- 637 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
950 – ŞEYTANIN OYUNCAĞI
Onur BİLGE
Ruhlarla bağlantı kurabilmek ve öte taraftan bilgi alabilmek için sarf edilen gayret ve harcanan zamanın haddi hesabı yok! O kadar kişi meşgul edilmiş, o kadar uzman görevlendirilmiş ki akıl alacak gibi değil! Bir de celselerde hazır olanlardan, gördüklerini anlatmaları istenmiş. Onlara raporlar yazdırılmış. Meydana gelen olağanüstü olayların doğruluğuna şahitlik ettirilmişler. Bütün bunlara gerek yoktu ki! Cin toplama esnasında olan sıradan olaylardan farklı değiller ki onlar! Madde dünyası için tuhaf olabilirler ama bedensiz varlıklar için gayet normaldir. İspata gerek yok ki!
Melekler var, cinler var… Şeytan var! Şeytanın bütün işi insanı hayırlı amellerden alıkoymak, ibadetten uzaklaştırmak, lüzumsuz işlerle meşgul etmek…
Bize ruhun mahiyetinden etraflıca bahsedilmemiş. Bedenin oluşumu detaylı bir tarzda anlatılmış, ruh hakkında fazla bilgi verilmemiş. Bizden, Allah’ın varlığına birliğine, meleklere, gönderilen kitapların asıllarına, peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine, öldükten sonra tekrar diriltileceğimize inanmamız istenmiş. Ruhun ne olduğunu arayıp bulmamız emredilmemiş. Üstümüze vazife olmayan işlerle meşgul olmamız İlahi değil, şeytanidir. Abesle iştigaldir.
Abesle iştigal, emek ve zaman israfı, şeytana hizmettir! Yapmamız gereken Kur’an’ı anlayarak okumak, ayetler ve yaratılanlar üzerinde uzun uzun düşünmek, her an zikirde ve fikirde olmaya çalışmaktır.
Allah: “O konuda size az bir bilgi verdim!” diyor. Bu ne demek? “Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ruh hakkında benim size verdiğim bilgiden milim fazlasına ulaşamazsınız!” demek! Ruhçular da diyorlar ki: “Hayır!.. Biz ulaşırız!.. Kolay transa geçebilen birini bulur, uyuturuz. Ölen birinin ruhunu çağırır, onun bedenine sokarız! Ahiret hakkında merak ettiğimiz her şeyi ona sormak suretiyle öğreniriz!” Bu ne cüret!.. Bu ne küstahlık!.. Hem çok mu lazım bize ruhun mahiyeti! Her şey bitti de bir o mu kaldı?
Bize verilen ömrü nerede, nasıl tükettiğimizden de sorgulanacağız. O zaman ne diyeceğiz?
“Allah’ım, biz senin vermediğin bilgilerin imini cimini öğrenebilmek için bir ömür tükettik. İşin aslını öğrenecek, bize bu zamana kadar anlatılanları yalanlayacaktık. Nitekim de öyle yaptık.
Kur’an’da, herkese yalnız bir ömür verildiği yazıyordu, biz o çağırdıklarımıza inanırız, o kitaba değil! Çağırdıklarımız bize ona inanmamızı, hayat hakkının bize defalarca verildiğini, mükemmel hale gelinceye kadar herkesin gelip gideceğini, ödülün de cezanın da olmadığını, bu yalanlara inanmamız gerektiğini söylediler. Biz de onların dediklerine inandık. “Nasıl olsa başka haklarımız da var!” diyerek sevap arttırmaya da günahtan sakınmaya da gerek görmedik.
Onların söylediklerine uymadığı için başta Kur’an olmak üzere bütün kitap ve sayfalara, bütün peygamberlere inanmaktan vazgeçtik. Bu evreni bir Hakim-i Mutlak değil, ona bağlı ruhsal varlıklar idare ediyormuş. Senin varlığını inkâr edemiyoruz ama seninle beraber birilerinin de olduğunu söylüyorlar. Biz onlara inanıyoruz. Çünkü onları dost edindik.” mi diyeceğiz!..
Bunlar celse esnasında oluşan bazı akıl almaz olaylardan ve onların bedensiz varlıklar tarafından yapıldığından bahsediyorlar ve bunu ispatlamak için neler neler yapıyorlar! Biz, bedensiz varlıkların olduğunu, onların madde dünyası için akla zarar şeyler yaptıklarını biliyoruz. Fakat o bedensizler ruhlar değil, cinlerdir. Celse esnasında alçıda izler de peyda edebilirler, havada kendiliğinden ortaya çıkan ışıklar halinde de görünebilirler, birtakım temas hisleri de uyandırabilirler, çeşitli sesler de çıkarabilirler, gürültüler de yapabilirler. Bunların kimlik tespitleri nasıl ve kimler tarafından yapılmış?
