- 334 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR SARNICI (E-DERGİ) 11'İNCİ SAYI GİRİŞ YAZISI
YAYIMCIDAN
Bizi, yalnız biz okuyorsak ne anlamı var? Birbirimizi biliyoruz zaten. ‘Körler sağırlar birbirini ağırlar’ tadında bir döngü. Önemli olan yazının, halk katmanlarına ulaşmasıdır. Örneğin yazın dergileri ne kadar okunuyor, diye sorsak, hemen hemen herkes karamsar bir yanıt verecektir. Okumayanı anladık, tat almıyor okumaktan. Yazanlar, bu tadı tattıramıyor olabilir mi? Etki ve tepkiler, verilen ve alınanlar; at başı giden hilesiz bir dengedir. Salt okumayanı değil, diğer taraftan okunacak nitelikte yapıt üretilip üretilmediğini sorgulamak gerekmez mi?
Şiir kitapları satmıyormuş. Okur, okumaya değer bir şey bulamadığından olabilir mi? Biraz da bu açıdan bakalım mı konuya? Eleştirilmekten, sorgulanmaktan, öğretilmekten korkan yanımız oldukça güçlüdür. Yanı başımızdaki bilgiyi özümseye özümseye edinmek yerine adı belli birilerini ya da yabancı isimleri mutlak kaynak sayıp sorgusuz kabullenirsek gelir bir yerde tıkanırız. Bu yüzden, sorgulamaya kaynaktan ve günümüzde üretilen yapıtlardan başlamak gerek, diye düşünüyorum. Bunları sorgulamanın yeri salt dergiler değil elbet.
Bir şair, yazdığı şiirin niteliği konusunda diğer bir şairden onay beklemeyecek kadar şiir bilgisine sahip olmalı ve kendisine güvenmelidir. Bu tümceyi, şiire yeni başlayan bir sanatseveri; şiirin temel bilgisine, felsefesine, içerik ve tekniğine egemen olmaya sürükler, kanısıyla kurdum. Çalakalem bir şeyler yaparak öne çıkayım, para kazanayım devri kapanmıştır çoğu sanat dalında... Artık nitelikli işler, estetik değere sahip yapıtlar, adınızı öne çıkarabiliyorlar. O kadar çok seçeneğin arasından sivrilmek, günümüzde kolay değil. Yapıtın sıradışılığı, akıl sarsıcılığı, mantık onarım gücüyle orantılıdır. Daha ötesi, kültür varlıklarımızın daha farklı okunması ve farkındalıklı bir dünya algısıyla ilgilidir. Dergimizde yer alacak yapıtların da bu bağlamda olmasına özen gösteriyoruz.
Şiir Sarnıcı; yalnızca biz bizi okumayalım, yurt dışında yaşayanlar dahil herkese okuyabilsin; bizden farklı düşünenlerle diğer ülkelerin vatandaşları okuyabilsin; özellikle gençlere yazın dünyasına küçük adımlar atma olanağı verelim; amacıyla kurulmuştur. Karşılık beklemeksizin verilen bunca emek, sosyal yaşamın bir yerlerine ve insana dokunsun istiyoruz. Varılmamışa varsın diye çabalıyoruz. Yayın kurulumuz, yurt içi-yurt dışı temsilcilerimiz dahil yapıtlarıyla katkı veren tüm yazar ve şairlerimiz, gönüllü sanatseverlerdir. Ücretsiz, tüm dünyada dolaşımda olan, her dilde okunabilen, yüzlerce e-posta adresine gönderilen, sosyal medya hesaplarından kolayca ulaşılabilen bir derginin amacı, başka ne olabilir?
Alışılmışlıkları, öğrenilmişlikleri bir yana bıraksak, insanlık sofrasından yaşama sağduyuyla baksak, nasıl bir sonuca ulaşırız, sormalıyız. Edebiyatta deneyim ve bugüne kadarki kazanımlar son derece önemlidir. Bunların üzerine bir şeyler koysak daha güzel olmaz mı? Örneğin şiire, farklı bir açıdan baksak mı? Dilsel şiddet içeren bir şiiri, estetik bilimi verileriyle sorguladığımızda nasıl bir sonuç alırız, araştırsak. Kanımca bildiklerimiz yıkılmaz, şiirin yanına kattığımız amaç dışı beklentiler çökmez, tam tersi yeni bilgiler ortaya çıkar.
11. sayımızın dosya konusunu, ‘Edebiyatta algı yönetiminin yeri ve etkisi’ olarak belirledim. Yazınımızda tartışılmaya değer bir konudur. Bunu seçmemin nedeni, edebiyat dahil tüm sanatların algı güdüleme gereci olarak kullanılmaması gerektiğine inanmamdır. Bilinçli ya da bilinçsiz algı güdülemeye yönelen bir edebiyatın, sanat olmaktan uzaklaşacağı kanısındayım. Ayrıca bu konu, salt dergilerde değil; akademik düzeyde de tartışılması gereken ayrıntılı bir süreçtir.
