- 258 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜMMÜLBANU (BAN'İN) YAZARLIĞI DOĞU VE BATI EDEBİ İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA
![ÜMMÜLBANU (BAN'İN) YAZARLIĞI DOĞU VE BATI EDEBİ İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA](https://i.edebiyatdefteri.com/resim/resimli_yazi/buyuk/208773.jpg)
Doç.Dr. Terane Turan Rahimli.
Azerbaycan Devlet Pedaqoji Üniversitesi öğretim üyesi
ÜMMÜLBANU (BAN’İN) YAZARLIĞI DOĞU VE BATI EDEBİ İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA
Ümmülbanu yazarlığı Azerbaycan oxucusuna ilk kez yirminci yüzyılın 80’li iilərində sunuldu. Anar’ın "Fransa görüşleri" [1] , Rauf İsmailov’un "Arkadaşlık telleri" [2] , Nigar Abutalıbovanın "Azerbaycan-Fransa kültürel ilişkileri" [3] adlı araştırmaları gurbette yaşayan Azerbaycanlı yazar hakkında ilk edebi-bilimsel kaynaklar gibi onun kişiliğine, hayat ve faaliyetlerini karşı ciddi ilgi doğurup. 1988 yılında Hamlet Qocayevin Fransızca dilinden tercüme ettiği ünlü "Kafkasya Günleri" romanı ise Ümmülbanunu Azer-baycan edebi kamuoyuna daha yakından tanıttı.Geçtiğimiz yüzyılın kırkıncı yıllarının başlangıcında edebiyata gelen, ilk romanı "Bize" (1942) ile edebi aleme giren, ikinci eseri "Kafkasya Günleri" romanıyla yazar olarak kendini doğrulayan, edebi hayata vesika alan Ümmülbanu yara yaradıcılığı tanışma gurbette yaşayıp yaratan sənətkarla- rimizin karmaşık yaşam yolu, gergin yaratıcılıklarını mücadelesi, toplumsal-siyasi meselelere bakışı, karşılaştıkları çətinlikər, ayrıca elde ettikleri başarıların bir sıkıntı yollardan geçtiği hakkında dürüst fikir oluşturur.
Edebi ve tarihi olgulardan bilindiği gibi, Ümmü’l-banu Azerbaycan’ın ünlü petrol milyonerler Şemsi Əsədullayevin ve Musa Nağıyevin torunu, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Ticaret Bakanı, dönemin petrol endüstrisinde ulusal sermayenin altmış faize kadarının Girişimci Mirza Əsədullayevin kızıdır. O, milli tarihin en karmaşık, çelişkilerle dolu bir döneminde, ülkede siyasi iğtişaşların baş alıp gittiği, Ermenilerin Azerbaycan’da toplu katliamlar işlediği 1905 yılı Ocak ayında dünyaya gelmişti. Masum sivil halkın katledildiği o sırada babası hamile eşini ve çocuklarını sakıncalı merkezden uzak bir köye gönderdiği için ailenin dördüncü kız çocuğu, Rus araştırmacıların yazdığı gibi, bakımsız, "Allah’ın dından çıkan" bir köyde doğmuştur. Bebeğini dünyaya getirirken vefat etmiş annesinin onuruna çocuğa "Üm El - Banu" adı konmuştur. Bakü’de Ermeni-Rus birliklerinin təxribatlarndan sonra aile İran’a göç eden, altı aydan sonra Bakü’de durum sabitləşdikdə döğme şehre, eve geri başardı.
