- 606 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hılful Fudül
Memur-Sen’in öncü sendikası, Eğitimciler Birliği Sendikası, mevcut sendikalardan farklı olarak; bir “Misyon ve Dava” bilincine sahip kuruluştur. Bu misyon ve dava bilincini; tarihsel bir geçmişten almaktadır. İşte bu misyon ve dava bilinciyle ilgili yaşadığım bir olayı aşağıda sizinle paylaşmak istiyorum.
Yıl 2005… Eğitimciler Birliği Sendikası Diyarbakır şubesi olarak üyelik çalışmasındayız. Şube olarak faaliyete başlayalı henüz bir yıl olmuştu. 2001 yılındaki kuruluşumuzdan bu güne kadar pek çok badirelerle karşı karşıya kaldık. Alanda rakibimiz olan Eğitim-Sen tarafından sürekli asılsız ithamlar ile suçlanıyorduk. Bütün bu asılsız suçlamalara rağmen, pes etmeden ve büyük bir azimle alanda mücadele ediyorduk. İşte böyle bir ortamda; şube yönetiminden Mehmet AKKILIÇ ile merkez Bağlar ilçesindeki okulları ziyaret etmiştik. Bağlar; çarpık yapılaşma, gecekondu ve yoğun nüfusun toplandığı ve Eğitin-Sen tarafından kurtarılmış alan olarak görülen, Diyarbakır’ın en büyük merkez ilçesi idi.
Bağlar ilçesinde Hürriyet İlköğretim Okuluna gittik. Öncelikle okul müdürünün odasına girerek, