PANİK 2. BÖLÜM
2. BÖLÜM - Geçmiş Yok Olmaz
Rüzgar şiddetini artırırken Ali’nin gözleri gölün yüzeyinde oluşan köpükleri takip ediyordu. Montunun fermuarını göğsüne kadar çekti. Sigara dumanını içine çekerken Halit’e döndü. ‘Annemle aramız hiç iyi olmadı. Çocukluğumdan beri beni gerçekten sevmediğini hissederdim. Sanki ondan doğmamış gibiydim .Bana bazen öyle bir bakışı olurdu ki… Hayvan pisliğine bile daha merhametli bakılabilirdi. Bu şekilde büyümek durumunda kaldım. Günler zor geçti ama geçti işte… Bir gün var ki… Bütün çocukluğumun kötü zamanları o tek bir gün kadar etmezdi.’
Halit araya girdi, ‘Mevzuya gelsen mi artık.’
Ali kaşlarını çatıp dudaklarını büzdü. Masum bir bakış attıktan sonra devam etti. ‘Küçükken eve gelip giden çok olurdu. Mahalledeki teyzeler, tanımadığım insanlar… Annem asla odasına girmeme izin vermezdi. Çocukluk merakı var tabi bende. Bir gün bütün cesaretimi topladım ve annem yaşlı bir teyze ile içerideyken kapının kilidinden içeri baktım. Odaya annem ve o teyzenin girdiğinden emindim ama içeride iki kişi daha vardı. Şey mi demeliyim bilmiyorum. Çünkü hareket halindelerdi ama bir insanınki gibi değildi. Neredeyse tavana değecek kadar uzunlardı. Yüzlerini göremedim. Annemin etrafından daire çiziyorlardı. Duvarda gezen gölge gibi değillerdi. Bir hacimleri vardı sanki ama işte neyse anlatamıyorum tam olarak. Bu dünyaya ait değil gibiydiler kısacası.’ Birkaç saniye gözlerini kapadı. ‘Ne yaptıklarını görebilmek için parmak uçlarımda uzanıp deliğe gözümü tamamen yerleştirdiğim sırada o gölgelerden biri kapıya doğru öyle hızlı geldi ki adım attığını görmedim bile. Nasıl oldu anlamadım sanki yüzümde bir tokat patladı. Düştüğüm yerden kalkarken yüzümde sızı hissediyordum ama annemin tokatlarından hissettiğim gibi değildi. Dudaklarımı kontrol edemiyordum sanki aşağı doğru çekiliyor gibiydi. Ne olduğunu anlamadan kapı hızla açıldı. Annem çıkıp beni kolumdan tuttuğu gibi kaldırırken bilmediğim bir dilde bağırarak bir şeyler söylüyordu. Beni bi’ çöp poşeti gibiymişim gibi odamın kapısına kadar götürüp içeri fırlattı. Sonra kapıyı kilitleyip gitti. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken yattığım yerde hareket edemiyordum. Sanki bir şey beni kollarımdan ve bacaklarımdan yakalamış, sıkıyordu. Bağırmaya da çalıştım ama halim kalmamıştı. Komodinin üzerinde duran oyuncaklarıma ilişti gözüm ve rahmetlik babamın fotoğrafının yere düştüğünü gördüm. Aklıma hemen babamın öğrettiği besmele geldi. -euzubillahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim- dediğim gibi kollarım çözüldü ayaklarım serbest kaldı. Kendimi hemen yatağıma attım ve yorganı üzerime çekip besmeleyi tekrarlamaya devam ettim.’
Halit ellerini ovuşturup, ‘üff lan tüylerim diken diken oldu. Ee sonra…?’