Onun seksen yedi yıllık hayat yolunun sadece on beş yılı vatanı Azerbaycan’da geçmiştir. Ülkemizde her yıl ger-ginləşən siyasi durum, idari idarəetmədəki beklenmedik değişiklikler, nihayet, 20 yılların sosyal-siyasi hayata en güçlü darbesi - Sovyet İmparatorluğu’nun iktidara gelişi milli-tarihi Tale’de amansız dönüş yarattı. Bu dönüş öncelikle ülkenin yüksek tabakasını temsil eden en nüfuzlu aileleri gibi Əsədullayevlərin ailesini sarstı. Taze hükümetin gelişi ile Mirza Əsədullayevin mülkünün müsadere edilmesi, ileride onu bekleyen daha büyük tehlikeler Fransa’ya köçməklə sonuçlanır. Yabancı pasaport alıp Türkiye’ye kaçmak için sevmediği, ama saygın bir kişiye ere gitmek zorunda kalan (bazı kaynaklarda Cemil adlı bir mühendisle aile hayatı kurduğu gösterilir, çalışmaların çoğunda ise ere gittiği nüfuzlu kişinin Bala-bey Gocayev olduğu bildirilir.) Ümmülbanunun kesme-keşli, mücadelelerde geçen hayat yolu da bu sarsıntıdan sonra başlar. 1924 yılında, 19 yaşında iken Türkiye’de kocası Balabəy Qocayevdən ayrılıp Paris’e doğmalarının yanına giden genç kadın üvey annesi ile gergin ilişkiler yüzünden evi terk etmeye ve bağımsız yaşamaya mecbur olur. İş faaliyetine Mankenlikten başlayan Ümmülbanu Paris’in çeşitli bucaqlarında satıcı, kırtasiye sekreteri, tercüman gibi çalışır. Hayat onu imkanı bulan tüm mesleklere yiyelenmeye vadar ettikçe bu sarsılmaz insanın mübarizlik azmi, mutluluk uğruna inadlı mücadelesi daha da güçleniyor.
Bu zaman Fransa’da edebi hayat kendisinin en iç açıcı ve zengin bir aşamasını yaşıyordu. Yeni edebi eğilimler, yön ve akımlar, yeni konular alemi, farklı sanatsal kahraman kavramı, değişen biçimler edebiyatı zenginleştirir, onu dünya sanat fikrinin lider konumunda saklıyordu. 20-30-cu illerin bile kaynar Fransız edebi ortamı Ümmülbanuya etki göstermeye bilmezdi. Bu nedenle bir yandan yaddaşındakıları, Avrupalıya tanıdık olmayan bir alemin yaşantılarını kağıda aktarmak, ayrıca mensup olduğu bilinen ailenin, büyük neslin üzücü tarihini sürdürmek ihtiyacı, diğer yandan Fransız arkadaşlarının ısrarıyla onu anılarını yazmaya zorlar. Bu ilk adımdan sonra genç kadın kendi yaratıcı "ben" ini yazarlık buluyor ve ömür boyu kalemi elinden yere koyamıyor.
Ümmülbanu eserlerini Banin mahlasıyla yazmış. O, bu takma büyük sevgi ile bağlandığı, gönül dostu ve yazar meslektaşı, ünlü Rus yazar İvan Buninin şerefine alıp. On bir kitap ve bir çok tercümelerin yazarı Baninin ilk eseri olan "Bize" romanı Fransa’nın ünlü "Qallimar" neşriyyatında yayınlandı. Belirtmek gerekir ki, 1911 yılında Qaston Qallimar tarafından oluşturulan, bugün de onun torunu Antuan Qallimarın direktörlüğü ile faaliyet gösteren bu prestijli yayınevi 40 yıllarında sadece Fransa’nın değil, Avrupa’nın en prestijli yayın evlerinden biri sayılırdı. Rus mülteci yazarlarının birçoğu, Zinaida Qippius, Nobel ödüllü İvan Bunin, Aleksey Remizov ve başkalarının eserlerini baskı yapan "Qallimar" yayınlar evi Azerbaycanlı yazarın ilk eserini de yayınlıyor. "Bize" romanında yazar Azerbaycan’da devrime kadarki dönemde yaşanan, toplumun tüm kesimlerinin yaşamını etkileyen, özellikle yüksek zümreyi imha eden sosyo-politik belaları temsil eder. Avrupalı için ilginç olan bir sosyal problematikaya adanan eser konusunun cazibesine rağmen Fransa edebi ortamında özel yankı uyandırabilir bilmiyor. Fakat buna rağmen ilk eseri yazarın yüzüne yeni kapılar açıyor. "Bize" romanı sayesinde o, bir ömür boyu dostluk yapacağı yazarlarla tanıştı. Alman yazar Ernst Yüngerlə dostluğun da temeli böyle konur. Romanı okuyup zengin izlenimlerle Baninə arayan Yünger onunla yaratıcılık ilişkisi tutmaya çabalıyor ve tanışma için yazarın evine gidiyor. Sonraları bu dostluk neticesinde Baninin alman yazarına adadığı üç romanı oluşur. Yanı sıra Ernst Yünger "Geliopolis" ve "Paris günlüğü" eserlerinde Banindən büyük sevgi ve saygıyla bahsediyor.
