Haydi Bana Öğüt Verin
İnsan insana niçin öğüt verir,
Niçin uyarır…
Yahut bunları bilmiyorlar mı
Niçin birileri adeta buyurur?
İşin aslı şu, ne tercih ediyorsam o tercihi tek başıma istesemde yaşayamam… Nasıl mı? Adam sigara içiyor, ben içmesem o yanımda içtikçe savurduğu dumanı bende soluyorum, yani içiyorum. Bunu uyarmadan nasıl yapacağım ki? Yahut sigara iki insanın dost olmasına engel mi olacak? Hani iki tarafta inatçı olursa kim kazanacak- Kötülük!
Ben savaştan değil barıştan yanayım. Ama adam ben istemediğim halde vatanıma tecavüz ediyor, saldırıyor… Hani ona karşı gelmesem, uyarmasam… Hani mizah ya, ya bende ölmeyi istiyordum, haydi vur beni mi diyeyim… Hani kibarlık olsun diye, gel vatanımı ele geçir, namusuma tecavüz et, benim yediğimi de sen ye… Ben hayatta kalayım ama açlığımdan-kibarlığımdan ölüp gideyim mi diyeyim? Adama ne kadar öğüt versem, işte bir kurşunu sıkıyor ve ölüyorum.
Neden bu ikilem var ki, iyi-kötü… Ya iyi olacaksın ya da kötü… Hangi tarafta olursan ol hep haklısın da! Ancak kötülük uzun vadede insanı mutlu etmiyor. Üstelik öyle acılar katıyor ki yaşama… Acaba kötülük mutluluğa düşmanı mı? Kötülük, anlık heyecanları tetikliyor. Mesela düşme ihtimali yüksek bir yerdeki iplerden yürüyerek geçen bir cambaz. Onu seyrederken seyreden bile düşmeyi hayal ediyor… Heyecan had safhada. Bu hareket kötülük mü, iyilik mi? Eğer sonu ölüm olursa elbette kötüdür, ölmezse başarıdır. Bu seçiminden dolayı ölüme meydan okumuş ve başarmıştır. Tüm yarışlar gibi… İpi göğüsleyen sadece bir kişi ve o başarılıdır, Kahramandır. Şimdi diğerleri başarısız mı? Ona nasıl bir öğüt vermek gerekir ki, hani diğer yarışı da sen kazanırsın demek gibi… Sonuçta yarışmak, ne iyidir ne kötüdür… Film seyretmek gibi… Onu seyredene bir kazandırdığı yok… Vakti öldürüyoruz işte.
Vakti öldürmek derken, bunu yapmak kişinin iyi veya kötü seçimi mi? Vaktini öldüren, mesela tembel tembel gezen, yahut mirasyedi parayla gününü gün eden…Kim niye öğüt verir ki? Herkes seçiminden sorumludur aslında… Çocuğa her şeyi öğretiyorsunuz, ergen yaşlara geliyor ve hala akşam geç gelme, şuraya gitme, burası zararlıdır gibi öğütler … Herhalde öğüdün arkasında biraz da korku var, neden ki? Herkes kendi acısını, hayatını yaşamamalı mıdır?
Hani bir lider var, habire her şeyin en iyisini biliyor. Birde kanunlar çıkarıyor, onun ürettiği kanunlar, bir öğüt niteliğinde… Yapmazsan yanarsın, cezayı yersin… Hapiste çürürsün… Hani bu öğüdü kim kulak ardı edebilir ki? Sevimli gelmese de herkes uyar işte. Hani lider dese ki, yarın sigara içilmeyecek, satılmayacak… Buna karşı gelen olursa şu kadar yıl hapis yatacak. Kaç kişi sigarayı bırakır ister istemez. Ama ben bu öğüdü içen kişiye söylesem, sigaranın tüm dumanını yüzüme üflüyor. Ben sigarı içiyorum, var mı bir cevabın! Yok elbette… Ya kavga edeceksiniz, ya boğaz boğaza geleceksiniz… Belki de sonunda siz suçlu çıkacaksınız. Böyle olunca da sigara içen hep galip, hep içiyor işte… Elleri havaya kaldırıyoruz! Bunu lider yapsa da yerden yere vuruyoruz. Bunu nasıl yapabilir, bu nasıl zülüm deniyor…
Peki iyinin-kötünün bir tarifi, kanunu var mı? hatta öğüdün ve arkasında yatan korkunun… Herkese göre bir tanımı olursa yaşanılan ortamda anarşi çıkmaz mı? İşte devreye bu anda dini inanç giriyor. Kitabın ve sünnetin içinde öğütler var. Üstelik bunu insan belirlememiş, Yaratıcı bize sunmuş. Ondan başka öğüdün kişisel boyutu kimseyi bağlamaz ama dinsel öğüt herkesi bağlıyor. İnanca göre yaşamak, kişisel öğüdü ortadan kaldırıyor. Adam mesela hiç bir dil bilmiyor, bir yabancı memlekete gidiyor ve ezanı dinliyor. Ben diyor bunlar ne diyor anlıyorum… Dini öğüt insanı ortak alana taşıyor. İnanmışsa her şeyi konuşuyor, karşısında ki de dinliyor. Ortada anarşi ve gurur kalmıyor. Büyüklenme ve aczilette…
Bir ölüm var ve sonrası… Haydi bana öğüt verin!
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.