- 803 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
960 - DENGESİZ
Onur BİLGE
Define’nin Marko Paşa olduğunu söylemiştim. Onun için etrafı kalabalık… Her gelen derdini anlatır. O da usanmadan dinler. Herkes anlatma çabasında zaten. Dinlemekten hoşlanan yok. Onun için dede, dertliler için biçilmiş kaftan…
Geçenlerde de Betül Hanım geldi Virane’ye. Neşle’yle beraber dedenin yanındaydık. Masamıza oturdu. Birer çay ısmarladı bize ve başladı derdini anlatmaya.
“Necmettin amca, benim de bir sorunum var. Anlatabilir miyim?” diye sordu önce. Dede ona rahat olmasını, gayet tabii dinleyeceğini söyledi. O da kimseden çekinmeden, yüksek sesle uluorta anlatmaya başladı.
Biz kalkmak istedik. Özel konular olduğu için… “Oturun kızlar! Kimseden saklım gizlim yok benim! Belki sizin için de örnek teşkil eder. Ona göre eş seçersiniz.” dedi. Kocasından şikâyetçiydi. Öyle değişik bir tablo çizdi ki hayretler içinde kaldım!
“Benim eşim bir yanar bir söner. Yanardöner… Dengesiz mi desem, nasıl anlatsam bilemiyorum. Devamlı değişen bir karaktere sahip… Gülerken ısıran cinsten… Isırırken sırıtan… Bir bakıyorum gülüyor, bir bakıyorum ağlamaklı oluyor. Belki olabilir ama bu hali bana çok zarar veriyor.
Bir gün beni methediyor, bir gün yerin dibine sokuyor! Hem de elin günün içinde hakaret ediyor. Kapıyı çarpıp çıkıyor! Ailemin, arkadaşlarımın yanında aşağılıyor, horluyor, kötülüyor. Neden öyle yaptığını sorduğumda, kötü bir şey demediğini iddia ediyor. Çok alıngan olduğumu söylüyor. Olurmuş öyle şeyler. Ne varmış öyle demişse! Ne olmuş kapıyı çarpıp gittiyse! Tellerim mi dökülmüş!
Ne zaman ne yapacağını kestiremiyorum. Bir yere gitmem gerekiyor. İzin istiyorum. “İstersen sen de gel, birlikte gidelim!” diyorum. “Sen git gel! Ben yorgunum.” falan diyor. Bahanesi çoktur. Bir bahane uyduruyor. Gidiyorum. Eve geldiğimde burnumdan getiriyor! Geç kalsam, diyeceğim ki: “Bende kabahat!” Tam vaktinde dönüyorum. Yine bir bahane arıyor, buluyor da… Başlıyor: “Sen beni düşünme zaten! “Acıkır mı acıkmaz mı, ne yer ne içer?” deme! Başkalarıyla ye iç! Sen başkalarıyla daha mutlusun zaten…” Bir başladı mı bitirmek bilmiyor!
Başkaları dediği de ya annemdir, ya da kız kardeşim… Bazen yardım ederim onlara. Ona da kızar. “Sen kendi evini temizle yeter! Neden yardım ediyorsun onlara!..” diye kükrer. Kavga çıkmasın diye seslenmem. Bu defa daha da çıldırır!
O onlardan hoşlanmadığı için benimle gelmez. Bin bir bahane bulur gitmemek için. Hem gönderir, hem kavga eder. Bir bakmışsın, kavga eden o değil! Fakat bu defa ben hemen kendime gelemem, o havaya giremem. O zaman da yüzümü güldürmek için yapmadığı şaklabanlık kalmaz.
Sürekli bir sıcak bir soğuk… Bir yaz bir kış… Bir pozitif bir negatif… Ne bir anı bir anına benzer, ne bir günü bir gününe… Aramızda ne konuşsak, kayınvalidemden duyarım. Ne zaman bir araya geldiler de ne zaman anlattı olanı biteni, şaşar kalırım! Olan, olduğu yerde kalmaz mı! Biz böyle gördük, böyle biliriz. Bu nasıl bir adam, anlayamadım! Mahalle karıları gibi dedikodu ediyor. Evde olanı biteni ona buna anlatıyor. Fakat ailesine ait olumsuz olaylar varsa, onları örtüyor. Yalanla dolanla açıklarını kapatıyor. Ailesini küçük düşürmemek için neler neler uyduruyor! Kokmuş, bastırık tutmaz ki! Sonradan da olsa kokusu çıkıyor. Nereye kadar saklayabilecek sanki! Ne arasan bunlarda!..