İlk eserinden dört yıl sonra yazar onu edebi ortamda tanıtacak ve sanatkar gibi doğrulayacak ikinci eserini, otobiyografik romanı "Kafkasya Günleri" ni yazdı çıkardı. Bu eser yazara büyük başarı kazandırır. Eserin neşrinden sonra Fransız okuyucusu Banin imzasını daha iyi tanıyor, onun yaratıcılığını dikkatle izlemeye başlar.Eser Azerbaycan konusunu Avrupa’da gündeme getirmişti. Burada Azerbaycan hakikatlerine, yirminci yüzyılın evvellerinin Azerbaycanına özgün telif müna-sibəti vardı. "Kafkasya Günleri" kendisinin sadece retrospektif yapısı, tekrarsız Azerbaycan hayatı, motifleri, hatıralarıyla değil, hem de tarif edilen olaylara, sosyal-siyasi gerçekliğe son derece uyanık ve keskin realist yazar münasebetiyle akılda kalıyordu. Burada geçen yüzyılın 20’li yıllarına kadarki ulusal-kültürel tarihimize, yaşam tarzımızı, örf geleneklerimize bakış bir milyoner ailesinde Avrupa eğitim ve öğretimi ile büyüyen Batılı yazarın bakışı idi. Nikpur Cabbarlının "bu" aristokrat "kadının yaratıcılık, genellikle, Azerbaycan edebiyatının olayı, milli ruhumuzun ifadesi değildir. Kendisi de sadece dil sorunu vardır sebebiyle " [4] iradi da bundan ileri geliyor. Batı kültürü ile büyüyen, hayatı, hem de milli-manevi değerlerimizi henüz doğru dürüst başa düşmeyen yaşta Batı kültürünün merkezi kentlerinden birinde yaşamaya mecbur kalan, genel olarak hayatında Batı etkisi nüfuzedici bir güce sahip olan bir yazıcıdan ədəbiyyatşünaslıq ve eleştiri "millilik" talebi, onu " Paris’e ulaşan gibi dinini değişmekte ", milletinin kültürünü bəyənməməkdə kınaması [5] geniş polemikaya yol açan ayrı bir meseledir. Ve bu tartışmada ortaya çıkacak soruların mantıklı cevabını yazarın hayat yolunda ve eserlerinde ortaya çıkarmak gerekir.
"Kafkas günler" inde Banin büyüdüğü ailedeki çocukların üç farklı kültürün - Azerbaycan, alman, rus adetlerinin etkisiyle şekillendiğini, terbiye işinde yabancı kültürün milli ruhu üstələdiyini gizlemeye çalışmaz, aksine bu yönü daha kabarık dikkate çarpdırır. Eserde İngilizce, Rusça, Fransızca ve Almanca öğrenen kız kardeşlerinin ve Baninin kendisinin doğma azerbaycan dilinde konuşmaması, avropasayağı yaşam tarzı-ne aludəçiliyin gittikçe artması vb. cehetlerin Esedulla-yevləri milli-manevi değerlerden uzaklaştırdığını, sonuçta aile içi sorunların, gerilimlerin ailenin temelini sarsıp, onu içinden dağıttığını gözlemliyoruz.
