- 643 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
934 - O/NUR'DANIZ
Onur BİLGE
Ders arasındaki iki saatlik boşluktan yararlanmak istedik. Neşe’yle beraber Virane’ye gittik. Dede işine dalmış, yine değişik bir ahşap pipo yapımıyla meşguldü. Bizi görünce irkildi. Neşe de onun, kendi görüntüsünden korktuğunu sandı. O kadar da değildi!
“Yüzüm gözüm çökmüş. Hayalet gibiyim dede. Dersler başladı ya... Sabaha kadar çalıştım. Bir de ev işleri, sorumluluklarım... Annemin vefatından beri bütün işler bana bakıyor. Bu sabah aynada yüzümü görünce şaşırdım! Ben böyle miydim! Sen de görünce korkmuşsundur!” diye abarttı. O da:
“Neden öyle söylüyorsun kızım? Neden o güzelim yüzünü horluyorsun? Zengin bir yüzün var. Hadi benim yüzüm olsa, anlarım... Aslında, şu çipil gözlerime, buruşuk kırışık cildime, koca Karadenizli burnuma rağmen yüzümden şikayetim yok. Tasarımını yapan, böyle uygun görmüş. Ben her yüzde Hakk’ı görme melekesi kazanmışım. Gözüm başka türlü görmeye alışkın değil.”
“Teşekkürler dedeciğim...”
“Yüzün zengin... Dediklerin doğrudur. Bana tam yansıtmasan da anlattıkların, yaşadıkların, hissettiklerin, umutların... Kısacası, her şeyini okumaya çalışıyorum. Okumak için çok güzel bir kitapsın. Ben kaç sayfa karıştırıyorum o bugün beğenmediğin için kırıştırdığın yüzünde! Hiçbir güzelliğin olmasa bile gençliğin var! Kaldı ki sen çok ama çok güzel bir kızsın! Seni Allah korusun! Keşke ben bir on yıl geriye gidebilsem! Ona bile razıyım ama mümkün değil!”
“Okumaya değer bulduğun için de teşekkürler...”
“Biraz da ayna gibi görüyorum, sizin yüzlerinizi ben. Yüzlerinizde neler seyrediyorum biliyor musun! Ben değer vermiyorum, yaradılıştan değerli yüzleriniz. Sizler müminlersiniz.”
“İltifat üstü iltifat... Buna da teşekkür üstü teşekkür gerek. Hepimiz için yani...”
“Teşekkür etme! Mübalağa edersem teşekkür edersin. Her biriniz ayrı bir nur parçasısınız. Çünkü O/Nur’dansınız.”
“Aman dede! Melekleştirdin bizi. İnsanız işte! Yani insan olmaya çalışan yaratıklar...”
“Neler diyecektim! Araya girip kestin! Bir anda o derinlikten çekip aldın düşüncelerimi. O yakınlıktan uzaklaştırdın. Ben sana bunları, teşekkür etmen için mi söklüyorum! Bir şey anlatmaya çalışıyorum. A be kızcağızım! Biraz yatar uyur, dinlenirsin, kudret ütüsüyle ütüleniverir, açılıverir yüzün gözün.”
“Cevap vermeme saygısızlığı ile suçlanmamak için konuştum. Bazen seslenmeyince de kızıyorsun dede.”
“Bir konuya motive olurum, araya değişik bir şey girdi mi tüm şevkim kırılıveriyor! Sanki sözlerim dinlenmiyormuş gibi geliyor. Söz kesmeyi sevmem, karşımdakini saygıyla dinlerim. Sonunda da diyeceğim neyse derim, yapacağım neyse yaparım.”
“Ben de sözünün ne zaman bittiğini keşfedemiyorum. O zaman, sözün bitince, son cümlenin sonuna, aramızda kararlaştıracağımız bir işaret koy. Yazıdaki nokta gibi mi deasem? Yok! Tırnak işareti gibi bir şey de yani. Ya da elinle bir işaret yap. Paralomuz o olsun! Ben nerden bileyim, söyleyeceklerinin bitip bitmmediğini!”