Annemi ve kız kardeşimi görünce onlardan oluveriyor, onlara beni kötü göstermeye çalışıyor. “Ben size gelmek istiyorum ama Betül’ü getiremiyorum.” diyor. Gözümün içine baka baka yalan söylüyor. “Neden öyle söylüyorsun Adnan! Neden gelmek istemeyeyim!” diyorum. “Orada öyle demem gerekti.” diyor. Arkalarından demediğini bırakmıyor, yanlarına gitti mi kuzu sarması oluyorlar! Bu kadar ikiyüzlülük olur mu! Aklım almıyor! Bir annemle kardeşime karşı değil, herkese karşı böyle… Bugün yerin dibine batırır, yarın göklere çıkarır!
Bazen beni sevdiğini, benden asla vazgeçemeyeceğini sanıyorum, bazen deliriyor, kuduruyor, başlıyor: “Boşayacağım seni! Yapamaz zannediyorsun ama göreceksin! Senden daha iyisi, daha güzeli yok değil! Sana kalmadım ben!” diyor. Ertesi gün, kucak dolusu çiçekle, hediyelerle geliyor. “Karıcığım, ben seni dünyalara değişmem! Saçının kılına zarar gelse kederimden ölürüm! Ben sensiz ne yaparım!” diyor.
Ben bu gelgitlere daha fazla dayanamayacağım. Ne sevdiği belli ne sevmediği… Hem en yakın dostum, hem baş düşmanım! Ne olduğu belirsiz… Kalp kırıldı mı bir daha düzelmesi mümkün olmuyor. İçim kırgın.
Bu adam aslında abdestinde namazında… Dini konularda vaiz mübarek… Öyle bir ahkâm kesiyor ki sorma! Fakat kaç kere başka kadınlarla kızlarla ilişki kurduğunu fark ettim. Kendisi de inkâr edemedi. Şahitli ispatlı… Elimde deliller var. Hem ibadet, hem zamparalık… Bu adam zıt uçlarda mekik dokumaya alışmış. Fesi başında yırtık, karısı ağzından artık! Sanki evdekine yetmiş de dışarıdakiler kusur kalmış! Böyle şeyler söylenmez ama zorla söyletiyor beni!..
Ben kararımı verdim! Daha fazla katlanamayacağım! Sabrettim sabrettim ama artık sabrım taştı! Kaç kere şans verdim ona, olmadı. Yine yaptı yapacağını! Huylu huyundan vazgeçmezmiş. Sen ne diyorsun Necmettin amca? Boşanma davası açacağım ben. İş bu raddeye geldi!”
“Ne diyeyim kızım? Anlattıklarına bakılırsa adamcağızın içinde hem melek var hem şeytan… Biri bir elinden çekiyor, alıp götürüyor, öteki diğer elinden tutuyor, alıp sürüklüyor. Melek sağ elinden çekiyor, sevaba sevk ediyor, şeytan sol elinden çekiyor, günaha sokuyor. Zıt duygularda geziniyor. Allah ıslah etsin! Değişken karakterli bir yapısı var.
Bu tipler hemen alınır darılır, çabuk sinirlenir. Kızınca kan beyinlerine çıkar! Başlarlar duvarları yumruklamaya, kapıları pencereleri çarpmaya… Kafalarını yumruklayanlar, duvarlara vuranlar da vardır aralarında.
Bunlarla bir arada yaşamak kolay değildir. İşin kötüsü, yalnız da kalamazlar. Bir takım bedensiz yaratıklardan bahsederler. Had safhada cin şeytan korkuları vardır. Sık sık kötü rüyalar, korkunç kâbuslar görürler. Ağızlarında bakla ıslanmaz. Belli bir takımı, belli bir partiyi tutamazlar. Bir sağcı olurlar bir solcu…
Herkesten korkarlar, kimseye kafa tutamazlar. “Amcam dayım!” derler onlara, alttan alırlar. O bedenle haklarını alamazlar. Hep zarara uğrarlar. Siniktirler. Vaktiyle babadan korkmuş sinmiş oldukları için kimseye baş kaldıramazlar. Herkese “Eyvallah!” derler. Ancak hanımlarına çocuklarına horozlanırlar. Zaten dışarıda kimse takmaz onları. Kendilerini evde ispatlamaya kalkarlar. Egolarını ancak o şekilde tatmin edebilirler.
Zaman zaman eşlerini alttan almalarının sebeplerinden biri de anne korkusudur. Baskın karakterli, çocuklarına olduğu kadar kocalarına karşı da edepsizliği ellerine almış annelerin yetiştirdiği pısırık tiplerdir bunlar. Sümsüktürler. Bir bakarsın, sana sarılır, iltifatlar eder, ağzı kulaklarındadır. O anda en yakınından yakındır. Bir bakarsın karşı saftadır. Sana diş bilemeye başlamıştır.
