- 626 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
945 - RUHÇULUK
Onur BİLGE
Misak olayı, Viraneciler arasında epey yankılandı. Kaç kere yaratıldığımız, kaç kere öldürülüp kaç kere diriltildiğimiz, Kâlu Bela’da ruhların bir araya gelip gelmediği, ölenlerin ruhlarının nereye gittiği, onların bizi duyup duymadığı, onlardan mesaj alınıp alınamayacağı, kabir azabının olup olmadığı başlıca merak konularındandı.
Aramızda, parapsikoloji konusunda araştırma yapanlar vardı. Bunlardan biri de Işıl’dı. O, başına gelen acı olaydan sonra uzun süredir tedavi oluyordu. Doktorların yanı sıra ailesinin teşvikiyle falcılara, medyumlara, şifacılara da gitmiş, onlardan da medet ummuş ama bir yarar sağlayamamıştı. Ancak nasıl aldatmacalarla gözünü boyadılarsa, acayip bir şeylere şahit olduğunu iddia ediyordu. Çoğunluğu inandıramadığı için konuyu derinlemesine araştırmaya başlamış ve o konuda epey bilgi edinmişti. Onun için hemen öne atıldı ve öğrendiklerini aktarmaya başladı. Dersine iyi çalışmış olduğu görülüyordu. Not almakta zorlanmış olsam da ben de o konuda uzmanlaşmış olduğum için başarılı olduğumu düşünüyorum.
“Spirtüel, Fransızca kökenli bir sözcüktür. Spiritüalizm ruhçuluk, ruhlarla irtibata geçme inancına dayalı bir felsefedir. Spiritüalist, güya ruhlarla bağlantı kuran kimsedir.
Ruh çağırma seansları Amerika’da başlamış ve kısa sürede yaygınlaşmış. Bu olay din adamlarını da bilim adamlarını da küplere bindirmiş!
İlk ruh çağırma olayı, Rocherter’in batısında, Hydesville’deki köyde, 1848 kışında, on beş yaşındaki Maggie Fox ve on bir buçuk yaşındaki kız kardeşi Katy tarafından başlatılmış. Bu iki muzip kız, geceleri çiftlik evlerindeki yatak odalarında acayip sesler çıkararak anneleri Margaret’i korkutmayı ve çevrelerini bu akıl almaz olaya inandırmayı başarmışlar. Yukarıdan sarkıttıkları ipe bir elma bağlayıp onu aşağı yukarı hareket ettirerek, sağa sola vurdurarak ve eklemlerini kıtırdatarak çıkardıkları sesleri, canice öldürülen bir işportacının kendileriyle iletişime geçmek için çıkardığını söylemişler. Maktulün, sordukları soruların olumsuzlarına bir kere, olumlularına iki kere tıkırtı çıkararak cevap verdiğini, sorduklarından öğrendiklerine göre cesedin bodrumda gömülü olduğunu bildirmişler. Bodrum kazılmış. Birkaç hayvan kemiği çıkmış. Fakat ablaları olayı herkese yaymış.
Ruhlarla bağlantı kurma olayı, din adamlarının imdadına yetişmiş. İddia ettikleri dini gerçeklerin bilimsel olarak ispatını isteyen rasyonalistlerin karşısında ezilip büzülmekten kurtulmuşlar. Ruhçuluğa bağlanmışlar. Medyumlar ortaya çıkmış ve bu işten büyük paralar kazanmaya başlamışlar.
Ruh çağırmaya inanmayan, Buffalo Üniversitesi araştırmacıları 1851 yılında ruhlarla iletişimin olmadığını, o tıkırtıların, kızların elmayı ve eklemlerini hareket ettirerek çıkardıkları öğrenmişler. Fakat bu da o akımı durdurmaya yetmemiş.
İlk olaydan kırk yıl sonra yaptıklarının bir oyun ve bir aldatmacadan ibaret olduğunu itiraf eden Maggie bile inandırıcı olamamış. Ne yazık ki bu çirkin olay dünyaya yayılmış ve önü alınamaz bir hal almış.
Maggie, 1888 yılında, kardeşiyle beraber, sırf eğlence olsun diye annelerini korkutmak için geceleri ipe bağladıkları elmayı aşağı yukarı hareket ettirerek, yere vurdurup zıplatarak ve eklemlerini kıtlatarak o sesleri nasıl çıkardıklarını itiraf etmekle kalmamış, bunu sahnelerde canlandırarak halka anlatmış ama inandırıcı olamamış. El ve ayak parmaklarını kıtlatma alıştırmaları yaparak kazandıkları becerilerle o sesleri çıkarmayı öğrendiklerini söylemiş ve doktorlara teyit ettirmiş. Fakat insanlar, gerçeklere inanmak yerine aldatmacalara kanarak teselli olmayı tercih etmişler, o uğurda avuç dolusu paralar harcamaktan vazgeçmemişler. Maggie, bakmış ki itirafı işe yaramıyor ve çok para kazandırmıyor, bu defa da itirafını yalanlamayı, önceki gibi aldatmacalara devam ederek servet sahibi olmayı yeğlemiş ve çocukluğunda başlattığı oyunu gelir kaynağı ederek, ömrünün sonuna kadar sürdürmüş.”