‘Sonrası işte o akşam sabaha kadar annem odama gelmedi. Aslında bu umursamazlığına alışmıştım ama bu korkudan sonra annemi yanımda isterdim. Ama bu hiç olmadı tabi. Sabaha kadar uyumamak için kendimi tutuyordum. Çişim de gelmişti kapı kilitli olduğu için dışarı da çıkamadım. Birkaç sefer kapıyı açmaya çalıştım, yumrukladım ama açan olmadı. Ben de dolabımın yanındaki bavula işemek zorunda kalmıştım. Kapının altından her an bir şeyler çıkacakmış gibi geliyordu. Ayak sürüme sesleri, tıngırtılar, dolap kapaklarının sesleri… Dakikalarca gözlerimi kapıdan ayırmadan beklemiştim. Neyse sabaha kadar yarı uykulu yarı uyanık şekilde yatağımda bekledim. Velhasılıkelam sabah ezanı okununca içimdeki korku biraz dinmişti. Ama kapıya ne gelen var ne giden. Açlığa da dayanamayan minik bedenim…’ Dudağında çok küçük acı bir gülümseme oluştu, ‘uykuya dalmıştı…’
Halit ikinci sigarasını yakıyordu. ‘Oğlum ben olsam sabahı çıkaramazdım be.’
Ali Halit’in ağzından sigarayı alıp devam etti. Göle öyle bir bakıyordu ki sanki yaşadıklarını suyun üzerinde tekrar izliyordu. ‘Sonra evin içinde ayak sesleri duydum. Başta ses çıkarmaya korktum. Ayak seslerinin bir insana ait olduğundan emin olana kadar. Biri bağırdı. -‘Sinan komiserim şu odaya bi’ bakın.’- Bütün gecenin gerginliği üzerimden uçup gitmişti ama bu sefer de içime bir şüphe düştü. Polisin evde ne işi var. Derken benim kapı açıldı ve içeri bir polis girdi. Hemen beni kucağına alıp hızlıca evden çıkardı. Koridordan geçerken annemin odasına ilişmişti gözüm. Saniyelik bir görüntü. Annem yerde yatıyordu ama bir garipti. Elleri, bacakları olması gerektiği gibi değildi. Ve en net hatırladığım şey de şu. Yüzü mosmordu ve ağzı olabildiğince açıktı. Bu görüntüyü hiç unutmadım…’
Halit ağzından parmağını çekerken tırnağının kenarı kıpkırmızı olmuştu. ‘Mevzu bu kadar mı daha var mı?’
Ali ‘evet, bu kadar.’ demeyi çok isterdi ama… Mırıldanarak, ‘Keşkeee. Daha yeni başlıyor.’ Gökyüzüne bakıp devam etti.
‘Sonra annemin öldürüldüğü ortaya çıkmış tabi ben o sırada annemden kötü olmasın teyzemin yanında kalmaya başlamıştım. Buraya iki saatlik yol işte. Şansım olsaydı zaten bir yurtta kalmak daha çok işime gelirdi. Gariptir ki o günden beri annemi hiç özlemedim ve yokluğunu da aramadım. Aklımda iki görüntü vardı o güne dair. Birincisi o tanımlayamadığım şeyler, ikincisi de annemin cesedi… Haliyle kafamda bunlarla büyüdüm. Teyzemlerdeki günlerime girmiyorum orası ayrı bir eziyetti zaten. Şimdi gelelim asıl mevzuya…’ Halit Ali’ye bakarken gerginliğini hissedebiliyordu.
‘Yaş on sekiz olunca teyzem nursuzundan sonunda ayrılmıştım. Yine de eğitimim için yaptıklarını görmezden gelemem. Neyse ikinci hapishanemi de terk ettikten sonra ilk işim çocukluğumun evine dönmek oldu zaten. Eve girmeyeli kaç sene olmuştu.. On mu on iki mi… Evin kapısı kilitliydi. İlk düşündüğüm şey neden buranın camları kırılmamış? Neden içkiciler, esrarkeşler girip dağıtmamışlar, duvarlara spreylerle serseriler aşklarını haykırmamış?… Ne de olsa bunca zamandır kimse yaşamıyor. Diye düşünürken bahçedeki çöplerden sıyrılarak evin yan tarafına gelip yerden kocaman bir taş alıp cama fırlattım. Eski müstakil evin avantajı, hoop hemen içerdeyim. Gerçi bunca zaman sonra ilk girdiğim yerin kendi odam olmasını dilerdim ama parmaklıklar yüzünden mecburen mutfağa daldım.’
