- 458 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
958 - TECRÜBE
Onur BİLGE
Dedenin ansiklopedik bilgisi yoktu ama tecrübesi vardı. Hepimiz ondan bir şekilde yararlanıyorduk. Yeri geldikçe bizi uyarıyor, hatalarımızı gördükçe söyleyerek düzeltmemizi sağlıyor, bunları yaparken de incinmekten sakınıyor, kullanacağı sözcükleri dikkatle seçiyordu. Sık sık: “Tecrübe acımasız bir öğretmendir, önce sınav yapıyor, sonra ders verir. İyi bir öğretmendir ama ders ücreti yüksektir.” diyordu. “Tecrübe, kuştüyü yatakta yatarak kazanılmaz. Hayatta başıma gelen ne kadar kötülük varsa, o kadar zararım oldu tecrübe edinmek için. Çok pahalıya mal oldu bana. Tecrübe sahibi oldum ama ondan faydalanacak kadar zamanım kalmadı. Keşke tamamını hayatın başında edinmiş olsaydım! O zaman belki de her şey bambaşka olurdu!”
Orçun da bir şeyler anlattı o konuda: “Ustanın birine başarısının sırrını sormuşlar. “Doğru kararlar…” demiş. Doğru kararları nasıl aldığını sormuşlar. “Tecrübeyle…” demiş. Tecrübenin sırrının ne olduğunu sormuşlar. "Yanlış kararlar…” demiş. Güzel şeyler yapabilmek için mükemmel olmak gerekmiyor dede. Mükemmel olabilmek için bir şeylere, bir yerlerden başlamak gerekiyor. Bence başarıya ulaşmak için öncelikle tecrübeli olmak değil, cesaret ve özgür düşünce gerekiyor.”
“Zaten o yapılmaması gerekenleri cesaretim ve dikbaşlılığım nedeniyle yaptım ya! Şimdiki aklım olsaydı… Haydi, başlamayayım yine! Oldu olacak, kırıldı nacak! Bu yaştan sonra tecrübem olsa ne olacak, olmasa ne olacak! ne köy oldu ne de kasaba zaten benden...”
Bir bize yol göstermez ki dede. Büyük küçük yanına kim gelirse… Kim derdini anlatırsa ona çözüm arar kendince. Çözüm bulamasa da teselli eder, dilinin döndüğünce. Kapıdan kaşları çatık girenler, yanında ağlayanlar söyleyenler, yatışmış bir halde, güler yüzle çıkarlar kapıdan. O kapıya "Mevlana Kapısı!" derim ben.
Daha dün yine bir komşu hanım, ahretliğiyle beraber geldi Virane’ye. Fitnat Hanım… Gelininden dertliydi. Onca yıllık tecrübesinin olduğunu, daha dün aldığı gelinin sözünü hiç dinlemediğini, kendi başına buyruk olduğunu, onu deli ettiğini uzun uzun anlattı, dert yandı dedeye. “Yemek yapmayı, çocuk bakmayı sanki ondan öğreneceğim! Hiç tecrübeme değer vermiyor. Karışsam kötü oluyorum, karışmasam kötü oluyor! Ne yapacağımı şaşırdım! Bana bir yol göster Allah aşkına, Necmettin Bey kardeşim!” dedi. O da ona:
“Paran varsa oğlunla otur. Gücün varsa kızınla… Aklın varsa ayrı evde yaşa!” dedi.
Kadının, oğlundan ayrılmak gibi bir arzusu yoktu. Elinden gelse rozet gibi yakasında taşıtacak kendisini. Öyle bir yapışmış ki yakasına, düşecek gibi değil!
“Oğlum bir tarafa, dünya bir tarafa! İki cihan bir araya gelse, ondan ayrılamam! O benim ilk göz ağrım… Kader ortağım… Rahmetli öldüğünde onunla kalakaldık. Elde yok avuçta yok… Ah, neler çektik birlikte! Anlatsam roman olur!” diyordu.
“Nasıl biridir oğlun?” diye sordu Define.
“Kuzu gibidir yavrucuğum. Gelin, parmağında oynatıyor! Oğlumun dizginlerini eline geçirdi. Eskiden bana sorardı bir karar alacağında, şimdi ona danışıyor.”
“Kendi kendine karar veremiyor mu? Kararsız Kâzım desene! Durum vahim!”
“Ah, Necmettin Beyceğizim, sorma! Bildiğin gibi değil! Artık o da sözümü dinlemez oldu. Eskiden bana danışırdı. Gelini getirdiğimden beri onun ağzına bakıyor. Bari sağlıklı kararlar alabilseler! Ne gezer!.. Zarar üstüne zarara giriyorlar! Dönüyorlar dolanıyorlar, ceremesini yine bana ödettiriyorlar! Oğlandan ayrılabilsem, alıp başımı gideceğim ama imkânsız!”
“Anladığım kadarıyla oğlun, yönetilen kimselerden, kendisine güveni olmayan insanlardan… Öyleleri, mutlaka başkalarının dediğini yaparlar. Doğru da olsa, yanlış da olsa onların kararlarını kabul eder ve uygularlar. Genellikle en çok kimi seviyorlarsa ona bağlanırlar, onun emrine girerler. Ona boyun eğerler. O ne derse onu yaparlar.”