Özcan Bey de anlatılanları dikkate dinledi. Işıl’ın sözünü bitirmesini sabırla bekledi ve sonra bildiklerini ve inandıklarını anlatmaya başladı:
“Onlar ruhun varlığına inanırlar. Ruhun varlığı gerçektir ama insanlarla iletişime geçemezler. Onların ruh çağırma seanslarına davet ettikleri ruhların yerine, aracıymış gibi ya da kendisiymiş gibi gelenler, cinlerden başkası değildir.
İnsanın, içsel dünyasını keşfetmesi iyi ve faydalı olduğu halde, başkalarını da etki altında bırakması onaylanamaz. Kendini bilen Rabbini bilir. Fakat bunlar, kendilerini bilmeye çalışırlarken yanlışa sapıyor, yalancı cinlerin verdikleri yanlış bilgilere inanıp, Kur’ân’da bildirilenleri yalanlayarak dinden çıkmış oluyorlar.
Merak, insanın başını derde sokan çok güçlü bir dürtüdür. Allah’ın bilinmesini istemediği şeyleri şeytandan öğrenmeye kalkmak kadar büyük bir hata olamaz! Ruh çağırmaya kalkıp cinleri başlarına musallat edenler, doğru yoldan sapanlar, yanlışa düşenlerdir. Yanlışa düşmekle de kalmaz, acınacak hale düşerler. Çünkü cinler kolay gelir, gitmek bilmezler. Davet edeni küfre götürdükleri gibi, onu kendilerine oyuncak ederler, delirtmeden bırakmazlar!”
Define de sessiz kalamadı. O da bir şeyler söylemek için atıldı ve şöyle dedi:
“Bazı insanlar, başlangıçta ruh çağırmaya inanmadıkları halde sırf eğlence olsun diye o toplantılara katılırlar. Ya meraktan ya da korku ve heyecan dolu bir macera yaşamak istediklerinden o seanslarda bulunurlar. Masanın üzerindeki kahve fincanının hareketine göre ruhsal âlemden mesaj aldıklarını zanneder, giderek buna inanmaya başlarlar. İmanlarının çalındığını, şirke düştüklerini fark edemezler bile! Kara gecede kara karıncanın, kara taş üstünde yürümesi gibi…”
Sadullah Bey’in de söyleyecekleri vardı elbette. Üçü de bizim için telaşlanmışlardı. İman meselesiydi. Haliyle çok önemliydi!
“Spiritizma, gaybı kurcalamaktan başka bir şey değildir. Allah, bilmemizi isteseydi bildirirdi, gizlemezdi. Gizlediklerini öğrenmeye çalışmak, başkasının cebine el sokmak, çantasını karıştırmak gibi çok çirkin bir iştir.
Ülkemizde de ünlü yazarlardan, aydınlardan bile parapsikoloji ve spiritizmaya ilgi duyanlar vardır. İçlerinde, medyumluk yapanlar ve ruh çağırma seansları düzenleyenler az değildir.” dedi ve Define’ye baktı. Onun da o konuda bilgisinin olup olmadığını anlamak ister gibiydi.
“Matmazel Noraliya’nın Koltuğu ve Yalnızız adlı romanları okumuştum. Onlarda da bu konuya olan merak apaçık görülüyor. Peyami Safa da onlardanmış. Bir edebiyat dergisinde rastlamıştım da ağzım bir karış açık kalmıştı!
Şair Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç’in, transa geçerek Çedikçi’nin ruhunun ona geldiğini ve kan ter içinde, kendinden geçmiş bir vaziyette Çedikçi Süleyman Efendi’nin sesiyle ve ondan aldığı ilhamla tasavvuf şiirleri okumaya başladığını, Vâridât-ı Süleyman’ın, o celseler esnasında onun ağzından çıkan dizelerin kaleme alınmasıyla toplandığını iddia etmiş. Gelen Çedikçi miydi yoksa cin miydi! İnananların da imanı gitti!
1949’da, Enis Behiç’in ölümünden hemen önce basılan bu kitap, bir de mutasavvıf Ömer Fevzi Mardin tarafından1951’de şerh edilmiş ve üç cilt halinde Vâridât-ı Süleyman Şerhi adıyla yayınlanmış. Neler oluyor dünyada!
Halk arasında büyük bir merak uyandıran bu konuyla ilgili birçok dergi çıkarılmış, kitaplar basılmış. O kitapların tamamı, Garbis Fikri’nin Gayret Kitabevi’nden çıkmış. Çok enteresan, öyle değil mi?” dedi dede de.
Kimimiz aydınlandık, kimimizin kafası iyice karıştı. Bundan eminim. Çünkü fısıldaşmalar ve tartışmalar arttı. Bu konu, diğer konular gibi kapatılacağa benzemiyor. Parapsikoloji, ruh çağırma, yani cin toplamayla sınırlı değil.
İnsanlar, hak dururken batılla neden ilgilenirler de başlarını belaya sokarlar, bilmem ki! Şeytan, ilk insanla eşini kandırdı, yetmedi, evlatlarıyla da elinden geldiği kadar cebelleşiyor! Ne yazık ki hemen hemen her seferinde de galip geliyor!
Bütün bunlar başımıza meraktan geliyor. Gizlenen her şey merak uyandırıyor ve insanı esir alıyor. Şeytanın maskarası yapıncaya kadar da azat etmiyor!
İnsanın başına ne gelirse, hep meraktan, hep meraktan…
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 945