- 618 Okunma
- 4 Yorum
- 4 Beğeni
MAZİNİN KÜLÜNDE KÜÇÜK BİR KÖZ-LUCİNDA .01
ÖYKÜ : BÖLÜM.01
Bu mazinin tozlu sayfaları arasında kalmış çok tutkulu bir aşkın öyküsüdür.
Yıl 1963 baharı.İstanbul Galata köprü_
dünden kalkan, Ada’lara giden Fenerbahçe isimli ekspres vapurla Büyük
Ada’ya gidiyorum.Vapurun alt kenarında
olan açık oturma yerinde İstanbul’un gü_
zelliklerini seyrederek,Büyük Ada’da yaşayan bir arkadaşımı ziyarete gidiyorum.
Oturduğum yerin biraz ilerisinde oturan bir çift ile,el kol hareketleriyle,
İşaretlerle konuşmaya çalışan bir genç
kız var.Bu genç kız konuşmasına bazen yarım yamalak Türkçe sözler ve bazen İngilizce sözlerle o çifte derdi i anlatmaya
çalışıyor.Genç kız çok güzel ve yirmili yaşlarda bir görüntüsü var.
Genç kız konuşmaya çalışırken zaman zamaz da dilini çıkarıp eliyle hem
dilini ve hem de burnunu göstererek de derdimi anlatmaya çalışıyordu.Tabii ki
bu durum ortaya çok da komik bir görüntü çıkarıyordu.Belli ki kız Türk değil
Yabancıydı.
Ben dayanamayıp yerimden kalttım ve
yanlarına giderek İngilizce selam verdim.
Bunu gören güzel kız,içi ferahlayarak selamıma cevap verdi.Ben ne anlatmak
istediğini sorduğumda,Büyük Ada’da yaşayan okul arkadaşı bir kızın evinin adresini sorduğunu söyledi.Ben o dilini çıkardığı komik durumun ne olduğunu sorduğumda ise.Meğerse o komik işaretlerle Büyük Ada’nın şiirlere,
şarkılara konu olan ve aşıkların mekanı
efsanevi "dil burnu" mevkiinin,adanın ne
tarafına düştüğünü soruyormuş.
Türkçe,dil ve burun kelimelerini unutmuş,karşı çift’de İngilizce bilmediği
İçin sorusunu işaretlerle soruyormuş.
Tabi ben hem onu dinliyorum hem de
kendimi tutamayıp ona gülüyordum.
Gülmem kahkahalara dönüşünce güzel
kız beni garipseyerek niye böyle güldüğümü sordu.
Ben özür dileyerek ama gülmekten de kendimi alamayarak kendisini benim oturduğum yerd davet ettim.
Yerimize oturduğumuz’da önce ingilizce konuşarak kendimi tanıttım.
Nereye gittiğini ve o aileye tam olarak ne
sorduğunu sordum.Tabii ki ismini ve
nereli olduğunu da.
Kendisi İspanyol’muş ve ismi de Lucinda
( Lusinda) imiş.
Üniversiteler arası bir eğitim programı ile Türkiye’ye bu yıl geldiğini,bu program
ile İstanbul Üniversitesinde eğitim aldığını ve eğitim programının iki yıl süreceğini anlattı.Daha çok soruları ben sordum,o anlattı.
Latin ırkının bütün güzelliklerini taşıyan bu güzel kız,yirmi yaşında,esmer tenli,Yeşim taşı gibi ışıltılı yemyeşil bir
çift göze sahip oldukça alımlı,güzel bir kız.
Ben de,ismimi söyleyerek ve de
İstanbul Üniversitesi Makina Fakültesi
son sınıf öğrencisi olduğumu anlattım.
Ayni Üniversite de eğitim aldığımızı öğrenince Lucinda çok sevindiğini,mutlu
olduğunu söyledi.
Lucinda’nın ziyaretine giittiğ kız arkadaşının evi,Büyük Ada’nın o efsanevi yeri,aşıkların buluştuğu yer "dil burnu’
mevkiindeymiş.Benim de arkadaşımla buluşacağım yer,ayni bölge olunca,kız
arkadaşıyla buluşmasına yardımcı olabileceğimi söyledim.o an İspanyol dilberinin yüzünde bir aydınlanma ve
hissedilir biçimde bir rahatlama oldu.
Vapur’da Büyük Ada’ya varıncaya
ve onunla kız arkadaşının evini bulana
dek sohbetimiz devam etti.
Bana kaldığı öğrenci yurdunun telefon
numarasını verdi,ben de benim kaldığım
yurdun telefonunu verdim.
