- 356 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
DİLDİR YAŞAM
Gerek kendimizi ve gerekse de bizim ötemizdeki dünyayı, onun içindeki insanları ve kısaca varlığı sorguladığımız, sorumluluğunu üstlendiğimiz hayatımızda ne de vazgeçilmezimizdir şu dil.
Sadece gözlerimiz ile anlaşabilir miydik? Sadece beden dili yeterli olur muydu kendimizi anlatmaya? Mimik ve jestlerimizle nereye kadar iletebilirdik mesajları ve nereye kadar anlamlandırabilirdik yaşamı? İster satırlar içinde, ister bir levha üzerinde ve isterse de zihnimizdeki o sembolik yanıyla, dilin temel bir hayatî gereksinim ve ötesinde de hayatın bugünü ve yarını olduğunu anlamamız zor olmasa gerek. Geçmiş ile aramızdaki bağın da önde gelen kahramanı, dünümüzle hesaplaşmamızı sağlayan ve günümüze de ışık tutan gizem o değil mi?
Yukarıdaki açıklama ve sorgulamalardan sonra, “dil” in yani alfabenin icâdının devrim ötesi bir hakikat olduğunu şimdi daha bir anlıyoruz kanaatindeyim. Sembollerin çok ötesinde bir ehemniyete sahip olan dil; dünümüzdü, bugünümüz ve yarınlarımız olarak da hayatî bir köprü olmaya devam edecek kuşkusuz.
Millet kimliğini kazanmak ve bu onuru her türlü zorluğa karşın sürdürebilmek ne kadar yaşamsal bir durumdur. Bu anlamda yedi asır öncesinde yaşana Yunus Emre, ta Orta Asya`dan beri zenginleştirerek o günlere taşıdığız kültürümüzü dili kullanmadaki ustalığı ile adeta perçinlemiştir. Bu husus o denli önemlidir ki, O ve ondan sonraki münevver kalemler ve akil insanlarla dilimiz dünya dilleri arasındaki tartışmasız bir değeri hak etmiştir. Yunus Emre`nin yaşadığı yıllara değin kültürümüzün devamlılığını sağlayan neşriyat anlamında çokça eser olmamakla birlikte, sözlü edebiyat ögeleri ile değerlerin aktarımı sürdürülmüş, bunca zenginlik nihayet Yunus Emre`nin kendine özgü üslûbu ve söyleyişlerindeki sadelik ve anlam derinliğiyle yazılı literatüre de geçebilmiştir. Bu hususta çağdaşı Mevlânâ,HacıBektaşî Veli ve Ahi Evren (Nasreddin Hoca)`e göre oldukça yalın bir anlatımla dikkat çeken Yunus Emre, az söz ile ne de çok şeyi ifade etmiştir esasında. O. halkın dilini, yaşayan dili en ustaca kullanmış bir tasavvuf şairi, düşünür ve mana âleminin insanı olarak, bu yolculuğunda “hümanizm” temalı dizeleri ile de başkaca ulusların nazari dikkatlerini üzerinde toplamıştır. Esasında tam da bu noktada dilimize, onun hayat bulduğu kültürümüze yönelik bu çıkışı, millet olarak insanî değerlerimizi ve hassasiyetlerimizi de dünya ile paylaşma ve onlara da bu mesajları iletebilme anlamında çok önemlidir. Nihayatinde O, bir kültür elçisi, usta bir edip ve eserleri onlarca dile çevrilmiş büyük bir mütefekkirdir.
Milletler,kendi medeniyet kalıplarının kabullendirilmesi temelinde her sahada bir kıyasıya mücâdelenin savaşımını vermektedir. Amerikan kültürünün yaygınlaşması, Amerikalılara ait değerlerin benimsenmesi ve veya bir Alman kültür ve medeniyetinin başat hale gelebilmesinde temel araç yine dildir kuşkusuz. Dünyada şu veya bu şekilde milyonlarca insanın Türkçeyi ana dili olarak kullana geldiklerini bir kenara koyarsak, medeniyetler arası rekabetteki avantajımızı iyi görmemiz gerekir. Nüfusun nicel çokluğuyla doğrudan ilgili bir husus olmasa da, binlerce yıldır varlığını, giderek zenginleşen kültürel mirasını muhafaza edebilmiş yegâne milletlerden biri olarak, dilimizin uluslar arasında hak ettiği yeri edinebilmesinde büyük sorumluluğumuzun olduğu su götürmez bir gerçek.
