0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
370
Okunma
Kimi zaman küçük bir şiirdir Rıfat Ilgaz’ın şiiri...Alabildiğine rahat özgür bir deyişle başlar; öyle sürdürür iç gelişimini ve öyle de bitirir. Çoğu kez kafiyeye iltifat etmez. Bazı şiirlerinde kafiye düşmanı olduğu bile ileri sürülebilir. Bazı yerlerde düz yazıyı şiirden ayıran çizgiye adak akıllı yaklaşır. Hem de tehlikeli bir biçimde...Buna karşılık , kendini 1940 gerçekçilerinden ayıran karakteristik ve kesin çizgiye, imgenin özel bir kullanımına girişerek varmaya çalışır. Taassuba ve metafiziğe karşı olmaya yönelen ve çoğu kez bir öykü anlatmaktan da kendini alıkoyamayan Rıfat Ilgaz, özellikle kişileri anlatırken imgeyi adamakıllı zorlar.
Ona bir imge şairi diyebilir miyiz? Genellikle hayır. O, imgeyi poetik bir birim olarak ele almış ve bu kanısını ancak 1970’lerden sonra değiştirmiştir. Bu değişikliğinin onun şiiri için yararlı olup olmadığı ayrı bir bahis...
Rıfat Ilgaz’ın Arif Damar, Berin Taşan ve Cahit Irgat gibi sadeliğin üstüne basması, biçim itibarıyla süslü püslülüğün üstünü çizmesi, , onu kolay okunur ve kolay özümsenir bir şair yapar. Örneğin ’’Çocuklarım’’ şiirine egemen olan düz ve sade deyiş havası, bu şiirin temelinde yer alan aromatiği daha çabuk kavramanıza yardım eder. Çoğu şiirlerinde olduğu gibi Rıfat Ilgaz, dolaysız ama etkili bir anlatımla ’’toplumsal olan’’ a uzanır. Mizah unsurunu buruk ve acı bir biçimde kullanır Rıfat Ilgaz. Gülemezsiniz şöyle ağız dolusu Rıfat Ilgaz’ın şiirlerindeki mizaha. Acı bir tebessüm asılır kalır dudaklarınızın kenarına ve bu gülümseme sizi düşünmeye araştırmaya iteklemez. Hayatın ta kendisinden alınan ve şiir planında, estetik bir gerçeklik olarak verilenle yetinirsiniz.
Siyasal iktidarla başını derde sokan ünlü ’’Sınıf’’ şiirinde ise yumuşak bir ağırbaşlılıkla geliştirir içlemini. Ilgaz kimi yerde şiiri bir estetik özümleme aracı olarak kullanmaktan çekinmez. Nazım Hikmet’inde sık sık baş vurduğu bu yöntem, ona geniş açılı bir deyiş olanağı kazandırır. Buna karşılık her iki kullanım tarzı da şiirini bir toplumsal bildiri, bir toplumsal tespit taşımaktan kurtaramaz. Karşıtlıkları belli belirsiz göstermekten hoşlanır. Bu konuda algılamayı ve tespiti daha çok okura bırakır.
Rıfat Ilgaz’ın şiirinde ağır basan temaların başında hastalık ve ölüm gelir. Uzun yıllarını sanatoryum ve hapisane arasında geçirmiş bir sanatçıdan da başkasını beklememeliyiz. Ne var ki, hastalıktan yakınma tarzında söz açan Rıfat Ilgaz, ölüm söz konusu olunca, soğuk kanlı davranır. Uzun hastalık dönemi onu ’’ölüm’’ kavramı konusunda uzun uzun düşündürmüş, kendini ölüme hazırlamıştır. Bunu doğa yasalarıyla birleştirir ve doğal bir olay olarak soğukkanlılıkla karşılar.
’’Tosya Zelzelesi’’ adlı şiiri ölümün varlıklıyla yoksulu aynı biçim ve güçte vurduğunu anlatan mısralarla biter. Sınıf farklılaşmalarını, toplum kurallarını geçici de olsa bir süre için kabul ettiğini, fakat doğanın bir konuda merhametsiz ve kesinkes davrandığını vurgular. Toplumun alt tabakalarıyla doğrudan ve inceden inceye olaylı bir yolla konuşur. Şiirsel mizaha; bu tip şiirlerinde iğneleyici, dürtükleyici ve eğitici bir görev yükümler.
Bir dizi şiirlerinin dışındaki öbür şiirlerinde tarihsel ve toplumsal gerçekliğin ağır bastığını görürüz. Belki de bir dönüşü vurgular bu. Eski yakınmanın , ezilmişliğin sesini bu kez mert ve erkeksi , savaşa, mücadeleye çağıran bir ses alır. Uzun bir şiir serüveninden sonra yorulan yüreğini dinlendirmeyi düşünmez. Tam tersi edebi-sosyal mücadelenin ortasına sürer yorgun ve yıpranmış yüreği...Gençliğini, tazeliğini sanatçı bilincinin keskinliğinden alır. İyice özgün, tam boyutlu yepyeni bir Rıfat Ilgaz şiiridir bu.
...
Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul yüzüne tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buran alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun hepsi senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol !
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol !
Evet, 1940 kuşağının toplumcu kanadına yetmiş küsür yıl sonra yeniden eğilmemiz gerekiyor. Belki de yeni Türk şiirinin yapı taşları ve poetik unsurları gerektiği kadar doğru tespit edilememiştir. Bu konuda kusur, suç toplumsal ve politik tarihi dalgalanmamızda değil, sağlam bir edebiyat eleştirisi kuramından hareket etmeksizin, kısa ve kestirme yollardan sonuca varmak isteyen eleştirmen ve edebiyat tarihçilerimizindir. Şimdi yapılması gereken şey bu edebiyat kuramının kurulmasına yardımcı olmak ve bir yandan da kaynağa yeniden dönerek yanlışları düzeltmek ve yeni değerlendirmelere girişmektir.