O günden sonra birbirimizi telefon
ile her gün mutlaka arar olduk.
Bazan hafta arası iki veya üç kez ve hafta sonları mutlaka buluşuyorduk.
Bu buluşmakarımız hafta arası öğleden sonraları tiyatro veya sinema randevusu
şeklinde oluyor,çıkışta uygun bir yerde
akşam yemeği ile noktalanıyordu.
Hafta sonlarında ise,ya Ada’lar ya da
İstanbul’un diğer güzel yer ve mekanları
oluyordu.
Günler,haftalar ve aylar ilerledikçe
Lucinda ile aramıza yavaş yavaş kopmaz
sevgi ağları örülmeye başladı.
Öyle ki,birbirimizin sesini duymadığımız ve birbirimizin nefeslerini hissetmeden geçirdiğimiz günler en zorlu zamanlar oluyordu.
Onun için benim duygularım ne ise,onun duygularının da benim için ayni olduğunu anlıyor,görüyordum.
Ama ne ben ve ne de o,birbirimize bunu
açamıyor,adını koyamıyorduk.
Biz Lucinda ile 1963 yılı Nisan ayında tanışmıştık.
Yanışıklığımızın boyutu yaz sonu geldiğinde artık arkadaşlıktan daha ileri
boyuta geçmişti.Artık ikimizde duygusal
boyutta Med-Cezir’ler içindeydik.
1963 yılı Eylül’ün son haftası bir pazar günü öğle saatlerinde Lucinda ile
Büyük Ada’ya,dil burnuna gittik.
Yanımıza piknik nevalesi almıştık.
Dil burnu sahiline inip yürüyüş yaptık,
sohbetler ettik.Akşam güneş denizin üzerinde yavaş yavaş batarken deniz kıyısındaki büyükçe bir kayanın üzerinde oturup güneşin denize kavuşmasının seyrine daldık.
Hava o kadar güzel,atmosfer o kadar büyüleyiciydi ki..bir süre hiç konuşmadan kaya üzerinde sessizce oturduk.Denizden hafif bir meltem esintisi ılık ılık yüzümüzü yalıyorken,yalnızca sahile vuran küçük küçücük dalgacıkların hışırtılı sesi geliyordu kulaklarımıza.Güneş ufukta,
denizin üzerinde olanca haşmetiyle kızıldan,kızıl kırmızıya dönüşerek denizle
kucaklaşıyor,deniz onu içine alıyordu.
Bu büyülü atmosfer benim cesaretimi ve
duygularımı en üst noktaya getirmişti.
O sessizlik içinde kaya üzerinde Lucinda ile yanyana otururken,birden bedenen
Ona dönerek bir bana yakın olan elini tutup kalbimin üzerine bastırdım ve dedim ki...
- Lucinda,gözlerimin içine bak..ve gözlerini hiç kapatma...
Lucinda olaydan şaşkın bir biçimde o muhteşem yeşil gözlerini gözlerimden
ayırmayarak öylece kaldı.Ben çok heyecanla ve bulunduğumuz atmosferin
bende yarattığı duygu patlaması ile ve
onun yarattığı cesaretle...
- Seni seviyorum Lucinda...hem de çok
seviyorum diyebildim..
Lucinda bunun karşısında konuşmak istedi ama kelimeler sanki dilinde buharlaştı,dudaklarında hafif titreşimler oldu sadece...ve kısa bir duraksamadan sonra...o da benim ona yakın elimi alıp
kalbinin üzerine koyarak,dedi ki...
- Tuğal..bende seni seviyorum..çok..çok seviyorum.Ve şimdi Burada,denizin güneşi içine aldığı gibi bende seni gözlerimden içime,kalbime alıyorum.
Ebedi orada tutmak üzere...
O anda benim kalbim ve elimin altındaki
Onun kalbi göğüs kafeslerimizden dışarı
çıkacakmış,yerlerinden avuçlarımıza
düşecekmişçesine hızlı atıyordu.
-------------------
DEVAMI VAR.
YORUMLAR
Harika bir aşk hikayesi, gıptayla okudum .
Ne güzelmiş eskiden aşklar, aylarca emek verip karşılık görüp görmeyeceğini bilmeden arkadaşça görüşmeler ve zamanla duyulan karşılıklı yakınlık..
Şimdi hatırlarken bile güzel anılıyor hiç lekesiz, tertemiz.
Ne mutlu aşka bu değeri verene, kutlarım sizi Tuğal bey.
Oysa şimdi aşk ağızda oyuncak, iki günde aşık olup bir dakikada bitebiliyor.
Maziden hoş bir anı ...
Tebrikler Tuğal bey
Saygılarımla