Yazıcı mensup olduğu milyoner ailesinin milli ruh ve düşüncemize, ana diline, patriarxal değerlere, milli mide-niyete soğuk tutumu hakkında oldukça dürüst fikir oluşturur. Aile üyelerinin yanı sıra kendisinin karakterinin belli çatışmnazlıqlarını, olumsuz yanlarını, yaşadığı ortamın eybəcərliklərini, "hayatın istikrarı ve güzelliğine güven kaybolan gibi biten çocukluk" dan hemen sonra gözlemlediği olumsuzlukları, bir sözle, dünyanın "kötü yüzü" nü eserde sanatsal analiz nesnesine çevirir. Böylece, seleflerinin yolunu onurla sürdüren diğer kalem-taşları gibi, o da gerçekçi sanat konseptine sonsuz rağbet ve sadakatini gösteriyor.
Eserde Ümmülbanunun ve kız kardeşlerinin dayesi olmuş Alman asıllı fröyleyn Anna hakkında yazar daha büyük sevgi ile söz eder, beyaz benizli, sarışın, ipek saçlı, yumuşak tabiatlı, çocuklara karşı son derece hassas ve dikkatli, Avrupa kültürü ile onları yakından tanıştıran ana bedeli, sevecen kadının mükemmel sanatsal karakterini yaratıyor. Kafkasya ve Fransa ortamının qarşılaşdırılması, Bakü’de sosyal hayatın belirgin özellikleri, fröyleyn Annan’ın, Mari Şar-menin, miss Kolinsin Ümmülbanuya verdikleri terbiyenin onun bakış açısına, doğrudan gelecek yaşamına etkisi romanda dolgun sanatsal yer alır. Yazar yazıyor: "Her ne kadar o, etiqadli Müslüman ailesinde, Doğu’nun tüm simgelerini içeren bir şehirde ya şayırdı, fröyleyn Anna kendi çevresinde kendine özgü Avrupa ruhunu oluşturmak bilmişti. O, bize şarkılar okuyordu, ki, bizden önce soluk benizli çocuk duymuştu, bize olağan milat yolkasını ve olağanüstü lezzetli, kremalı pirojnaları anlatıyordu, kendi ülkesinin meişetini ve adetlerini öğretiyordu, ispat ediyordu ki, sertlik ve kalıcılık da ılımlılık ve səbrliliklə karakterizedir .O, zəhmətsevər, kesin görüşlü, cesur bir kadındı. " [6]
İlk olarak otobiyografik seciyyesi ile ilgi eser Fransız okuru sadece Azerbaycan, yazarın ailesi, biyografi önemli olayları ile tanıdık değildi, hem de Avrupalının Sovyet rejimini derke yönelen sorularına dürüst cevap vermekle dünyanın gidişatına etki eden olaylarla ilgili tasavvurları da aydınlatdı. Dört yıl önce "Bize" romanı ile değişen zamanın genel karakterini verebilen Ümmülbanu "Kafkasya Günleri" nde bu karakterin daha derinliklerine iniyor. Yazıcı Azerbaycan’daki malum siyasi değişimin, Sovyet yapısının kendisine, ailesine, onun ailesi gibi tüm nüfuzunu, var-devletini, rahat yaşamını bir saatte kaybeden petrol zenginlerinin ailelerine getirdiği mutsuzluğu bir bütün milletin faciası gibi ümumiləşdirə bilir. Eserde bir neslin tarihini yansıtan olaylar fonunda somut bir dönemde Azerbaycan’ın ulusal trajedi, acı yaşantıları ve onun ağır sonuçları dolgun sanatsal yer alır. Bu, aynı zamanda Sovyet dönemi Azerbaycanında sosyalist ideolojinin etkisiyle yazılan eserlerden olaylara realist bakış açısı, aydın yazar konumu, gerçekliğin doğru mantığı derki farklıydı.
