahlanmak istenen oyunların gerçekleştirilmesi asla mümkün olamayacaktır. Çünkü Türkü, Kürdü, Sünni ve Alevisi ile Türk Milleti, yapılmak istenenlerin farkına mutlaka varacaktır. Hatta şimdiden varmıştır bile.
TÜRK DÜŞMANLIĞI TARİH BOYUNCA VARDIR
Geçmiş tarihe kısaca bir göz atalım. Tarih boyunca yok etmek isteyenler, Balkan Savaşı ve onun arkasından kazandıkları Birinci Dünya savaşı ile Osmanlı İmparatorluğunu yıkmış ve Sevr Antlaşması ile üzerinde yaşadığımız toprakların büyük bir kısmını kendi aralarında paylaşmışlardır.
Bundan 7-8 yıl gibi kısa bir süre sonra; Türkler’ in, dünyada emsali görülmemiş bir zafer kazanarak yeni bir devlet kurarak bağımsızlık ve egemenliklerini ilan etmeleri, yapılan Lozan Antlaşması ile Sevr ve öncesini hiç yaşanmamış duruma dönüştürmeleri, karşımızdaki emperyalist devletleri bir taraftan hüsrana uğratırken, bir taraftan da yeni planlar yaparak bölücü emellerine kavuşabilme isteklerini kamçılamıştır.
"Su uyur düşman uyumaz" atasözümüzün doğruluğu bu olayla bir kere daha gerçekleşmiş bulunuyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri üzerinde, üstelik yedi düvele meydan okuyarak kurulduğu unutulmamalıdır. Yıkılan çok uluslu bir devletten sonra, "Ulus Devlet" yapısında "Üniter" bir devlet kurulmuş ve bunun sağlanması kolay olmamıştır. Bu devletin kurulması ne kadar zor olmuşsa, korunması ve yaşatılması da aynı zorluklarla karşı karşıya kalınmasını gerektirmiştir.
YARATILAN TARTIŞMALAR TÜRKİYEYİ BÖLME PLANLARININ PARÇASIDIR
Bugün Atatürk’ü, İnönü’yü, Celal Bayar’ı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni isyanı bastırdı diye kınayanlar ve kendilerine göre suç saydıkları milli görevi birinden diğerine atabilme çabası gösterenler şu soruyu yanıtlamak zorundadırlar. Ne yani, Türkiye Cumhuriyetinin başında bulunanlar; isyancıları buyur ederek, on binlerce şehitlerimizin kanı pahasına kurulan bu devleti onlara teslim mi edeceklerdi.
Bu soruya doğru bir yanıt verebilmek için biraz akıl ve izan sahibi olmak, daha doğrusu insan olmak ve vatandaş olmanın bilincinde olmak gerekiyor. Tabii ki ayrılıkçı ve bölücüler bu sayılan niteliklerin hiçbirine sahip değiller.
Ne yazık ki bu gerçekler bir yana bırakılarak, vatanseverlikle hiç bağdaşmayan, son derecede olumsuz, saçma sapan görüşler ileri sürülmeye ve yorumlar yapılmaya başlandı. Bunu yapanlara şunu hatırlatmak istiyorum; bu devlet kolayına kurulmadı ve o kadar da ucuz değil. Bedelini hiç kimseler ödeyemezler. Çünkü bu bedel; Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Sünni, Alevi veya Şafi tüm atalarımızın kan, kemik ve ruhlarıdır.
Bazı televizyon kanallarında yapılan bazı gazeteci, yazar ve politikacılar işi iyice azıttılar. Mezarların açılması, DNA testlerinin yapılması, devletin özür dilemesi ve tazminat ödenmesi gibi konuları gündeme taşıyarak, kamuoyunu yanıltmaya, insanları kışkırtmaya, ortalığı karıştırmaya çalışıyorlar. Amaçları vatandaşlarımızı birbirine düşürmek, vatanımızı bölmektir.
Bütün bunları istemenin amacı, milletimizi birbirine düşürmekten ve vatanımızı bölünmeye zorlamaktan başka ne olabilir ?
SÖZDE TARİHÇİLER GERÇEKLERİ TAHRİF EDİYORLAR
Bunların ne kendi söylemlerine, ne de referans gösterdikleri tarihçilere ve yazarlara da inanmıyorum. Çünkü bunlar yalancı, iftiracı, bölücü, ayrılıkçı, emperyalistlerin uşakları ve maşalarıdır.