Halit aceleci bir tavırla ‘ya sikicem detaya girme mevzuya gel.’
‘Neyse içeri girdiğim gibi zaten içime bir ürperme geldi. Evde ölüm sessizliği vardı, adım attığım yerden çıkan sesler de korkumun üzerine korku katıyordu. Koridorda ilk önce kendi odama girmek istedim ama çocukluğumdan beri giremediğim, annemin cesedini gördüğüm odaya girmek daha ağır bastı. Sanki annem duyacakmış gibi parmak uçlarımda yürüyerek odanın kapısına geldim. Oda darmadağınıktı. Bir şeyler aranmış gibi. Aklıma hemen polisler geldi. Belki de dağıtıp bıraktılar. Annemin cesedinin olduğu yerde durup odayı biraz süzdüm. Derken gözüme koltukla vitrinin arasında dik duran bu amına kodumun siyah tahtası ilişti. Aklımı sikeyim, nereden gidip aldım onu elime. Neyse gidip tahtayı çıkarıp yere koydum.’
Halit, ‘Hassiktiiir. Oğlum heyecanlandım. Keşke çekirdek de alsaydım ya’ deyip eliyle devam et işareti yaptı.
Ali, ‘Sus işte anlatıyorum.’
‘Tahta simsiyah. Oda loş. Güneş battı batacak. Yani korkmak için gerekli her şey tamam. Tahtayı yere koyup ben de oturdum tahtanın başına. Dikkatlice bakınca üzerinde ortadan başlayıp köşelere kadar uzanan kırmızı renkli düz çizgiler vardı. Her çizginin üzerinde çizgi boyunca uzanan dümdüz Arapça yazılar vardı. Hepsi de farklıydı. Tahtanın orta merkezinden başlayıp gri renkte çizilmiş herbiri birbirinden ayrı beş tane daire çizilmişti. Her dairenin içerisine de spiral şeklinde yazılmış yazılar vardı. Tahta yukarıdan aşağı ve soldan sağa iki çizgiyle dörde bölünmüş, her karanin içinde de daha kısa Arapça yazılar vardı. Ben bunlara dikkatimi vermişken birden ensemde bir ürperti hissettim. Dikkatimi verip etrafı dinlerken nefesimi öyle bi’ tutmuşum ki nefes almak bi’ 15 saniye sonra aklıma geldi. Tam tekrar tahtaya dikkatimi verirken yanımdan hızla bir şey geçti ve karşımda duvarda duran saat sağa sola sallanmaya başladı. O an dedim ki burada ne işim var benim amına koyayım. Olduğum yerde kalmıştım. Kıpırdayamadım. Arkamda bir şeyin hareket ettiğini hissediyordum. Gittikçe bana doğru yaklaşır gibiydi. Cesaretimi toplayıp bir anda arkamı döndüm. Kimse yok. Tam nefesimi veriyordum ki tahtaya geri döndüğümde yüzümün bir parmak önünde simsiyah, ağzı olmayan durun delikleri gözlerine kadar çekilmiş bir suret gördüm. Yapabildiğim tek şey inleyerek bağırmaktı. Ağzımdan garip sesler çıkabildi. On sene önce yaşadığım korkunun bin katını hissediyordum. Kendimi birden geriye doğru attım. Başım sobanın taş kısmına çarptı. Biraz sersemlemiş gibiydim ama gözlerim odanın dört bir yanını tarıyordu. Mutfaktan tabak kırılma sesi duydum. Hemen ardından odamdan bir tıngırtı… Ve cılız bir ses. Biri sesleniyordu sanki. Tanıdık birinin… Baba? Nefesimi tutup dinlemeye başladım. Fısıltı netleşmişti. -Ali. Oğlum.- Hayır dedim olamaz. Babam öleli yıllar oldu. Sesi aynı şekilde tekrar duydum. Bu sefer kulağımın dibinde. Bir şey sağımda durmuş, kulağımın dibinde bana fısıldıyordu. Yüzümü sağıma çevirmemek için kendimi o kadar zor tutuyordum ki buna gerek kalmadan çenemde bir elin sıcaklığını hissettim. O an ölecekmiş gibi korktuğumu hatırlıyorum. Buradan nasıl çıkacağım diye aklımdan geçmişti. Ama tabi ki cevap belliydi. Onlar isteyince.’