Banin yaratıcılığı geçmişe yönelen üzgün sınıflarda yanı sıra, bazen öfke, kin çaları ile de araştırmacıları düşündürüb, ama bu bazı araştırmacıların yozduğu gibi, Azerbaycan’a yönelik kin, nefret değil. Baninin xarak-terinde, yazdıklarında vatanına karşı bazen gözlenen "soğukluğu" n, "ihmali" n, uzun süre həmyerlilərin den koşman, kendisini Azerbaycan’la ilgili sohbetlerden uzak tutmanın da köklü nedenleri vardı. Bu öncelikle, onun bolşevizmlə bile rahat barışmağı vatan evlatlarına ba-ğışlaya bilmemesi ile bağlı idi. Bu yaklaşımı "Kafkasya Günleri" nde de görmek mümkündür. Fakat roman üzücü bir geçmişin sanatsal tahliline yönelse de, burada yazarın geleceğe iyimser inanç ruhu hakimdir. "Kafkasya Günleri" nin 2006 yayını sorumlu editörü Eldar İsmayılov haklı olarak şöyle bir kanaate varır ki, "Baninin" Kafkasya Günleri "romanı bitmedi, çünkü o gelecek arayışına yönelen iyimserliği içeren, Azerbaycan’ın kendisi gibi, bu verimli bölgenin - Kafkasya kendisi gibi. " [7]
"Kafkasya Günleri" nden bir yıl sonra yayınlanan "Paris günleri" (1947) romanı yazarın sanatında ikinci bir konuya - Batı gerçekliğine hassas ilişkinin sonucu olarak ilgi uyandırıyor. Yazıcının yaratıcılığında kabarık belirgin otobiyografik etkenin burada farklı yönü ortaya çıkıyor. Doğu zihniyeti ile Batı alemine mensup yazarın kendini Avrupa’ya kabul ettirme girişimi ile birlikte, burada Avrupalı okuyucunun kendi dünyasındaki Doğu’ya gizli bağlılığın sırrını açığa imkanı, gizli Doğu sevgisinin derki de dikkat merkezinde saklanır. Ümmülbanunun eserdeki başlıca başarısı bununla bağlıdır.
"Paris günleri" sürgünde yaşayıp yaratan Ümmül-Banunun Mankenlikten yazarlığa kadar geçtiği ağır, meşakkatli yolu aydınlatır. Milyonçuluqdan mahrum olan, zengin yaşam alışkanlıklarından vazgeçmek zorunda kalan genç kadının sıkıntılarının şahidi olan muhteşem şehrin onun hayatındaki önemli yerini belli-leşdirir.Vaktiyle aldığı avropasayağı talim-terbiye, dünya-görüşü, Fransızcayı bilmesi onun iş arayışında başarısını sağlayan meziyyetler gibi romanda özel vurgulanıyor. Romanda Paris’i Ümmülbanunu Banin eden, onun yazar şöhretini uzaklara götüren, yeniden yüzünü güldüren, güzelliğini cilalayan, manevi ihtiyaçlarını karşılayan, saadetini bulduğu şehir olarak görüyoruz. Paris burada Ümmülbanunun büyük sevgisi İvan Bunin, yazar meslektaşları Sartre, Henry de Monterlan, Andre Malro, Teffi, Louis Aragon, Elza Triole, Roy, Marqerit Yursenar, Ernst Yünger, Vyaçeslav İvanov, Marina Svetayeva, Konstantin Balmont, İgor Severyanin, Aleksey Remizov, Dmitri Merejkovskiy ve eşi Zinaida Qippius, Alexander Kuprin, Boris Zaytsev, Georgi Adamoviç, ressam Aleksandr Nikolayeviç Benu, filozoflar Nikolay Berdyayev, Lev Şestov, Nikolay Losskiy gibi değerli dostlar, tanıdıklar kazandığı kutsal mekan tek ölçülür.
