- 725 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
941 - BUL BİRİNİ EVLEN
Onur BİLGE
Akciğer embolisinin ne olduğunu, hem çalışıp hem okuyan dört çocuklu Bursalı bir arkadaşımızın hanımı kalp krizinden ölünce öğrendim. Kan pıhtısı gibi bir maddenin, akciğerlerdeki bir atardamara ulaşması ve onu tıkamasıymış. Kan pıhtısı, yaralanma gibi nedenlerle falan daha çok bacaklardaki derin damarlardan gelirmiş. Akciğer hastalanınca kalbi sıkıştırır, ölüme sebebiyet verebilirmiş.
Epey oldu eşini kaybedeli ama henüz kendine gelemedi Adnan. Eskiden bu kadar sık gelmezdi Virane’ye ama yere göğe sığamıyor! Bu aralar mesaiden sonra, tatil günleri hep orada oluyor. Dertli deli olurmuş. Define avutuyor onu. Elinden gelen tek şey teselli edici sözler söylemek… Başka nasıl yardımcı olabilir ki! Kolay değil tabii ölümü kabullenmek. Bir de dört çocuk kalmış geride. İyi ki annesi sağ da o bakıyor. Zaten beraber oturuyorlardı. Kocasını trafik kazasında kaybedince gelmiş oğlunun yanına İnegöl’den.
“Ecel gelmiş, baş ağrısı bahane... Saniyesi salisesi olmuş. Kendini suçlama hiç. Onu kimse engelleyemezdi. Ecel ânı gelince, ayağı takılır düşerdi, yine olurdu olacak olan. Onu Allah çağırmış. Ölüm kötü olsaydı, Resulullah Efendimiz ölmezdi. Gerçi erkek değil ama terhis teskeresini almış. Askerliği bitmiş. Şimdi sılada o. Cennet nimetleri içindedir İnşallah!” diyor.
“Çocuklara üzülüyorum. Annelerini nasıl arıyorlar bir görsen! Dayanamazsın! Zor olan ayrılık! Bir daha gelemeyecek olması… İşte o çocuklar için… Zor, çok zor… Annem de “Ne olacak bu çocuklar? Ben yaşlıyım. Nasıl bakacağım? Bul birini evlen!” diyor. Kolay sanki! Dört çocuklu adama kim gelir!”
“O zaman o bulsun! Yok mu İnegöl’de bir akraba kızı falan? Ancak akrabalarından birisiyle evlenirsen belki onlara merhamet eder de bakar.”
“Eşim akrabamdı zaten. Teyze kızıydı.”
“Yine yakınından birisini almaya bak! Vefalı, merhametli bir kız olsun! Sen ona şefkatle bak, o da çocuklarına iyi davransın.”
“Ruhlar evli olur mu? Hani ruh eşi falan deniyor ya...”
“Bence olmaz. Ruh, ana karnındayken verilir bedene. İnsan yalnız doğar, Ebu Zer gibi yalnız yaşar ve yalnız varır huzura. Hesabını da yalnız verir.”
“Yalnız mı yaşar? Vefatına kadar hep birlikteydik. O hiç yalnız kalmadı ki!”
“Acılarını birlikte mi çektiniz! O zorlandı nefes alırken, sen değil… O can verdi. Bir başına… Kimse Allah kadar yakın değildi ona, can verme ânında. Kimse bir şey yapamadı. Doktor, ilaç, onca alet nafile… Öyle değil mi?”
“Kabristanda kabir ehli konuşmazlar mı? Arkadaşlık, komşuluk etmezler mi orada?”
“Komşu olurlar ama bence konuşmazlar.”
“Neden? Allah izin vermediğinden mi? Birbirleriyle de mi konuşmazlar?”
“Bence konuşmazlar. Çünkü onlar iki haldedir. Sağdan cenneti seyretmektelerse, deli mi onlar laflamak isteyecek! Soldan cehennemi seyretmektelerse, zaten kabir azapları da vardır! Vay hallerine!.. Onlar kendi dertlerine düşmüşler! Nefes aldırmazlar ki onlara laflasınlar! Başlarını kaldıramazlar! Ne diyorsun sen!..”
“Ruh hali ayrı ayrıdır. Eyvallah ama bana denecek şey mi bu dede!..”