Sade bir vatandaşımın anlattıkları bence bunlardan çok daha değerlidir. Çünkü onlar, birtakım menfi etkiler altında kalabilmiş olsalar da en azından iyi niyetli ve sağlam karakterlidirler. Örneği bunlardan biri, yaşlı bir insan Efo Bozkurt. Anlattıklarını inandırıcı bulmuyorum, ama onun yalan söylemiş olduğunu da düşünemiyorum.
Bir devletin, özellikle de damarlarında Türk kanı, vicdanında İslamiyet dini taşıyan askerlerin Efo Bozkurt’un anlattıkları caniyane şeyler yapabileceklerine asla ihtimal vermiyorum. Belki de asker elbisesi giydirilmiş ve ellerine ayrılıkçı ve bölücü emperyalist uşaklarınca silah verilmiş Ermeni çeteleri ve onların işbirlikçileri tarafından bu tür katliamların yapılmış olabileceğini düşünüyorum. Günümüzde de hain terör örgütlerince bu tür caniliklerin yapılmış olduğunun örnekleri görülmüyor mu?
Şimdi de şu anlatılanlara hep birlikte bir göz atalım;
SEYİT RIZA GERÇEĞİ
“Sene 1937... Mustafa Kemal, başbakan Celal Bayar’la birlikte Tunceli’ ye gelip, Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsü ’nün açılışını yapacaktı. Köprünün ucunda karakol vardı. Basıldı. 33 asker şehit edildi. Peşinden... Telefon hatları kesildi, pusular kuruldu, Mazgirt Köprüsü havaya uçuruldu, Jandarma Taburu vuruldu, 56 asker daha şehit oldu.
Film koptu.
Elebaşı Seyit Rıza’ydı...
Başbakanımızın "Hikâyesi yürek burkucudur" dediği Seyit Rıza.
O bir Kukla’ ydı...
Kendisini oynatanların ipleri bıraktığını hissedince, paniğe kapıldı, İngiltere Dışişleri Bakanı’ na mektup yazdı ve bu mektubu Suriye ’deki İngiliz Elçiliği’ ne gönderdi.
Yalvaran mektubunda, Anadolu için "Çorak toprak" derken, Kürdistan’dan “Bereketli topraklar” diye bahsediyordu...
"Sayın ekselansları" diye başlıyor, "Türk Hükümeti yaptığı anlaşmalar sayesinde dış baskılardan kurtuldu, Dersim’e girmeye kalkıştı, Türk Ordusunu başarısızlığa uğrattık, direnişimiz karşısında Türk uçakları bombalamaya başladı" diye vaziyeti anlatıyor, "Sayın ekselanslarına sesleniyorum, hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı istirham ediyorum, en derin saygılarımın kabulünü rica ediyorum" diye bitiriyor, "Seyid Rıza" diye imzalıyordu.
Hal böyleyken... Seyit Rıza’yı "Masum" göstermeye çalışanlar, böyle bir mektubun asla var olmadığını iddia ediyorlar. Altında kabak gibi "Seyid Rıza" imzası bulunmasına rağmen, Seyit Rıza yazmadı, “Nuri Dersimi” yazdı diyorlar. Üstelik, sanki Fransa babamızın oğluymuş gibi, "O mektup Fransa’ya yazıldı, Fransa Devlet Arşivleri’ nden doğrulamak mümkün" diyorlar.
Gel gör ki...
DERSİM OLAYLARI HAKKINDA HAZIRLANAN BİR RAPOR
Söz 1937 den açılmışken, şimdi de ABD Maslahatgüzarı G,.How- land SCHAW’ ın 25 Haziran 1937 tarihinde; Türkiye’ nin o günlerdeki durumuyla ilgili olarak ABD Dışişleri Bakanı’na yazdığı mektuptan kısa birkaç bölümü birlikte okuyalım:
“Türk Hükümeti ekonomik bir açıdan yaklaşarak problemi çözmeye uğraşıyorsa da, yöre halkı yollar, köprüler, okullar vs. yapılmasına karşı koyuyor. Kürtlerin yoğun oldukları bu bölgedeki insanlara, Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtler’den daha değişik gözle bakılıyor. Zira bunlar, diğerlerinin aksine, geliştirilen reform hareketlerine rağmen karakterlerini korumada çok ısrarlı görünüyorlar.”