Algı yönetimini, istenmeyen bir sonucu doğuran olumsuz bir tamlama olarak anlıyoruz. Basınımızda, algı operasyonu (güdüleme) diye söylenegelir ve olumsuz bir eylemi anlatmak için sık sık kullanılır. Bu yüzden kavram alanı bilincimize olumsuz bir eylem olarak yerleşmiştir. Algı yönetimi, insan tutumunu düzenleme yoludur ve mutlaka olumsuz olacak diye bir şey söyleyemeyiz. Algı güdüleme dersek o zaman olumsuzluk olarak anlayabiliriz.
Algı güdüleme için yazılan her metin, bugünün bilinçli bireyini rencide ediyor… Sanattan öte propaganda ya da beyin yıkama amacı taşıyor. Bilinçli bireyler, apaçık gördüğü bir olayın görünümü değiştirilerek altın tasta sunulmasından rahatsız olurlar. Daha açık söyleyelim: Aklıyla dalga geçilmesini sindiremezler. Ne var ki algı yönetiminde öyle teknikler uygulanır ki birey, çoğu zaman gerçekle önüne sürülenin arasındaki farkı ayırt edemez.
Algı yönetimi dediğimiz zaman üzerinde dikkatle durulması gereken duyarlı bir alan vardır. O da çocuk yazınıdır. Tertemiz ve saf beyinlerin algı ayarlarıyla oynamak, belki de çocuğa yaşamı boyunca yapılacak en büyük kötülüktür. Her yazar inandığı şeyin doğru olduğunu sanır. İnandığına, çocuklar dahil herkesin inanmasını bekler. Hatta onları ikna etmek üzere yoğun emek sarf eder. Daha da kötüsü, onların gelecekteki ve ölümden sonraki yaşamlarını düzenlemeyi kendisine kutsal bir görev sayar. Örneğin Dinsel motifli batıl öykülerin yerleştirildiği bir okuma kitabı ya da yine aynı tür öykülerin yerleştirildiği tarihi bir çizgi film, çocuğun ruh dünyasını ne duruma sokar? Hiç düşündünüz mü? Çocuğun yaş ve ruhsal durumuna uygun içerik üretimi ya da seçimi, eğitbilimsel (pedegoik) altyapı ve bilimsel donanım gerektirir. Kısacası bu alanda her attığımız adım, bilimsel ölçütlerin ışığında olmalıdır. Baskıcı, yaşama belli kalıplarla bakan, kurallar zincirine sıkıştırılmış insanlar oluşumuz, çocukluğumuzda bize dayatılanların bir sonucu değil midir? Ya da korkularımızın pek çoğu, çocukken ruhumuzda yaratılan faylardan kaynaklanmıyor mu?
Bireyler değişiyor; algı biçimleri de değişiyor. Buna koşut olarak toplumların yönelimi de değişiyor. Gençlerin birey olma bilinci ve özgürlük algısı, genel olarak kırklı yaş üstü kişilerin yaklaşımından oldukça farklıdır. İyi yönde evriliyor. Yazar ve şairler de, genç kuşağın algı biçimlerine karşı yönelimini ve kabuğunu değiştirmelidir. Dayatma, ikna etme, inancını aşılama, öğretisini kabul ettirme çabasını, hor görme ve aşağılama gibi dilsel şiddeti bir yana bırakmalıdır günümüz yazarı. Bu tür eylemler, sanatsal bir metinde zaten felsefesi gereği olmaması gerekenlerdir. Görüşünü kabul ettirmeye ve bu bağlamda toplumu şekillendirmeye kendisini adamış yazar/şairler, yukarıdaki tümceleri anlamsız bulabilirler. Çünkü görüşünü ya da inancını dikte etmeyi, kutsal görev ya da erdem sayarlar. Kabullendiği inancı veya öğretiyi süsleyip okurunun düşüncesinde yaşama geçirmeyi erdem saymak, günümüzde üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir tartışma konusudur. Burada şu soruyu kendimize sormalıyız: Yazarın edebiyat aracılığıyla algı güdülemesine soyunması, birey hakkına saldırı olarak düşünülebilir mi?
Şiir Sarnıcı’nın çıkış bildirisinden bir bölümceyle bitireyim yazımı:
Dergimiz; hiçbir algı güdülemesine boyun eğmeden; bilim ve sanatın olması gerektiği düzlemde yer almasına özen gösteren; öğrenilmişlik, alışılmışlık ve çarpıtılmışlıklara kulak asmadan; kendine özgü yaratıcılığı ve çağdaş sanatı temel alan; çağdaş bir anlayışla var olma çabası taşır. Dilsel şiddet içeren, ideolojik ve dinsel dayatmaya yol açan, propaganda, dinsel tebliğ ve misyonerlik amaçlı, bağıran, çağıran, hakaret eden ve kişiyi hedef alarak yazınsal eleştiri mantığını aşan metinler, sanat anlayışımıza sığmaz.
Esenlikle, mutlu günlerde okumanız dileğiyle…