Başka dilleri bilmenin, onların inceliklerini öğrenmenin karşısında olmamakla birlikte, kullana geldiğimiz dilin muhafazası ve günün koşullarına göre güncellenebilmesi, dilimizin ve dolayısıyle de kültürümüzün de yarınlara taşınabilmesinin teminatıdır. Neredeyse her geçen gün gelişen bilim ve tekniğin önümüze koyduğu yeni yeni kavramlar, başka dillerin bilhassa da onlarla daha fazla karşılaştığımız turistik zeminlerde bilinçsizce ve anlamsız bir hayranlıkla kullanılıyor olması, bizi bu konuda ciddi biçimde düşünmeye sevk etmeli diye, düşünmek gerekir. Her ne kadar uluslar arası dil literatüründe ortaklaşa kullanılan ve gönül rahatlığıyla kullanıla gelen terimler ve söz öbekleri var olsa da, bunların dışına çıkan şekilde günlük yaşamımızın içine girmekte olan yabancı menşeili kelimeler, medeniyetimizin gelişimi ve yarınları için de bir tehdittir elbette. Aynı sorun, diğer milletler için de geçerli bir durumdur. Günlük konuşmalarımız, yazışmalarımız ve kısaca dile dair her bir tasarrufumuzda, önceliğin milli dilin kullanımına yönelik olması bir tercih değil, yaşamsal ve ciddi bir sorumluluktur.
Ne hazindir ki, “problem ve veya sorun” diye anlamlandırdığımız basit bir sözcüğü “problematik” şeklinde oldukça tuhaf ve itici hale getirerek kullanan akademisyenlerimiz, kendini daha havalı hissetmesini sağladığı gerekçesiyle bizin dil yapımıza hiçte uymayan kelimeleri tercih eden bürokratlarımız, sanatçılarımız ve dahası, dilimizin varlığı ve geleceği hususunda kötü örnek teşkil etmekteler. Oysa, yaşayan ve kullanıldıkça hayat bulan bir araçtır dil.
Başka dillerin baskısı altında kalarak, yüz yıllardır var olan nice dillerin ve dolayısıyle medeniyetlerin tarih sahnesinden silindiğini bilmeyenimiz yoktur sanırım. Bir medeniyetin, diğer bir medeniyete kendini dikte edebilmesinin öncülü dildir. Dil ile başlayan bu baskı, onun hayat bulduğu ve kökeninin yeşerdiği kültürel anlayışla, giderek bizim yaşamımızın da bir parçası haline gelir. Bu süreç birden bire olmasa da zaman içerisinde ana dilin, tali dil olması gibi bir trajedi yaşanabilir.
İnsanların kendilerini ifade edebilmelerinde ve bunu da en yalın halleriyle gerçekleştirebilmelerinde kullandıkları dil, ana dilleridir. İngilizceye ne denli hakim olursak olalım, kendimizi ifade edebilmemizde Türkçemizdeki başarımız kadar iyi anlatamayız. Millet kavramının içinde tarihî birlik ve anıları, duygu birliği, geleceğe ortak amaçlarla bağlanmak, aynı sancağın altında ve aynı mukaddes değerlerin paydasında yer almak ne de önemli değil mi? Yukarıda en can alıcı olanlarını saydığımız bu vazgeçilmezleri ete ve kemiğe büründüren, onlar arasında katalizör görevi görel dil, kültürel unsurlarımızın da en müstesna olanıdır.