Ümmülbanu hakkında konuşurken onun edebi təxəl-lüsünün kaynaklandığı İvan Bunin konuda söz açmamak olanaksızdır. Yazıcının görkemli rus edibi Buninlə tanışlığının tarihi yakın arkadaşı, onun edebiyata gel-məsində önemli rolü olan Rus yazar, şair, memuarçı, satirik ve tercüman Teffinin ( "Teffi" təxəllüsüylə yazan Nadejda Aleksandrovna Loxvitskaya) evindeki qonaqlıqdan başlar. Burada 75 yaşında olmasına rağmen çok neşeli ve güzel görünen gümüş saçlı Buninin fotoğrafı kırk yaşlı Ümmülbanunun dikkatini çekmiş, bu kişinin kimliği ile ilgilenmiş, onun büyük Rus yazar olduğunu öğrenmişti. Onlar 13 Haziran 1946 yılında tanıştı olmuşlardı. Bunin Doğu estetizminin tüm zarâfetini özünde cəmləş-diren bu güzel, zil siyah saçları, siyah gözleri ile dikkati çeken Azerbaycanlı kadına hayran olur, ona "cennet bağıının siyah gülü", "Şamahı prensi" veya "siyah gözlü ceylan" diye hitap ediyordu.
Ümmülbanu "Bize" (1942), "Kafkasya Günleri" (1946), "Paris günleri" (1947), "Ernst Yunkerlə görüş" (1951), "Ben afyonu seçtim" (1959), "Sonra" (1961), " yad Fransa "(1968)," son ümidin çağrısı "(1971), Ernst Yüngerin portresi" (1971), "Ernst Yünger çeşitli sifetlerde" (1989), "İvan Buninin son haceti", "Meryem’in bana anlattığı" (1991) eserleri ile fransız edebi ortamında yetenekli, özgün düşünce tarzı ve yazı manerasına sahip bir nasir kimi tanınmıb sevilmiştir. Onun adı Batı oxucusuna hem de mükemmel çeviriler yazar olarak iyi bilinmektedir.Fransızca diline tercüme ettiği dünya edebiyatı incileri onun edebi yeteneklerinin daha bir şaxəsinin göstergesidir. O, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin "Özge karısı" eserini, Tatyana Suxotina Tolstayanın "Xati-reler" ini Rusça, Ernst Yunkerin "Barış" romanını, Grigori Martonun "Dostum Blizzar" ve VTVakdın "Ser Polun gerçekten dedikleri" eserlerini almancadan Fransız diline çevirmiştir.
Hamlet İhtiyar, Nikpur Cabbarlı Ümmülbanunu "Azerbaycan asıllı Fransız yazar" adlandırırlar. Bu, tamamen yasaldır. Tüm dünyanın büyük sevgiyle okuduğu Gabriel Garcia Markes de Amerikan yazarıdır, ama İspanyolca esillidir ve onun eserlerinde İspanyol ruhunu görmemek olmuyor. Sadece edebiyatta değil, dünya ince sanatında buna benzer yüzlerce gerçeği hatırlamak olur. Banını de okuyunca onun azerbaycanlı olduğunu ve ister istemez eserlerinde bu ruhu yansıttığını (hatta Azer-Baycanı tebliğ başarısız de!) Görüyoruz. O, ilk bakışta, Azerbaycan’dan gitmeye mecbur edildiği dönemden kendisini vatanından zoren soğutan (ya da böyle görünmeye çalışan), ona karşı bazen ihmal, bazen kızgın pozisyondan konuşan, tamamen Avropalaşan, bu yüzden de araştırmacılar tere-finden döne döne itham edilen bir Batılı yazar izlenimi veriyor. Fakat bu, aldatıcı izlenim. Aslında, Ümmü’l-banu kalbinin derinliklerinde hiçbir zaman Azerbaycanlı oldu-ğunu unutmayıp, fakat vatanının Rus esaretinden kurtulamadı bilmemesinden mahcubiyet duyması onu kendi ülkesi hakkında olumsuz kanaatlere yol açtı. 90’lı yıllarda Karabağ olayları yeni alevlenen Ümmülbanu yıllarca kalbinde, yazılarında ustaca gizlemeyi bildiği Azerbaycan sevgisini daha Avrupa kamuoyundan gizlemek istemiyor. Çünkü bu, onun uzun zaman beklediği ilahi adalet olduğunu, ailesini, tanıdığı değerli insanları, bir bütün Azerbaycanı mahveden sosyal yapının sonu ulaşmıştı. Azerbaycan hayatını yeni mecraya yöneltecek siyasi olaylar Ümmülbanunun hayatının son yıllarına rastlar. Hani, Paris’te "Azerbaycan evi" Derneği üyesi ve ateşli yazar gibi Fransa basınında ülkesiyle ilgili teessubkes konuşmalar yapıyor, 80’lerin sonu, 90’ların başında Azer-baycanda giden süreçleri son derece hassas bir tutum bildirirdi.