Cinler, yalancılıklarıyla meşhurdurlar. Bir doğru söyleseler, dokuz yalan uydururlar. İnsanlarla alay etmeye bayılırlar! Verdikleri bilgilerden anlaşıldığına göre bunlar, kâfir olan cin ya da şeytandan başkası değil. O abesle iştigal ederek ömür tüketen, güya bilime, aslında şeytana hizmet ettiğinin farkına bile varamayan zavallı Müslümanlara etmek istediklerinin neredeyse tamamını etmiş, yollarına oturup, onları dosdoğru yollarından saptırmış.
“Allah’la beraber birileri daha var. Evreni onlar idare eder.” diyerek onları buna inandırmış. Tövbe edilmeden ölündüğü takdirde, affı mümkün olmayan en büyük günahı, şirk günahını işletmiş. Sonra da Amentü’de iman için ne gerekiyorsa hepsini birer birer yalanlayarak ve yalanlatarak imanlarını birer birer çalmayı başarmış. Açık açık Amentü’yü tersten okutmuş! Bir de bunu raporlarla kaydettirmiş, şahitlerle tasdik ettirmiş, broşürler ve kitapçıklar halinde yayınlattırıp dağıttırmış, muradına ermiş!
Şeytan, insana dost gibi yaklaşır. Başlar böyle yarenlik etmeye… Önünden arkasından, sağından solundan sokulur, sağa çeker, sola çeker, öne iter, arkaya kaktırır, arzu ettiği yere, yanlışa saptırır, rahatlar!
Neler yapmışlar etmişlerse kaydetmişler. Hem hayret etmişler, hem de ispatlamak için ellerinden geleni yapmaktan geri kalmamışlar. Korkuları ya da merakları onların helaklerinin sebebi olmuş. Belki de dünyanın en akıllı insanları olduklarını kanıtlamak istiyorlardı. Akıllarınca, bilime, insanlığa hizmet ediyorlardı!
Raporlarında bahsettikleri şeyler, cinler için hayret edilecek şeyler değil ki! Celse esnasında bazı eşyaların hiçbir kimse tarafından dokunulmadan kendi kendilerine hareket edip yer değiştirmeleri garipsenecek bir olay değil. Hüthüt de Belkıs’ın tahtını anında Hazreti Süleyman’ın sarayına getirivermişti. Onun kuş değil, cin olduğu söylenir. Oradaki yer değiştirme, bir buçuk metrelik bir saha dâhilinde oluyormuş, Kur’an’da bahsedilen olay, birbirlerinden kilometrelerce uzak ülkeler arasında, gerçekleşmiş.
O esnada hafıza aldanışına veya bir halüsinasyona kurban gitmemek için eşyalar yapıştırılır, belirli yerlere tespit edilirmiş. Yerlerine sabitlenen eşyaların oralardan çıkarılarak bir buçuk metre uzağa taşınması, koca tahtın göz açıp kapatıncaya kadar kısa sürede kilometrelerce uzağa taşınması kadar zor olmasa gerek!
Olayı takip edenlerin kollarına, başlarına, sırtlarına birtakım temaslar vaki oluyor, bu olay sık görülüyormuş. Celse sonlarında, medyum trans hâlindeyken elini, murakıbın eliyle birlikte arkaya uzatıyor, murakıbın kolunu arkada bulunan biri yakalıyormuş. Bunlar ferdî veya kolektif illüzyon, halüsinasyon, hile veya hokkabazlıkla değildir ama cinler için sıradan işlerdir.
İnsanların ne diyeceklerine değil de Allah’ın ne diyeceğine önem verilmiş olsaydı, tam bir teslimiyetle emirlere riayet edilir, yasaklananlardan sakınılır, zaman en rasyonel şekilde değerlendirilir, gereksiz şeyleri kurcalamaya kalkışmak yerine, Allah’ı her gün biraz daha fazla idrak etmeye çalışılır, rıza kapısından cennet ve Cemal’le ödüllendirilmeye hak kazanılırdı.
Allah’a kul olmaya çalışmayanlar, ellerini verip kollarını kaptırdıkları şeytanın oyuncağı, cinlerin maskarası olurlar.
İman bir bütündür. Bazılarını kabul etmek, bazılarına inanmamak olmaz. Birini bile inkâr, tamamını inkâr etmek demektir. Bir ayeti yalanlamak, Kurân’ı tamamen inkâr etmek demektir. İnsanı kâfir eder!
Elektrik bulunmuş, ruhun elektrik olduğu iddia edilmiş. Radyo icat edilmiş, ruhun radyo frekansları gibi olduğu söylenmiş. Ruhun mahiyetine olan merak, tekâmülüne yönlendirilmiş olsaydı, iyiye, güzele, doğruya gitmek kolaylaşırdı. Ruh ıslah edilince, nefis teslim olurdu. Nefsin ıslahına yönlendirilseydi, nefsin kurtuluşu, ruhun da kurtuluşu olurdu.
Tasavvufi eğitim iki şekilde olur. Cehri zikirle yapılan eğitimde nefis ıslah edilir, ruh teslim alınır. Hafi zikirle yapılan eğitimde ruh ıslah edilir, nefis teslim alınır. Her iki yol da aynı yere çıkar. Tekâmül, bu şekilde olur.
Dünya, Dingo’nun ahırı değil!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 950