‘Birden karanlık oldu. Sanki aradan yedi-sekiz saat geçmiş gibi. Gözlerimi açmaya çalışırken üzerimde simsiyah bir şey bana doğru bakıyordu. Etrafıma bakınmaya çalıştım. Sersemlemiş gibiydim. O gün annemin yanında gördüğüm şeyler şimdi benim etrafımdaydı ve çok fazlalardı. Fısıltılarla iletişim kuruyor gibiydiler. İğrenç bir koku vardı. Elli yıllık çöplerin içinde uyuyakalmışım gibi hissediyordum. Kemiklerim kırılmış gibi acıyor ve eklemlerimi de hareket ettiremiyordum. Yapabildiğim tek şey sadece bakmaktı. O kadar korkuyordum ki nefes almakta güçlük çekiyordum. Etrafı tam seçemiyordum her şey bulanık görünüyordu. Birden siyah şeyler durdu. Komutanları gelen asker gibiydiler. Ortalarında koyu kırmızı bir şey belirdi. Bana doğru yaklaşıyordu. Yaklaştıkça koku artıyor fakat görüntü netleşiyordu. Gözlerimi kapattığım halde halâ görüyordum. Yaklaşan şeyin bacaklarında öyle bir kıl vardı ki… Siyah bir keçi gibiydi sanki. Onların içinde yaşamak istiyorsun, bil diye anlatıyorum Halitcim.’
Halit yutkunmakta zorlandı. Devam et der gibi gözleriyle onayladı. Sesi çıkmıyordu.
‘Neyse bu şey bana yaklaştıkça netleşmeye devam ediyordu. Burun delikleri o kadar genişti ki domuzlar aklıma geldi. Elleri uzun ve derisi griydi, pul pul dökülmüş de etlerinin kırmızısı görünüyor gibiydi. Bacakları çok uzun, gövdesi çok kısa ve başı da gövdesinden biraz yukarıdaydı. Artık ölmek üzere olduğumu hissetmiştim daha fazlasına nasıl dayanırım bilmiyordum. Artık yüzü kulağımın yanındaydı. Farklı ama tanıdık bir lisanda bir şeyler söylüyordu. Annemden duyduğum lisan. Garip bir şekilde ne dediğini anlamaya başlamıştım. -SEN BİZİMSİN- Sesler fısıltı gibiydi ama kulak zarımı patlatacak kadar güçlüydü. -SEN BİZİMSİN-
Hayatımın orada sonlanacağını hissetmiştim. Ta ki kulağıma fısıltının haricinde, ondan daha güçlü bir ses gelinceye kadar.
-Bismillahirrahmanirrahim.Bismillahi uhruc ve billahi uhruc ve lillahi uhruc ve tallahi uhruc-
‘Ardından hayal meyal bir elin beni tutup çektiğini hatırlıyorum. O fısıltılar, o şeyler hepsi gitmişti. Sessizlik vardı. Ve karşımdaki koltukta elinde kara tahtayla mırıldanan bir dede. Gözüm duvardaki saate ilişti. O an halâ bizim evde olduğumuzu anladım. Zar zor ‘dede!’ diyebildim. ‘Sen kimsin?’
-Ben senin geçmişinim evlat…
Devam Edecek…