Banin kendi vətənpərvərliyini, millətsevərliyini, gurbette vatanı için endişelenen bir Azeri’nin duygularını, siyasi haksızlıklara karşı objektif konumunu bölge konusunda yazdığı makalelerinde temsil eder, çağdaş Azerbaycan gerçeklerini Fransa kamuoyuna, genel olarak Batı ortamının dikkatine çatdırırdı. "Mond" gazetesinin 20 Ocak 1990 tarihli sayısında redaksiyanın "Azərbay-canlı yazar Ümmülbanu Azerbaycan’ın bakış mesafesi belirtiyor" remarkası ile yayınladığı "Dağlık Karabağ" adlı makalesi bunun açık göstergesidir. Bu makalede Karabağ tarihi hakkında bilgi veren yazar, Ermenilerin Azerbaycan topraklarında XIX yüzyılın başlarında İran-Türk savaşı sonucunda Çarlık hükümeti tarafından yerleşik-laşdırılması, daşnakların bolşeviklerle Azerbaycan aleyhine birleşmesi, Azerbaycan’da yaptıkları facialar, toplu katliamlar hakkında Fransa kamuoyunda aydın fikir oluşturur. Tesadüfi deyil ki, 29 Ekim 1992 tarihli "Fiqaro" gazetesi Baninin ölüm haberini veren yazıda bu ilk Frankofon Azerbaycanlı yazıcıdan "Azerbaycan’ın" milli şöhreti "gibi bahsediyordu.
Ümmülbanu (Banin) yaratıcılığı tüm parametreleri ile Batı-Doğu edebi-kültürel ilişkilerinin gelişmesinde müs-Tesna öneme sahip olup, Azerbaycan milli-tarihi zengin-ğını Fransa’da, Batı edebi ortamında tebliğ etmek, Fransa ve bir bütün olarak Avrupa kültürünü Azerbaycan okur-suna tanıtmak açısından değerli edebi məxəzdir.
[1] Anar. Fransa görüşleri. "Bakı" gazetesi, 9 Ocak 1985 tarihli.
[2] İsmayılov R. Arkadaşlık telleri (Fransa-Azerbaycan edebi ilişkileri). Bakü, 1982.
[3] Abutalıbova N. Azerbaycan-Fransa kültürel ilişkileri. "Gobustan" sanat koleksiyonu, № 3 (75), 1987.
[4] Cabbarli N. Azerbaycan göç nesri . Baki: "Çaşıoğlu» ", 2011, s.19
[5] Quliyev V. Son yılların yazıları. Bakı: Ozan, 2009, s.62
[6] Банин (Ум-Эль Бану). Кавказские дни. Баку, «Кавказ», 2006, с.9
[7] Банин (Ум-Эль Бану). Кавказские дни. Баку, «Кавказ», 2006, с.4.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.