“Nasıl da bildin! Gelin veriyor fiti, veriyor fiti… Oğlum beni suçlu buluyor. Karısına toz kondurmuyor! O gelin var ya o gelin! Boyu devrilesice! Oğluma büyü mü yaptı ne yaptı bilmem, ne derse yaptırıyor. Bizimki de fino gibi arkasından gidiyor. “Arkasından…” dedim de… Oğlumun arkasından “Senin saftirik oğlun…” diye başlıyor yakınmaya. Onun yaptıklarını da bana anlatıyor. Sanki oğlum o yaptıklarını ona danışarak yapmamış gibi…”
“Onlara, duyduğuma göre bağımlı kişilikte olanlar deniyor. Karar veremezler. Teşebbüse geçemezler. Çocuk gibi birinin koltuğunun altında yaşarlar. Sorumluluk alamazlar. Her şeyi karşısındakilerden beklerler. Almaya meyillidirler. Vermeye yanaşmazlar. Kendi başlarına bir yere gidip iş için müracaat edemezler. Yanlarında birisinin olmasını isterler. Yani onları birisi alacak, velisi ilkokula çocuk yazdırmaya gider gibi iş başvurusu yapmaya götürecek! Hangi işte çalışacaklarına bile başkası karar verir. Tembel yaradılışlıdırlar. Ev işlerine bile yardım etmekten kaçınırlar.”
“Aynı Hüsnü’mü tarif ettin. Aynen dediğin gibi… Çekingendir yavrucuğum. Yırtık değildir. Utangaçtır, sıkılgandır. Karısıyla arası bozulacak diye aklı gidiyor! Onun için kul köle oldu ona. Bir yumuşak yüzlüdür ki sorma! Kim ne isterse verir, kim ne derse kafasını sallar. Kalp kırmaz. Karıncayı incitmekten çekinir! Bu zamanda böyle bir evlat yetiştirdiğim için kendimle ne kadar iftihar etsem az gelir! Şu gelini getirmeseydim! Kendim ettim, kendim buldum! Ne yapayım! Yaşı otuz beş oldu. Baktım, kendi başının çaresine kendisi bakamayacak, kolları sıvadım, kız aramaya başladım. Ne bileyim başıma gelecekleri! Haspayı bir övdüler bir övdüler! Ben de inandım onlara. Buldum başıma belayı! Oğlumla arama girdi elin kızı. Karısına şirin görünmek için karşısında bin takla atıyor! o yaşına geldi, ben ona bir bardak durulatmadım daha, elin kızına yaranmak için bulaşık bile yıkıyor. Neymiş efendim, hayat müşterekmiş! Yok, kadınlar çiçek severlermiş! Her gün elinde bir demet çiçekle geliyor. Bir dediğini ikiletmiyor! Ne isterse alıyor, nereye isterse götürüyor. Eskiden ne kadar huzurlu ve mutluyduk beraber! İpin ucu kaçtı! İpin ucu geçti bir soysuzun eline! Nasıl diş biliyorum bilsen o çok bilmiş geline!”
“Anlıyorum Fitnat Hanım ama sen yetiştirmişsin onu öyle. Kendine güveni gelişmemiş. Hep kontrolünde tutmuşsun, hep kol kanat germişsin, kendi haline bırakıp, uzaktan takip edeceğine, elini bırakmamışsın ki kendi başına yürüyebilsin, özgürce koşabilsin! Duruş şeklinden bile anlaşılıyordur onun karakteri. Süklüm püklümdür herkesin arasında. Halleri hareketleri, ses tonları, diksiyonları bile farklı olur o tiplerin. Dizinin dibinde, kız gibi büyütmüşsün. Mesela masaya yumruğu vuramaz. “Bu böyle olacak! Ben böyle olmasını istiyorum!” diyemez.”
“Aynen dediğin gibi… Bu devirde kız gibi yetiştirdim onu ben. Evladım! Kimseye sesini yükseltmez. Karısı o yüzden ondan “Senin sümsük oğlun…” diye bahsediyor. Yavrucuğum uysal yaradılışlı olduğundan biniyor dalına. Oncağızın da hiç sesi sedası çıkmıyor. Gelin denen canavar iddiacı, inatçı, kavgazan! Oğulcuğum hakkını savunamıyor. Susup oturuyor, sustalı maymun gibi zavallım! Evladımı pusturdu cazgır!”
“Sanırım, Bağımlı Kişilik Bozukluğu diyorlar buna. Ona iyilik yapmaya çalışırken ne kadar büyük bir kötülük yaptığını bir bilsen! Yalnız kalınca öyle bir korumaya almışsın ki oğlunu! Korurken kollarken elini kolunu öyle bir bağlamışsın, öyle bir kundaklayıp sarmışsın ki sırtına! Kamburun gibi yapıştırmışsın! O sen olmuş artık. Benliği, senin benliğinde erimiş. Belki de kişiliği hiç gelişememiş. Babasını kaybettiği kaybettiği yaşta kalmış. Şimdi de çıkarmışsın kamburunu, gelininin sırtına yapıştırmışsın. Anlıyorum, gelinin baskın karakterli ama o kambur ondayken başka nasıl olabilir ki!”
“Kötülük mü yapmışım? Oğluma mı? Ben mi? Nasıl yani?”
“Öyle olmuş. İyilik yapmaya çalışırken… Özgürlüğünü elinden almış, köle etmişsin kendine. Köleliğe alışmış o bir kere. Azat edilse bile sahibini bırakıp gidemez ki! Hem bir başına kalamaz, kendine yetemez ki!”
“Vah vah! Ben mi yapmışım? Ne yapsam ki şimdi?”
“Ne bileyim! Ben anlamam ki Fitnat Hanım! Cahil adamın biriyim ben. Belki tedavisi vardır. Belki değiştirilebilir. Araştırman soruşturman lazım… Benim bildiğim bir söz vardır. Eskiler derler. Anası ölen hanım olurmuş, babası ölen adam olurmuş.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 958