“Ne yapayım evlat, sen zorladın! Rahmetli dört çocuk anası… O masumları doğururken büyütürken çektiği emek nedeniyle Allah bağışlamıştır onu. İnşallah! Dua et! Onlar için gönderilen hediyeler, yaşıyorlarmış da nefes alıyorlarmış gibi bir ferahlık ve mutluluk verirmiş. Böyle bir dalga gibi gelir geçermiş içlerinden. Onun için dua beklerlermiş. “Hiç kesilmese dualar!” derlermiş.”
“Rüyamda görüyorum. Hiç konuşmuyor ama. Bir şey soruyorum, cevap yok!”
“Allah izin vermezse bir şey diyemezler. Cevap veremezler. Allah dilerse başka… Rüyada konuşmaları bile izne bağlıdır. Birbirleriyle konuşmaları da öyle… Öldükten sonra vasiyet eden sahabeden bahsedilir. Birinin rüyasına girmiş, sakladığı bir şeyin yerini söylemiş ve ondan, onu oradan çıkarmasını ve adını bildirdiği kişiye vermesini istemiş. Bundan da anlaşılıyor ki insan ölse dahi dünyayla alakalıdır. Allah dilerse, ölüye bile vasiyet ettirebilir. Rüya kanalıyla birisiyle irtibata geçirebilir. Bence iyi kullar, burada işlerini çabucak bitirip gidenler… Vakitlice gitmek ne iyi! Hayat gittikçe ağırlaşıyor. Bu dünyada bir şey yok! İş var iş… Hep iş… Yemek yemek bile iş… Hazmetmek bile zor! Ruh olmak ne güzel! Özgür, olabildiğince. Tabi iyilerdense… Namaz, dinin direği ama bazı hallerde o bile kurtaramıyor insanı. “O üşenerek namaza kalkanlar yok mu!...” diyor Allah. Gerisini sen düşün!..”
“Hâlâ gece gündüz ağlıyorum ben. Kendimi tutamıyorum.”
“Sen hayata bak şimdi. Ölüm sana çok yakın değil. Sen çok uzun yaşayacaksın İnşallah! Çocuklarını büyüteceksin. Başlarında kalacak, hep kol kanat gereceksin onlara. Onun için yemelerini seyret, süt içmelerini, oynamalarını... Konuştuklarını dinle... Onlar yaşamak için debelendikçe sen de debelen, yaşamaya çalış. Ağlamayı bırak! Düşünmeyi de bırak. Günde üç kereden fazla ağlıyorsan depresyondasın demektir. Girmek kolay çıkmak zordur. Sakın derin düşüncelere dalma!"
“Hazreti Ömer de ağlarmış. Hazreti Ali, kabristanın karşısından ev tutmuş, ölümü unutmamak için.”
“Kim demiş onu? O zamanlar çölde kiralık evler mi varmış! Dört direkten ibaret bir çardak… O kadar… Evler, malikâneler, apartmanlar, köşkler saraylar şimdilerde… Onlar ağlarlardı. Çok ağlarlardı. Ağlamaları için ölümü hatırlamaları gerekmezdi. Zaten her an ölüm akıllarındaydı. Haşyetullahtan ya da merhametlerinden… Kim bilir daha başka ne nedenlerle ağlarlardı ama onlar büyük insanlar… O kadar ağlamaya tahammül edebilirler, sen edemezsin. Hassas bir yaradılışın var. Sana bir şey olursa çocukların mahvolur! Dindar ol, o çok iyi ama hep ölümü düşünme! Çık dolaş, arkadaşlarınla gez. Bırak bu sualleri. Çok düşünme! Ruh sağlığın bozulur. Melankoli, sonra da başka bir ruh hastalığı gelir Maazallah! O kadar kendini dinlemek iyi değil! Şizofreniye yol açar.”
“Ağlamayayım da ne yapayım? On iki sene birlikte yaşadığın biri, eşin olmasın da kim olursa olsun, aniden vefat edince nasıl olur insan? O, o zamana kadar hep vardı ve birden yok oldu!”
