- 660 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
951 - SONA DOĞRU
Onur BİLGE
“Benim kadar yaşlanmayı sevmeyen bir insan yoktur ama geldi çöktü üstüme bir kere.” dedi dede. Daha genç olduğunu söyleyerek teselli edenler oldu.
“Gençlik mahşere kaldı. Ruhen genç bile değil, çocuk sayılırım ama beden döküldü.”
“Siz okuyorsunuz, çalışıyorsunuz, uğraşıyorsunuz, didiniyorsunuz, hayatı iyisiyle kötüsüyle doya doya yaşıyorsunuz ama ben bu Virane’ye çakılıp kalmışım. Ne ileri ne geri… Aranızda bile yalnızım. Bu benim iç sızım… Çünkü ben sizlerden farklıyım. Yaşlıyım. Yanıma Sadullah Bey gibi yaşıtlarım geldiğinde biraz rahatlar gibi oluyorum. Sizinle gibiyim ama aslında, kendi içimde Allah’layım. Odama çekildiğimde kendi kendime konuşuyorum. Hele bazı kötü anıları hatırlayınca muhasebeye başlıyorum. Aklıma gelen hadiseleri tahlil ediyorum.”
“Kabuğunu kırmalısın! Muhasebe bunaltır insanı. Sana bir şey kazandırmaz ki dede! Aksi halde geçmişte yuvarlanıp durursun. Oysa bu gündesin. Unutma!” dedi Orçun.
“Her tahlil neticesinde hep haklı görüyorum kendimi ve bana yapılanların zulüm olduğunu iliğimde kemiğimde hissediyorum. Sizlere bakıyorum ve düşünüyorum. Tekrar başa dönsem! Sizin yaşlarınıza… İlkin çok cazip geliyor. Hayatımın en güzel yılları… Ancak yaşadıklarımı tekrar yaşamaya cesaret edemiyorum, Geriye dönme hakkı verilse, aynı yorucu işleri yapmayı ve aynı işkencelere maruz kalmayı göze alamıyorum! Durup düşünüyorum ve hayretler içinde kalıyorum! O kadar işi ben mi yapmışım! Nasıl yapmışım! O kadar iş, o kadar eziyet ve öylesi bir sevda... Nesrin! Sonra platonik aşkım! Beni bel kemiğimden yakalayarak yıllarca sarsan… Ne olduğu ne olacağı belirsiz bir gönül yolculuğu... Bir aşk ki yılan hikâyesi! Dolana dolana yayılan ateş… Döne döne bir orman yangını... Yananın, kaçanın, kaçamayanın yanı sıra yangın yerinde etrafı alevlerle sarılan, dumanda boğulan ben... Hep iki arada bir derede… Hiç bir yeri göremeyen... Kör... Körkütük... Yarısı yanık kütük... Küçücük bir çıkar yol yok üstelik… Küçücük bir ümit...
Bir arayışın hengamesinde çarpışma... Hasat... Zarar... Sonra en zıt hisler içinde alınan karar... Sonra arkaya bakmadan kaçış… Sonra savaş… Nefisle… Ruhla...”
Burada huzurlu bir hayatımız var. İyi ki sizler varsınız! Dikiz aynasına bakıyorum da… Herkes bir biçimde eziyet etti hayatta bana. En çok da para için… Biliyor musunuz? Aptal bir adam mıydım ben! Sustum. Sessizce sineye çektim her ezayı. Susmasaydım, hayatı olduğu gibi kabul etmeseydim, itiraz etseydim, belki onca eziyete maruz kalmazdım. “Her şeyim bir bedeli var.” dedim. “Hayatın bedeli bu!” Onun için sustum. Aptallığımdan değil.”
“Becerikli bir insansın dede. Ekmeğini taştan çıkarmayı bilmişsin. Bu yaşta halen bir şeyler yapıyorsun. Boş durmuyorsun.”
“Yan gelip yatmak bana göre değil. Hırsla çalıştım ama elimde avucumda bir şey kalmadı. Sağ elime gelen, sol elime geçmeden kaydı gitti.”
