- 595 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
954 – AĞAÇ GÖLGESİ
Onur BİLGE
“İnsan hayatı, bir ağacın gölgesinde bir süre dinlenip, yoluna devam eden yolcunun hali gibidir. Zamanın olmadığı yerden geldik, zamanın durduğu yere doğru gidiyoruz. Er geç menzile varacağız. Buna rağmen, mümkün olduğunca geç ayrılmak istiyoruz gölgeden. Gönlümüz hiç kocamıyor. Güzellik her zaman cazip…
Gençlik, geçim derdiyle geçti gitti. İflas etmemiş olsaydım, şu anda da mal çoğaltma derdinde olurdum. İsabet olmuş. Malım da kalmadı, arttırma hevesim de… Allah beni seviyormuş ki o hengâmenin içinden çekip çıkarmış. İlkin ne kadar zor gelmişti! Nasıl üzülmüştüm! Meğer o Celal’in içinde Cemal gizliymiş.” dedi Sadullah Bey. Dede de bazı özel ve güzel konulara değindi:
“Hayatım boyunca malım mülküm olmadı. Her zaman borçlu kaldım birilerine. Fakat çok kişi tanıdım. Kadınlar, erkekler, küçükler, büyükler… Her yaştan, her meslek grubundan insanlar… En çok da gençlerle haşir neşir oldum. Hemen hemen hepsi derdini döktü bana. Ne çok olay dinledim! Ne kadar aşk hikâyesi… “Hiç param olmadı!” desem yalan olmaz. İki yakam bir araya gelmedi. Para biriktiremedim ama hatıralar biriktirdim. Anılarıma paha biçemem! Zenginliğim oldular.
Hele aşklarım… Bana ne kadar acı çektirmiş olurlarsa olsunlar, yalnızlığımda en güçlü dayanağımdı onlar. O sevgililer… Hiçbir zaman benim olmadılar ama herkesten çok benimdiler. Kendilerinden de çok… Belki değerimi bilemediler. Olsun! Varlıklarıyla içimi ısıttılar, dünyamı aydınlattılar. Hele Islak Martı! Hayatımın anlamıydı. Yıllarca sefa sürdü gönlümün sarayında.
Islak Kız… Talan etti hayatımı ama farkına bile varmadı. Aslında konduramadı. Annesinden yaşlıydım. Neredeyse anneannesinin akranıydım. Bir ben hissettim onu da aşkını da… Aşk, hep iki kişi arasında olacak değildi ya…
Sonra Kaptan’la başlayıp bu zamana kadar devam eden serüvenim… Seninle tanıştığım gün… Hep yanımda oluşun… Kıyamete kadar, Allah nasip ederse ötede de devam etmesini dilediğim dostluklarım… “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” denilmiş. İnanıyorum ki Allah burada sevdirdiklerinden orada da mahrum etmez. Bu konuda ümitsiz değilim.
Birer birer aramızdan ayrılıp gidiyor dostlarımız. Örüldüğümüz gibi sökülüyoruz. Teker teker toprağa dökülüyoruz. Önce çelik gibi dikiliyoruz, sonra bakır gibi bükülüyoruz.”
“Ruhumuz bedenimiz, sahip olduğumuzu sandığımız her şey bir emanet, bize bir süreliğine bahşedilen her şey ganimet! “Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil!” demiş Efendimiz. İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayatını!” Bütün bunların kıymetini bilebildik mi bilemedik mi? Neyi ne kadar değerlendirebildik, hayat mücadelesi yüzünden? Zaman zaman düşünürüm de içinden çıkamam, kendime sorduğum soruların. Nefsim hep müdafaadadır, yaptığım hatalar mevzu bahis olduğunda. Bense hep zem ederim kendimi! Tövbe üstüne tövbe ederim, yine de yatıştıramaz pişmanlığım beni.”
“Galiba bu hususta da benim seni teselli etmeye çalışmam gerekecek. Keşke senin gibi olabilseydim! Keşke gerçeklerin farkına çok daha evvel varabilseydim! Ümitsiz değilim ama yine de haşyetler içindeyim! Neyse ki Allah, Rahman ve Rahîm!”
“Kuşlarla birlikte uçma zamanları geçen ihtiyarlar, yaşlı ve yorgun kaplumbağalar gibi kabuklarının içinde sabırla ölümü beklerlermiş. Bundan sonra daha başka ne yapabiliriz!”
“Ne yapılırsa yapılsın, yaşlanmanın önüne geçilemez. Vücut da ömür gibi her an zerre zerre tükeniyor. Önce gözler sinyal veriyor, sonra dizler… Bekli de sevmekten, teklemeye başlıyor yürekler. Bilekler de güçlerini kaybediyorlar.
Azar azar azalıyor beden. Önemli olan ruhu genç ve zinde tutabilmek, bedenin eksiklerini göz ardı edebilmek… Önemli olan, nefsin hakkından gelebilmek, beden safrasını atarak yükselebilmek… Ruh ağırlıklı yaşamayı öğrenebilmek…”
“Kimse yaşlanmak istemiyor. Herkes yaşlanmamak için çare arıyor. Gençlik ve güzellik, beraberinde benlik getiriyor. Belki de kibir kirliliğinden arındırmak istediğinden çirkinleştiriyor Allah bizi. İhtiyarlık da bir nimettir belki. Elbette vardır bir hikmeti. Celal’i setrediyor, görünmüyor ki Cemal’i!”
“Çalışmamızı ve yaşlanmamızı emretti hayat. Kim ne kazandı bilemem ama ben biraz bilgi ve tecrübeden başka bir şey kazanamadım. Gençliğimde, ne kadar bilgisiz ve deneyimsiz olduğumu düşünür, yaşlılara imrenir, onlar gibi olmak isterdim. Mükemmel insanlar olarak görürdüm onları. Herkesin saydığı, herkese yukarıdan bakan adamlar… Ne kadar da özenirdim öyle olmaya! Hayattan almak istediklerini almışlar gibi gelirdi bana. Ya ihtiyaçları azalırdı ya da varlıkları artardı. Ne durumda olurlarsa olsunlar, içinde bulundukları durumu kanıksarlardı. Belki de onun için tatlı tatlı hatıralarını anlatırlardı. Bir taraftan da ölüme hazırlanırlardı. Ben de o yaşlardayım. Güz aylarında… Son baharın sonu kış... Kıştan öte köy yok!"
"Var azizim var! Tahtalıköy var!.."
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 954