“Bütün sohbetlerimiz sakatlanıyor. Bu yalnız ikimizle ilgili değil ki! Genelden bahsediyorum. İnsanlar, konuşmaya başladılar mı, sözlerinin kesilmeyeceğinden emin olarak, rahatça içlerini dökmek isterler. Bilen, bildiklerini anlatmalı, bir fikri olan söylemeli ama ben mantıklı insanlar için diyorum bunları. Açık oturumlarda sık sık oluyor ya söz kesmeler... “Yahu, bırakın da adamcağız eğri ya da doğru, desin diyeceğini! Sözünü tamamlasın!” “Yok! Olmaz!..” “Neden?” “Ben o fikre karşıyım!” Bazen herkes aynı anda konuşmaya başlıyor. Hanımların kabul gönlerine dönüyor ortam!”
“Sabır göstermek gerek ama dedeciğim! Sen çalışırken kafanı eğiyorsun, jestlerin olmuyor zaten, mimiklerini de göremiyorum... Belki de onun için sözünün bitip bitmediğini anlayamıyorum. Bittiğini zannediyorum. Bir de yavaş yavaş konuşuyorsun ya... Yani cümlelerinin arası epeyce açık oluyor. Ben de bitti sanıyorum. Cevapsız bırakmak nezaketsizliği yapmamak için acele cevap yetiştiriyorum.”
“Dedim ya Neşe’m, sözüm bir sana değil. Genele... Bu hususta dertliyim de... Fırsat bu fırsat, ben de muhabbet konusundaki fikrimi söylemeye çalıştım. Hedef insan sen değilsin. Alınma!”
“Bak, şimdi de ne diyeceğimi bilemiyorum.”
“Birkaç dakika önce biliyor muydun?”
“Aklıma geliverdiği, içime doğuverdiği zaman: "De! De!" diyen biri var dede.”
“O zaman dersin. Bizim ilişkilerimizde senaryo yazılmaz, o anda ne tezahür ediyorsa o odur. Biz bir anda faklı bir âleme geçebiliyoruz. Huyumuzda, haletimizde bu böyle! Birbirimize plan yapmıyoruz. Önceden tasarlanmışlıkların muhatabı oluyoruz.
Senin de farklı zamanlarda, duruma göre farklılıklar arz eden bir yapın var. Sende, sık sık med cezir zuhur ediyor. Bu da daha ziyade iç dünyandaki fırtınaların yön değiştirmesi nedeniyle... Bazen şaşırtıcı suskunluk ve dalıp dalıp gitmelerin oluyor. Annenin vefatının üstünden hayli zaman geçti. Aramızda çoğunlukla mutlu ve huzurluydun. Fakat kolay değil tabii. Bir anda bütün yükün omuzlarına binmesi, derslerin, iç sıkıntıların... Bunlar bir süre daha olacak. Sonra her şeyin sonunun geldiği gibi bu olumsuz ruh halinin de sonu gelecek.”
"Sahi gelecek mi dede? Sonra ne olacak sence?"
"Sonra mı? Ne bilirim! Müneccim değilim ki! “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.” Her aptal kendini dinleyecek bir aptal bulurmuş. İnşallah sonu hayır olur! Geleceğinin her anı hayır olur! Her şeyin vardır bir hikmeti. Dileyelim, hayırlara ve iyiliklere vesile olsun, hayır da şer de!”
“Şimdi cümleten aptal mı olduk?”
“Daha uygun cümle kurulurdu şüphesiz. Kendimize paye vermemek adına, senliksiz benliksiz olsun diye, işin alçak yanını, toprağa yeksan olan biçimiyle ortaya koyacak başka sivri söz bulamadım. Sen Abdal deyiver!”
“Aslı öyledir, mutlaka.”
“Ne demiş eren? “Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı... Bu Mısri gibi balçığı her bir ayak basmak gerek!” İnsan olmak kolay mı! Benim üstünlük taslayacak vasfım mı kaldı ki! İnsan, İlahi muhabbetle sarıldığını hissettiği anda, bütün güzellikler sarana aittir, sarılanın payı ne ola ki!”
“Yapmamız gereken hiç olabilmek.”
“Aslında hiçliğe de çalışılmaz, hiç olunur. Bu bir Murad-ı İlahidir. Kendi halinde seyretmek, seyirci olmak, bakmak, görmek, ermek, vermek... Hepsi bu! Bütün güzellik de buradadır! Gerçekten her şey o kadar mükemmel ve kusursuz bir program ve tasarımla yapılmakta, O büyük irade, yani külli irade tarafından o kadar güzel yönetilmekte ki akıl bunu anladığı zaman devreden çıkıyor!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 934