- 572 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
938 - ZİKRİN GERÇEĞİ
Onur BİLGE
"Farzlara mecburuz. Kul Allah’a nafilelerle yaklaşır. İbadetlerin en güzeli zikirle ve fikirle yapılandır. Zikir ve tefekkür nafile midir? Nafile olduğu söylenir ama Kur’an’da defalarca emredildiğine göre farzdır! "Zikren kesira!.." dendiğine göre sayısız, çok ama çok, her zaman, her yerde, her olayda, her bakılan ve görülende, uyanıkken her nefeste Allah, içtenlikle zikredilmelidir. Anlamı bilinerek yapılan zikir, anlamı bilinmeksizin okunan Kur’an’dan daha efdal, yani faydalıdır. Ancak Allah, bilinçli bir şekilde zikredilmelidir. Tefekkürle... Biliyorsunuz, tefekkür de Kur’an’da defalarca, çeşitli şekillerde geçer. Allah, insanların akıllarını kullanmadıklarını söyler. Yaratılanlara bakarak Allah’a varamayan insan gaflettedir. Kendisine bahşedilen, canından daha önemli ve daha kıymetli olan akıl gibi bir nimeti gerektiği gibi kullanarak, dünya ve ukba mutluluğunu kazanmayı başaramayan aptaldır! Allah, kendisini bulmak isteyene buldurtur, görmek isteyene gösterir. Bunun için istemek, incelemek ve düşünmek kâfidir.
İnsan Allah’ı bulunca O’nu çok sever. Allah da onu sever. Allah’ı görünce hayran kalır, O’na âşık olur. O’na âşık olunca Allah da ona âşık olur. Kişi sevdiğiyle beraberdir. Kul her an Allah ile beraberse, O da her an kuluyla beraberdir. O ne güzel Dost’tur!" dedi Sadullah Bey.
Kadir gecesi benim için çok verimli olmuştu. Bir şeyler berraklaşmaya başlamış, anlayışım ve inancım artmıştı. Belki de aklıma geldikçe ettiğim duadandır: "Rabbi zidni ilmen ve fehmen ve imanen..." Anlamı mı? "Allah’ım benim anlayışımı, ilmimi ve imanımı arttır!" Âmin! Neden bu dua nedeniyle artmıştır? Neden olacak! Anlayışım artarsa ilmim, ilmim artarsa imanım artacak da ondan...
"Allah bulunur mu? Görülür mü? Siz ne diyorsunuz Sadullah Bey?" diye sordu aramıza yeni katılanlardan Rıdvan. O da hiç üşenmeden uzun uzun anlatmaya başladı:
"Bu sorunun cevabını bir misalle izah edeyim ki iyice anlaşılsın evladım! Eşek arısı salyangozu iğnesiyle uyuşturur ama öldürmez. Onun yanına yumurtalarını koyar gider. Öyle bir gidişle gider ki arkasına bile bakmaz. Günümüzde doğar doğmaz bebeğini annesinin kucağına veren, dilediği gibi orada burada gezip tozan, sorumsuz zamane kızları ya da cami avlusuna bırakan annelikten bihaber anne müsveddeleri gibi çeker gider.
Narkoz almışcasına kendinden geçmiş olan salyangozun kaygan, nemli ve yumuşak kucağındaki yumurtaların içinde yaratılan yavrular, Allah’tan aldıkları güçle kabuklarını çatlatarak dışarıya çıkarlar ve konserve halinde hazır beklemekte olan salyangozu öldürmeden yemeye başlarlar. O besin onlara, ezelden takdir edilen rızktır. Gelişimlerini tamamlayıncaya kadar yetecektir. Kanatlanıp uçacak hale geldiklerinde salyangozdan geriye sadece kabuk kalır.
Yavrular artık kendilerine yetecek raddeye gelmişlerdir. Allah’ın kendilerine bahşettiği imkânlar, özellikler ve yeteneklerle uçarak rızklarını arayıp bulacaklardır.
Ana arıyı sevk ve idare eden, en değerli varlığı olan yumurtalarının hayat bulması için en uygun ortamı bulduran, salyangozu öldürmeyecek şekilde enjekte etmesi gereken zehrin miktarını bildiren ve ayarlatan Allah, bütün yarattıkları gibi onlar için de gereken her türlü imkânı hazır etmiştir. Onlar teslim ettirildikleri o emin kucakta, o uygun ocakta yaratılıp beslenip büyütülmüşlerdir. Buna şahit olanlar, olayı duyanlar, bilenler Allah’ı, hemen ortaya çıkıveren bazı sıfatlarından ve fiillerinden müşahede etmiş olurlar.
Orada Allah’ın, sevk ve idaresi, hâkimiyeti, yaratıcılığı, merhameti, koruyuculuğu, rızka kefil oluşu, geride kalıntı bırakmaması yönünden temizliği, daha nice sıfatı tecelli etmiştir. Burada örnek olarak verilen olayı gören, duyan, bilen kişinin zikri, Allah’ı görerek yapılan, makbul olan bir zikirdir.
“Ya Râkıb! Ya Hâlık! Ya Hay! Ya Mümit! Ya Rahman! Ya Rahim! Ya Rezzak! Ya Kuddüs!”
Allah rızkı ezelde takdir eder, zamanı gelince yerine mutlaka ulaştırır. Demek ki o salyangoz, eşek arısı yavrularının rızkı olarak halk edilmiş. Zamanı gelince de onlara taze taze ikram edilmiş. O halde Allah “Ya Mukrim!” diye zikredilir. Allah, mukrim yani ikram eden kullarını sever. İkram etmeyi seven, ikram eden kişi, sıfatlarına Allah’ın bu güzel sıfatını da ilave etmiş demektir. İkram misafire yapılır. O Allah ile birlikte gelir. Ona yapılan ikram, Allah’a ikram demektir.
Bir yaratığını diğerlerine ikram ederken onu da incitmeye kıyamaz. Merhamet eder. Ağır narkoz alan, acı duymadan parçalarına ayrılır. İnsan için ölüm de ağır narkoz alma halidir. Hangi varlıkların rızkı olarak yaratıldıysa onların yemekten hoşlanacakları vaziyette, taze veya çürümüş halde parçalanmaya, toprağa karışmaya hazır hale gelir. Kimisi sudaki canlıların rızkıdır, kimisi topraktaki… Kimi de yanar kül olur. En güzeli, Allah’a kul olabilmektir.
Avını yakalayan hayvanlar da onların boyunlarına atılırlar. Belki onları boğmak suretiyle en acı çektirmeyecek şekilde öldürüyor, sonra parçalayıp yiyorlardır. Burada da Hay, Mümit, Rezzak, Rahman, Rahim, Kuddüs gibi güzel isimler sergilenmektedir.
İlk örnekte bir canlı, Allah’tan aldığı gücü kuvveti sessizce O’na teslim ederken, öte yanda hiçbir şey sayılmazken bir zerre su, hem hayat, hem kuvvet kazanmakta… Yavrular, o sıfatlar kendilerine muvakkaten de olsa verildiği için onları kullanarak taşı kırıp kafalarını dışarıya çıkarmayı başarabiliyorlar. Diğeri ise o zamana kadar o kemiksiz narin bedeniyle koca taş evini sırtında yüksünmeden kolayca ve rahatça taşımayı başarırken, sıfatların sahibine iadesi nedeniyle, ruhuyla birlikte maddi varlığını da teslim etmek zorunda kalıyor. Geride bir taş bırakarak Varlığı ve yokluğu haykırıyor. Hal diliyle: “La Mevcude İllallah!” diye zikrediyor, zikrettiriyor."
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 938