“Yerel basına göre ayaklanma; General’in Aşiret Reisleri’ ni Erzurum’da toplayarak, onlara, Hükümetin bölgede yol ve diğer şekillerde girişeceği ıslah programını tanıtması üzerine başladı. Müzakereler sırasında Aşiret Reisleri her ne kadar dostane ve anlayışlı görünüyor idiyseler de, toplantıdan sonra, bölgede sahip oldukları iktidarın elden gitmesi tehdidi karşısında, dönüş yolları üzerinde yer alan bütün köprüleri havaya uçurdular. Bunu takiben Türk İdaresine bir ültimatom göndererek; Dersim’de Jandarma bulundurulmaması, yeni köprülerin inşa edilmemesi, bölgede yeni bir idari gücün ihdas edilmemesi, silahlarının ellerinden alınmaması ve vergilerini hükümetle kendi aralarında yapılacak müzakerelerde elde edilecek sonuçlara göre ödemelerine izin verilmesi şartlarıyla itaat edeceklerini bildirdiler.”
Bu mektup, Maslahatgüzar’ ın hazırladığı bir rapor olarak, son derecede ayrıntılı bir şekilde uzayıp gitmektedir. Ayrıca bunlara benzer daha birçok belge bulunmaktadır. Anlaşılacağı üzere, o günlerde var olan feodal yapı elindeki bütün gücünü ve sahip oldukları olanakların tümünü kullanarak ve düşmanlarımızla da elbirliği yaparak devletimize kafa tutmuşlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tanımama yoluna gitmişler ve isyan çıkarmışlardır. Devlet te buna karşı devletin gücünü kullanarak bu isyanı bastırmıştır. Olayların en yalın şekilde özeti budur. T.C Devleti adına, Hükümet ve Ordu görevlerini yerine getirmişlerdir.
Günümüzde yaşanmakta olan terör olaylarının bir benzeri o yıllarda yaşanmıştır. Nasıl ki bugün devletimiz terörü sona erdirmeğe ve teröristleri imhaya çalışıyorlarsa geçmişte de aynı şekilde hareket edilmiştir. Bazı politikacı yazarlar, o bölgede bir isyan hareketinin olmadığını inkara çalışıyor olsalar da, yaşanan olay düpedüz bir ayaklanmadır ve devletçe yapılan şey de bu ayaklanmanın bastırılmış olmasıdır. Tabii bu arada istenmeyen bazı durumların da yaşanmış olması muhtemeldir. Zira insan faktörünün olduğu her yerde birtakım kusurlar işlenebilir.
ÇARPICI BİR BENZETME
Şer çevrelerince bu durumun tekrar tekrar gündeme getirilmesini ben çocukluk yıllarımda, tanık olduğum gelenek hale gelmiş bir uygulamaya benzetiyorum.
Söndürülmüş ocak, tandır veya mangalda, küller arasında saklanmış küçük kor parçaları ertesi gün ateşin yeniden tutuşturulmasında kullanılırdı. Dersim meselesinin tekrar tekrar alevlendirilmesini işte ben buna benzetiyorum. Bu örneği sadece fiziksel bir olayın ifadesi için verdim. Yoksa arada bir benzerlik söz konusu olamaz. Çünkü ilkinde pratik bir tasarruf, ikincisinde tamamen toplumun zaaflarından yararlanmaya çalışan kötü niyetli planların yapılması söz konusudur.
Bugün bölücü ve ayrılıkçı bazı çevrelerce yapılmak istenen şey, geçmişin külleri arasında sakladıkları küçük kor parçalarını yelleyerek ateşlemek ve ellerinden gelirse bütün Türkiyeyi yakmak, parçalamak ve yok etmektir. İşte bunun içindir ki, bulunan ilk fırsatta yaranın üstündeki kabuklar kaldırılıyor, yaralar kanatılıyor ve küller arasındaki kor parçası körüklenerek yeni ve eskisinden daha büyük yangınlar çıkarılmaya çalışılıyor.