Dil ile sanatımızı tanır, yaşatır ve geliştiririz. Bilim ve değerler dünyamız için de aynı şeyi yaparız dil ile. O, medeniyete hayat veren damardaki kan gibidir. Bu medeniyet vücudundaki kanda bir kirlenme başlar ise, zamanla hücreler, dokular, organlar,sistemler ve tüm vücut elden çıkar. Hayatımıza anlam katan, yön veren, bizi biz yapandır dil dediğimiz. Türçemizle vardık, onunla yaşamaktayız. Yarınlarda da Türkçemizle varolabiliriz. Yaşadığı tarihî devinim içinde zorlu işgallerden, kaoslardan kurtulabilen milletimiz, bunu diline olan sıkı sıkıya bağlılığına borçludur.
Önemini bu denli vurguladığımız dilimizin önünde hem içte, hem de dışta olmak üzere iki tehdit bizi savunmaya sevk etmeli bu konularda. Birisi kendi içimizde daha da sıklıkla kullanmaya başlanan ve sözüm ona kendini daha net ifade etmenin bir yolu gibi gösterilen “argo” , diğeri de dış ortamlardan sınırlarımıza giren ve bilhassa da medya yoluyla veya bilinçsizce kullanılan yabancı sözcükler mevzuu. Dil, kimsenin tekelinde değildir. O, milletim malıdır ve onun ruhunun da hayallerinin de, sanatının da, biliminin de, değerlerinin de tercümanıdır. Medeniyetlerin hayatın her kategorisindeki mücâdeleleri, dillerinin de diğer kültürler karşısındaki yerini belirleyen sonuçlar doğurur kuşkusuz. Astronomide yoğun araştırmalarla literatürde baskın hale gelen milletlerin terimleri ve söz öbekleri, zamanla bizlerin de terimleri ve söz öbekleri haline gelir. Bu hakikat, dile sahip olabilmek için de her sahada çok çalışmak gerekliliğini ifade eder. Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkabilmek ve dilimizi, dolayısıyle de medeniyetimizi daha ötelere götürebilmede çokça çalışmaya ihtiyaç vardır.
Dil öylesine bir araçtır ki, milletleri, insanları birbirine yaklaştırır; sevgi, hoşgörü,dostluk ve kardeşlik duygularını ortaya çıkarır, güçlendirir. Yanlış ellerde de ;kini, haseti, pervasızlığı ve ahlaksızlığı tesciller, toplumu kaosa sürükler. Bu açıdan bakılınca,Yunus Emre`nin şu mısralarını hatırlamak gerekir:
“Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı
Söz ola agulu işi
Bal ile yağ ede bir söz.”
Düşünmeden konuşmamak ve yazmamak gerektiğini, bu tasarruftan sonra olası yanlışları düzeltmenin çok müşkül olacağını ifade eden, yazdığı ve söyledikleri ile insanların sorumluluğu olduğunu vurgulayan değerli mısralardır bunlar. Ne şer anlamında yazılan ve söylenilen durur orada, ne de güzellikler adına tasarruf edilen. Yankı bulmasını istediğimiz neyse, onu yazmak ve onu dillendirmek gerekir sanırım. Özünde iyi ile var olan, kendini ve yaratılışını, var olmasının hikmetlerini sorgulayan insan için de bunu dışa vuran dil melekesi pahasız bir araçtır. Kendini aydınlatan insanlar, başkalarına da ışık olabilmektedir. Yunus Emre`nin düşünce evreninde şu mısralar bu hususu ne de güzel anlatıyor:
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir,
Kişi kendin bilmezse,
Bu nice okumaktır.”