“Hazreti Ali de öyle dermiş. Akşamdan sabaha bir şey kalmazmış elinde. Kazandığını dağıtırmış. Dağıtmak, Allah’ın bankasına yatırmaktır. En yüksek faizi O verir! En aşağı bire on… Onun katları… Ağanın eli mi tutulur!” dedi Mahir. Sadullah Bey de kendi hayatından bahsetti:
“Ben parayı sevdim, para da beni sevdi. Paranın en büyük güç olduğunu biliyordum. Hayatımın başından bu yana azları sabırla toplamayı, küçük çaplı da olsa yatırımlar yapıp, kısa sürede büyük kârlar elde etmeyi başardım. Hep kazandım. Hep var oldu bende.” dedi Sadullah Bey. “Fakat son zamanlarda… En büyük hatam, onun bunun sözüne bakarak fabrikayı oğullarıma bırakmak oldu. Netice malum…” Define girdi söze:
“Hayatıma girenleri düşünüyorum. Baba diye biri yok… Anne girer girmez çıkmış. Onlarla kan bağı olanların hepsi… Annem ve babam sandığım, onun için onlara şımardığım, nazlandığım insanlarla aramızda uzak ya da yakın, hiçbir akrabalık bağı olmadığını anlayınca yedim hayattan ilk şamarı! Arkası geldi!” Sadullah Bey devam etti:
“Tanıyan bütün insanlar önce varlığımı kıskandılar. Onu ben aklımla ve çabamla kazandım. Gece gündüz çalışarak, kuruş kuruş biriktirerek, elime geçenleri yatırıma aktarıp çoğaltarak... Onlar çalışmadılar ve akılları yetmedi. Benim cesaretimi de gösteremediler. Onun için çok kıskandılar. Sonra onlar erken çöktü. Çok çalışmak ve Allah inancıyla benim hayatım mutlu ve rahattı. Buna rağmen ben de yaşlandım. Çalışacak gücüm kuvvetim kalmadı.” Her zamanki gibi işi şakaya vurmak istedi İhsan:
“Çarık eskidikçe kıvrar. Maratonun sonuna doğru yavaşlamak, hele hele durmak olur mu! Bu sözler boşuna mı söylenmiş?” Bu söz Sadullah Bey’e olmalıydı. Dede atıldı:
“Senin kadarken bendeki azim kimsede yoktu. Kalabalıklardayken bile kendimi yalnız hissetmişimdir. Hayatta hep yalnızdım. Dayanağım yoktu. Yalnız değilken de birileri bana dayandı, ben onlara dayanamadım. Her zaman yalnızdım senin anlayacağın.” Sadullah Bey devam etti:
“Ben de yalnız başladım hayata. Atılımlarımda da bir başınaydım. Yalnızlığımdan güç aldım aksine. Onun için daha güçlü olmaya azmederek devam ettim.”
“Bir konuda değil her konuda kendisini yetiştirebilmeli insan. Hayatın ne getireceği ne götüreceği bilinmez. Her şeye hazırlıklı olmalısınız. Ne olursa olsun başarılı olmalı, ayakta kalmalısınız. Tökezlediğinizde ezeceklerini bilmelisiniz. Ne demek istediğimi anlayabiliyor musunuz? Bu zamana kadar yapmadığım iş kalmadı. Yine de halimi görüyorsunuz.” dedi Define.
“Hayat savaş alanı… Çok kişi musallat olacak size. Ne yaparsanız, bilinçli, yani planlayarak yapmalısınız. Zararını ve kârını hesaplayarak... Ancak o zaman benim kadar yıpranmazsınız. Kazancımla kıyasladığımda, çevremdekilerden açık ara farkla öndeydim. Cesaretle savaş alanına attım kendimi. Çapraz ateşe... Bir tarafta maddi sıkıntılar, bir tarafta rakiplerim… Sabahlara kadar işimle ilgili projelerle uğraşırdım. İş başında uyuklardım. Artık yarış bitti! Şimdilerde, varlığımdan yararlanmaya alışık olanlar bunalımda... Onlar yokluğumu iliklerinde kemiklerinde hissediyorlar. Arasınlar da bulsunlar! Ne yazık ki ailem için en gerekli olduğum yerde sahneye çıkacak halde değilim.
Ben ölüme hazırlanıyorum yaşamaya değil. Ölümü çok yakından seyrettim, kanım dondu! Çok korktum Allah’tan! Az çok bilirsiniz beni. Keşke siz de görseydiniz o zamanlarda nasıl delirdiğimi! Anlatılacak gibi değildi korkum! İşin ciddiyetini görmüştüm çünkü! Hesap kıldan ince… Zerre kaçmaz! Acımanın bittiği an… Muhasebe… Orada işler o kadar dakik ki! Haksızlık yok! Ancak tek tesellim, karşımızdaki Zat’ın zalim değil, merhametlilerin en merhametlisi olması…
Bizse hep alan, gafil, bön, dünyalık… Ebleh… Maalesef O’na layık kullar olamadık! Çok tanrılıyız. Sağımız solumuz, içimiz dışımız dışımız tanrı… Evlatlar tanrı aşk tanrı sevgi tanrı sevilen maddi manevi her şey tanrı… Ya Allah? Bunlardan sadece biri mi? O kadar basit mi!.." dedi ve noktayı koydu Sadullah Bey.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 951