YAPAY KÜRT SORUNLARI VE ABD’ NİN PETROL BEKÇİLİĞİ
ETNİK SORUN YARATMA ÇABALARI VE MİLLİYETSİZ AYDINLAR isimli kitabımda Ermeni ve Kürt sorunlarını incelemeye çalışmış ve bu konulardaki düşüncelerimi açıklamıştım. Beş yıl kadar önce yazmış olduğum bu kitapta ileri sürdüğüm görüşlerin bugün gerçekleştirilme aşamasına getirildiğini görmekteyim. Ne yazık ki son gelişmeler bu söylenenleri doğrular bir mahiyet kazanmıştır. Bu kitabımın sonlarında yazdığım kısa bir bölümü buraya aktarıyorum:
Yapay olarak yaratılan Kürt sorunu ile ilgili olarak önemli bir görüş de; korkusuzca ve tek başına ABD’ nin karşısında duran, ilkelerinden hiç ödün vermeyen ve ABD isteklerine boyun eğmeyen, Değerli Devlet Adamı Fidel castro tarafından ileri sürülmüştür. Bu büyük insanın, bu konuyla ilgili saptamaları hem çok ilginç, hem de çok gerçekçi. Dünyanın bir ucunda duran bir Devlet Başkanının, diğer ucundaki olayları bu kadar isabetle değerlendirmesi, onun ne derecede büyük bir kişilik ve bilgi birikimine sahip olduğunu gösterir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, işgalci emperyalist devletlere karşı Türk bağımsızlık mücadelesi vererek ulusal devletini kuran Türkiye’ye karşı ABD ve AB desteği ile etnik kalkışma yapmaya çalışan Kürtler için bakın Fidel castro 11 yıl (bugüne göre 16 yıl) önce bakın ne diyor;
Türkiye’deki olayları yakınen izliyorum. Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki Kürt Hareketi, Yankee’nin (ABD’nin) petrol bekçisi olmaz.
Bilindiği üzere, artık, ABD’nin petrol bekçiliği sadece Kürtleri ilgilendirir olmaktan çıkmış, bu konuda daha etkin ve ateşli destekçiler türemiştir. castro’nun dillendirdiği bu hareketin yeni işbirlikçilerle günden güne daha güçlendiği de bir gerçektir. Yani bu konuda Kürtler’ in yalnız olmadıkları ve ortak bir organizasyon içinde yer aldıkları düşünülmelidir. Bu ve benzeri bütün hususlar BOP Projesi içinde yer alıyor olabilirler.
İşin bu yönüyle; Arap Baharı ile Mısır ve Libya’da yaşananlardan sonra ortaya çıkan Suriye meselesinin de, yine BOP Projesi ile ilişkili olabileceği düşünülmelidir. Şu anda çevremizde çok kritik olaylar yaşanmaktadır. İran’da İngiltere Sefarethanesine yapılan baskın ve İngiliz Bayrağının yakılması var olan olumsuzlukların üzerine tuz-biber ekmiştir. Böyle bir ortam içerisinde Dersim Meselesinin tartışılmasına devam edilmesi son derecede sakıncalıdır. Herkes bu gerçeği görmeli ve daha büyük olumsuzluklar yaşanmadan, sorunlar ileri bir tarihe ertelenerek şimdilik kapatılmalıdır.
TUNCELİ MİLLETVEKİLLERİNİN DURUMU
Tartışmaları ülke gündemine taşıyan ve yaptığı açıklamalarla alevlenmesine neden olan Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün son derecede hatalı davranmıştır. Konuşmaları Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP’ni son derecede müşkül durumda bırakmıştır. Özellikle CHP’li olmadığı halde Kılıçdaroğlu’nun ısrarı ile seçilmiş olduğunu açıklaması ve adaylığa ikna edilebilmesi için Kılıçdaroğlu’na söyledikleri büyük bir handikap yaratmış bulunuyor.
Bunun telafisi tamamen Aygün’ün kendisine düşer. Madem ki CHP’ li değildir, şu halde bu partiden istifa etmesi gerekir. Hatta CHP’lilerin oylarıyla milletvekili seçildiğine göre milletvekilliğinden de istifa etmesi dürüstçe bir hareket olacaktır.
Hüseyin Aygün, diğer milletvekili arkadaşı Sayın Kamer Genç’i de müşkül durumda bırakmış ve yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal gibi güç bir seçenekle baş başa kalmasına neden olmuştur. Ancak Sayın Genç’ in gerek kamuoyunda, gerekse CHP içinde tanınan bir kişiliği ve kazanmış olduğu büyük sempati vardır. Vatanseverliği konusunda da hiçbir kuşkuya yer yoktur. Nitekim hemşerilik dayanışması içinde; Ayaklanma olmamıştır tarzında bir söylemde bulunmuş olsa da yaptığı diğer konuşmaların bütünlüğü içinde önemli bir tepkiye neden olmamıştır.
Bu arada, Hüseyin Aygün’ün, konuyu görüşmek üzere Cumhurbaşkanı’ndan istediği randevunun ne şekilde sonuçlanacağı henüz belli değildir. Hüseyin Aygün’ün , bu görüşme sırasında Sayın Cumhurbaşkanı’ndan ne gibi taleplerde bulunacağı bilinmiyor. Ayrıca bu görüşme sırasında başka katılımcıların bulunmasını isteyip istemediği de merak konusu. Örneğin Türkiye’deki Kürtçülük hareketlerine destek vermekte olan ABD ve bazı Avrupa Ülkelerinden temsilciler bulunmasını, yurt içinden kendisiyle birlikte hareket eden bazı Kürtçü politikaların da bu görüşmeye katılmasını istiyor mu?
Bu konuyla ilgili olarak Sayın Kılıçdaroğlu’ nun muhatap edildiği durum da halen önemini muhafaza etmektedir. Sayın Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmalarla, Hüseyin Aygün’ün yarattığı gafı düzeltme gayreti göstermiş ve havayı biraz yumuşatabilmiş ise de durum hala kritikliğini korumaktadır. Zira, Genel Kongrenin yaklaştığı şu dönemde, Aygün istifa etmedikçe ortalığın durulması pek mümkün görünmüyor. Aygün’ün daha fazla direnmede bulunmaksızın üzerine düşeni yapması gerekir. Bu, her şeyden önce Sayın Kılıçdaroğlu’na borcu ve kaçınmaması gereken bir görevdir.
SAYIN RIZA ZELYUT UN YORUMLARI
Okurlarımın, Ülkemizin değerli gazeteci ve yazarları arasında yer alan Sayın Rıza Zelyut’un 27 Kasım 2011 günlü Güneş Gazetesi’nde yayınlanan İşte Size Seyit Rıza başlıklı yazısını okumalarını öneriyorum. www.gunes.com (e-mail: [email protected])
Bu son derecede gerçekçi ve bir o kadar da değerli makale ve bu makalede sözü edilen Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği isimli kitapta o dönemde yaşanan olaylar ayrıntılı bir biçimde dile getirilmektedir. Tarihi bir belge niteliğindeki bu kitap yaşanmış olayları tamamen aydınlatıcı bir mahiyettedir.
1937 yılında Tunceli’nin iç kesiminde Türkiye Cumhuriyetine karşı isyan eden Seyit Rıza hakkındaki bilgiler bölük pörçüktür. İlk defa biz, Seyit Rıza’nın genel tanıtımını "Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği" isimli kitabımızda çok ayrıntılı olarak ortaya koyduk. Bugün hem siyasetçilerimize hem de Dersimi tartıştığı halde Koç Uşağı aşireti ile Koç Kırı’nı aynı sanan yandaş profesörlere bir özet yapacağız.
Bu eser okunduktan sonra, Dersim Olayı ile ilgili gerçeklerin en doğru bir şekilde gün ışığına çıktığı görülecektir. Doğrusunu isterseniz benim yazdıklarımla Sayın Rıza Zelyut’un yazdıkları arasında bu derecede bir benzerlik olduğunu düşünemezdim. Çünkü bu makalemi yazarken bu değerli kitabı henüz okumamıştım. Bu sonucun beni onurlandırdığını söyleyebilirim.
Son söz olarak şunları söylemek istiyorum. Bölücü ve ayrılıkçılar dışında, bu ülkenin vatansever insanları, gerçeklerin ışığında, ulusal birlik ve beraberliğimizin korunabilmesi için, daha fazla uzatmadan bu işi burada bırakmalıdır. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir devlettir. Tek bayrak altında Ulus Devlet olarak Üniter yapısını sonsuza kadar koruyacaktır. Dost - düşman bundan hiç, kimsenin şüphesi olmasın.
Saygılarımla.
30 Kasım 2011
www.edebiyatdefteri.com
www.antalyabugun.com.
Beğen