“Yok değil. O bizden de çok… Ödülünü almaya gitti. Sana ne! Sen mi yarattın! Senin miydi! Allah’ın emanetiydi, geri aldı. Sana mı soracaktı! Vermeyecek miydin! O kalıntısını bıraktı gitti. Ondan artanı koydunuz kabre. Emanet olarak almış olduğunu, toprağa iade etti. Ağırlığı, safrayı attı, kurtuldu. Rahata erdi. Sen kendine acı! O sana acıyor şimdi.”
“Şüphesiz ki canlı cansız tüm varlıkların sahibi Yüce Allah’tır.”
“Ölümüm ne kadar güzel olduğunu gördü, yaşayanlara acımaya başladı. Yaşamak zor! Ölmek, duvarı aşmak… Şimdi sen elbiseni çıkarsan yok musun yani! O bedenini çıkardı, ruh bedeniyle kaldı. Onun şimdilik mesaj gönderme izni yok ama belki ilerde bir gün rüyanda sana ne kadar rahat olduğunu söyleyecektir. Sen ondan razıysan, o çok iyi bir yerdedir. Hele namazını da kılıyorduysa… O zaman, cennetin dilediği kapısından girsin! Bakalım sen cenneti kazanabilecek misin? Onun cenneti, senin ve anasının ayakları altındaydı. O zaman onu rahat bırak da gittiği yerde aldığı ikramların tadını çıkarabilsin! Sen burada inledikçe o orada huzur içinde olabilir, cennet nimetlerinin farkına varabilir mi!"
“Unutayım mı? Nasıl unutayım!..”
“Haydi şimdi onu hayal et! Altından ırmaklar akan yemyeşil bir bahçede... Görülmemiş çiçekler içinde… Huriler ona hizmet etmekte… Sana ve çocuklarına kim hizmet edecek? Eş ara kendine! Ondan dayanak alırsın. Bildiğin birini al. Çarşıda pazarda falan bulduğun, tanımadığın biri istediğin gibi çıkmayabilir. Sokaktan gelen sokağa gider.”
“O da öyle söylerdi. “Üç gün demez, hemen bulursun birini!” derdi. Ben de: “Ben önce ölürüm, sen rahat edersin!” derdim.”
“Bulmalısın! Allah her şeyi çift yaratmış. Sen ölseydin, onu da birine vereceklerdi. Kalan hayat ne kadar uzun ya da kısa, bilinmez. Herkes kendisini düşünmek zorunda… Sen, çocuklarını da düşünmek zorundasın.”
“Aslında dört çocukla o da ben de kimseyi bulamayacağımız bilirdik.”
“Haydi Allah korusun sana felç geldi diyelim, kim bakar yıllar yılı? Ancak eşin varsa bakar. Elden utanır, Allah’tan korkar, sevap umar bakar.“
“Annem sağ, Elhamdülillah!”
“O da yaşlı… O da geçici… Bir yerde duracak o da…”
“Hangi eş bakar zor günde! Zamane kızları… Çekilmez nazları.”
“Eşi Allah seçer. Sen seçtiğini zannedersin. Kurandaki beş bilinmeyenden biri de kimin kiminle evleneceğidir.”
“Haklısın dede! Ben de İmam Hatip çıkışlıyım. Az çok anlarım o meselelerden. Allah iyilerle ve iyiliklerle karşılaştırsın!”
“Allah dilerse bir kişiye, uygun gördüğü kadar eş nasip eder. Allah’ım sana dünyalar güzeli, dünya iyisi bir kız versin! Hem de hiç evlenmemiş olsun! Sen çok yakışıklı bir gençsin. Maşallah! Ecnebi bir aktörü andırıyorsun. Hatta ondan da yakışıklısın. Allah’ım evlatlarına bağışlasın seni, onları da sana…”
“Beni güldürdün ya dede, Allah da seni hep güldürsün! Sana kötü gün göstermesin!”
“Sen de beni ağlattın. Canımsın ya! Belli etmemeye çalıştım ama acın yüreğime oturdu! Çocukların yüzleri gözleri geçiyor da hayalimde… Allah yar ve yardımcınız olsun! Üzülme! Merak etme! Onların da sahipleri var! Onlar da süratle büyürler. Ne zaman o yaşa geldiklerini anlayamazsın! İnanamazsın! Allah bu çetin sualleri, en yüksek mertebeleri vereceği kişilere sorar. Aslında çok şanslısın! Sabr-ı Cemil…”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 941