Kişilikleri gelişmemiştir. Karakterleri sağlam değildir yani. Sürekli hayal kırıklığına uğrarlar da uğratırlar da… Hastalık hastasıdırlar. Rahatsızlıklarını abartırlar. Yanlarında hastalıktan bahsedilse, onlar bin beterdirler! Başlarlar hastalıklarını anlatmaya… Aman aman!.. Parasızlıktan da bahsedilemez. Onlar bin misli parasızdırlar. Ne dense, onlar ondan da beter durumdadır. Bunu bencilliklerinden yaparlar. Kimsenin kötü durumda olması onları enterese etmez. Kendileri daima tepelerdedir.
Hayattan zevk almazlar. Kendilerini boşlukta hissederler. Her şey anlamsızdır onlar için. Dengesizdirler. Kontrolsüzdürler. Deli gibi para harcarlar, oynarlar, dans ederler, aşırı zararlı madde kullanırlar, tıksırıncaya kadar yemek yerler, kendilerini yaralarlar. Acıdan zevk alırlar. Acı vermekten de çekmekten de hoşlanırlar. Hem herkese, hem de kendilerine öfke püskürürler! Herkes kötüdür! Bir o ve ailesi iyidir! Zaman zaman maziye dönerler, ailelerini de kötülerler. Onlardan da nefret ettiklerini söylerler.”
“Aynı dediğin gibi Necmettin amca! Nasıl da bildin! Milimi milimine öyle! Hiç görmediğini, tanımadığını bilmesem, kırk yıllık ahbabın olduğunu sanacağım! Sahi nerden bildin öyle olduğunu?”
“Kimler geldi geçti elimizden kızım! Antalya’da Sırdaş derlerdi, burada Define diyorlar. Yüzlerce gencin derdini dinledim. Onlara faydalı olabilmek için okumadığım kitap kalmadı. Kütüphaneler iyi bilir beni. Senin kocanın durumu, Sınır Kişilik Bozukluğu denilen rahatsızlığa benziyor. Tedavi edilmesi lazım… Belki iyileşir o zaman. Fakat bunlar hasta olduklarını kabul etmezler.”
“Neden böyle olmuş acaba? Yaradılıştan değildir herhalde.”
“Neden olmuştur? Mesela, kardeşlerinin istendiğinden ve sevildiğinden, kendisinin istenmeyen çocuk ilan edildiğinden olmuştur. O yüzden, annesine yaranmak için ne gördüyse, ne duyduysa her şeyi ona yetiştirir. Onun gözüne girmek için temizlik ve yemek gibi ev işleri yapar. Ona hediyeler alır, iltifatlar eder. Aslında ona kızgındır. İçten içe bileylenmektedir ama sezdirmekten kaçınır.
Sana da aynen öyle davranır. Büyün bunlar sevgi açlığından, istenmediğini zannetmekten, terk edilmekten, yalnız kalmaktan korktuğu içindir. Huysuzluklarını bilirler ve terk edileceklerini kestirirler ama yine edeceklerini ederler. Şiddet konusuna gelince… Bunlar, küçükken babalarından ödleri kopan, annelerinden döndürüle döndürüle dayan yiyen çocuklar, sık sık kavga çıkardığı için kapı dışarı edilen gençlerdir. Birkaç gün onun bunun yanında kaldıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi ama süklüm püklüm evlerine dönerler ve kabul edilirler.”
“Böyle şeylerden de bahsetmişti, Necmettin amca. Aynen böyle bir çocukluk hayatı olmuş. Ergenlik döneminde de sık sık evden kovulmuş. Her defasında annesi acımış da almış içeriye. Sürekli huzursuzluk çıkarırmış evde. Mahalle ayağa kalkarmış sesinden! Komşuları söyledi. “Ne cesaretle evlendin sen onunla!” dediler bana. Onun için çocuk falan yapmaya yanaşmadım ben. Ona da eziyet eder diye. Nasılsa bu evlilik daha fazla sürmez zaten. Ben zarar gördüm, o bari zarar görmesin! Biz ayrılırız. Belki başka yuvalar kurarız. Olan çocuğa olur!”
“İyi düşünmüşsün. Yazık olurdu çocuğa! Ayrılmaya gelince evladım… Önce tedaviyi kabul edip etmeyeceğini öğren, sonra ver kararını. Allah’tan ümit kesilmez! Belki tedavi olur da evliliğiniz kurtulur.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 960