Dilin, beşeriyetle buluşmasıyla birlikte giderek artan ve günümüzde de takibi olanaksız şekilde sayısız bilgi, teknik gelişim, kültürel anlayış ve değerler de büyük bir yayılım zemini elde etmiş, bunların bir kısmı yıkıcı, kimiyse insanlığı daha da güzel yarınlara yönlendiren bir şekle bürünmüştür. Karşısında durulamayacak bu gelişim, dilimizi ve onun zemini, kaynağı olan kültürümüzü de her iki şekilde etkileyebilmektedir. Bu devasa devinim içinde adına “siber çağ, iletişim, bilişim çağı,…” ne derseniz deyin, dilimizi kendine has o güzelliklerini muhafaza etmek ve güçlendirebilmek her birimizi sorumluluk almaya da itmelidir. Yabancı menşeili sözcükle ifade bulan ürün veya anlamı, kendi milli dilimizle olanla yazmaya ve söylemeye çalışmak bir tercih olmamalıdır. Bu, tercih üstü bir mevzudur ve nihayetinde de kültürümüzün ve milletimizin yarınlarına dair sonuçlar ortaya koyabilecek bekâ sorunudur.
Günümüzde bir kültürü yıpratma ve yok etmenin en tesirli yolu, kültürel enstürmanları kullanmaktır. Bu gidişat, zaman içinde kültürlerde kalıcı hasarlara yol açmakta, kuşaklar arası kültür bağını da koparacak şekilde bir trajediye dönmektedir. Bizden önceki nesillerin kullandığı dile ne denli yabancılaştığımızı ve yer yer onları anlayamadığımızı da düşünürsek, dilimizin bir saldırı altında olduğunu daha iyi kavramamız gerekir.
Düşüncelerimizi, hayallerimizi, becerilerimizi ve geleceğe yönelik beklentilerimizi hayata geçirmede dil ne denli önemli ise, kültürel varlığımızı sürdürme ve geliştirmemizde de o denli değerli ve adeta bekâmızın da sigortası mahiyetindedir. Yaşayan diller ve dolayısıyle de medeniyetler içinde kalabilmenin ve ötesinde de bu kültürü hak ettiği yere taşıyabilmenin yegane yolu, dile sahip çıkmakta, onu yabancı dillerin sömürgesinden de muhafaza etmekten geçer. Bu husus kişisel değil, milli menfaatlerin gereği olan zarurettir.
Varlığımızı güçlendiren ve bizi yarınlara da taşıyacak olan dilimizin önemini yeni kuşaklara da fark ettirebilmek, dilimizin zengin kültürel mirasıyla onları buluşturabilmek ve ortak milli hedeflere ulaşabilmede her birimiz sorumluluk üstlenmeliyiz. Diline gereken önemi veren ve ona titreyen milletler dün vardılar, bugün de varlar. Unutmamalı ki, dilimize sahip oldukça yarınlarımız da olacaktır. Sevgi, saygı,hoşgörü,bilim,sanat dili Türçemizle kalın.
YORUMLAR
Külte Hocam!
Yazınız İlk cümlesinden son cümlesine kadar pınarın gözesinden su içer gibi okudum!
A'dan
"Varlığımızı güçlendiren ve bizi yarınlara da taşıyacak olan dilimizin önemini yeni kuşaklara da fark ettirebilmek, dilimizin zengin kültürel mirasıyla onları buluşturabilmek ve ortak milli hedeflere ulaşabilmede her birimiz sorumluluk üstlenmeliyiz"
"Diline gereken önemi veren ve ona titreyen milletler dün vardılar, bugün de varlar. Unutmamalı ki, dilimize sahip oldukça yarınlarımız da olacaktır" Z'ye katılıyor ve ayakta alkışlıyorum.
Özellikle son yıllarda, dilimize ülkemize saldırdıkları gibi saldırıyorlar. Turizm yörelerimizde, turist çekme adına, il ve ilçelerimizde de kafe zinciri adı altında, planlı kirlilik diz boyu.
Hele bir de şu selamlaşma adı altında ( S-A -K) demeleri kahrediyor beni. Kur'an'ın hiç bir ayetinde (S_A_K) yok. Tacirler, misyonerler biliyorlar ki Türk Karamanoğlu mehmet Bayin fetvasına bağlı kalırsa sırtı yere gelmez.
Sizi Kutlarım.
Saygılarımla.