- 514 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ne güzeldi o günler
NE GÜZELDİ O GÜNLER
Ne güzeldi o günler yokluk yaşasakta. Oyuncaklarımız olmasada hayallerimiz vardı. Televizyonumuz yoktu ama, sanki içinde birebir oyunun kahramanı olduk radyoda haftada bir dinlediğimiz tiyatroda. Ve arkası yarınlar vardı ablalarımız bir taraftan elişi yaparken bir taraftan sinema izler gibi dinlediğimiz radyoda.
Eski lastik ayakkabılarının topuklarından teker yapıp bir sırığın ucuna takar, diğer ucu omuzumuzda yolların en lüks spor otomobili olurdu motor sesi çıkararak sürdüğümüz o taşlı tozlu sokaklarda. Şeker pancarından traktör yapardık, ve arkasına römork.
Ne güzeldi o günler bisiklet alamasakta.
Tahtadan atımız vardı dıgıdık dıgıdık koşardık. Uçsuz bucaksız çöller, dağlar taşlar aşardık.
Ne güzeldi o günler, geceleri pırıl pırıl, harmanda yıkanmış buğdaylar hasırlarda sarılı. Geceleri örtülüydü üstü. Uzanırdık hasırlara, yıldızları seyrederek dalardık hayallere. Bak o yıldız benim ne kadar parlak, yok yoook, bak benim yıldızım daha parlak. Çoktaan rüyalara dalardık bile.
Ne güzeldi o günler, bisküvit arasında lokum. Yerken o ne güzel tattı kaybolduğum lezzetinde. Misketle oynardık bir kaç arkadaş, olmadı sonra saklambaç derken şeytan çatlatmaca.
Oooo, çoktan akşam olmuş yıldızlar çıkmış bile, adeta ay göz kırparken yer yüzüne.
Yok, akşama kadar kesmedi oynadığımız oyunlar. Gece devam etmeliydi ama ahırda.
Saklanırdık idarenin (şinenay) cılız loş ışığı altında ineklerin arasına, ama ebe olan çabuk bulurdu bizi, nazlı camış saklandığımız yere bakarken meraklı meraklı.
Ahırdaki gözlerimizi yakan amonyak kokusu geri bırakmazdı bizi oynamaktan.
Kuzenim saklanmıştı ama yanlış yer seçmişti, o kakıcı ineğin arkasına girmemeliydi. İnek onu bonuzlarıyla çekiştirirken bağırtısı ele vermişti saklandığı yeri.
Ne güzeldi o günler, keşke hiç büyümesemiydik ne. Hep annemin şımarık çocuğu olarak mı kalsaydım. Ablamların sırtında mı gezseydim tarladan gelirken. Yine mi korkudan türkü söyleseydim eski mezarlığın yanından geçerken. Her hafta Perşembe günü pazar için kasabaya giden babamın yollarını mı beklesem büyük heyecanla. Olur mu ki?
Yazmaya nasıl başladım, nasıl devam ettim, serim düğüm çözüm neresindeyim bende bilmiyorum. Öyle daldım ki o güzel günlere, bağlamak istemiyorum çözüme. Yazarken adeta aktığım çocukluk yıllarından çıkmak istemiyorum, hep yazsam, hep yazsaaaam hep yazsam gelmese çocukluğumun sonu.
Ne güzeldi o günler, ayağımda lastik ayakkabılar, elimde taze tereyağı sürülmüş kocaman bir somun dilimi, diğer elimde bahçeden kopardığım mis kokulu domates, koşuyorum çocukluğumun sokaklarına.
Düşmüşüm kalmışım, kanamış dizlerim umrumda mı, alışkındım zaten, biraz acıyor sonra geçiyordu.
Gece yatmadan önce dizlerine koyardım başımı, sırtımı kaşıtırdım anneme. Hiç yorulmazdı annem taaki ben tamam diyene kadar. Ama her geceee ama her gece. Bıkmazdı hiç, yada bana kıyamazdı.
Mısır yapraklarından yapılmış yatakta yatardım. Dönerken haşır huşur sesleri ninni gibi gelirdi bana. Mecburdu kurumuş mısır yaprağından yapılmış yatak, hele akşamdan fazla kaçırmışsam karpuzu, hemde bol sulu. ☺️
Sabah güneş doğarken kalkıp doğru köy çeşmesine, buz gibi suda yıkadığım yüzümüz ve uçup giden uykumuz. Çay değildi, çorbaydı sofrada kahvaltımız. Benim yerim hep aynıydı sofrada, babamla annemin arasında. Tek tabaktan yerdik, ayrı ayrı değildi tabaklarımız. Tabağın dibinde kalınca bir kaç kaşık çorba, değişmez kuraldı, benimdi o çorbanın sonu. Çünkü bendim o evin küçük çocuğu.
Şu an elli beş yaşındayım ama, bir yere bırakmıyorum, içimde yaşıyor hala o çocuk.
Ne güzel o günler, ne güzel.
Sedat YILDIRIM
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.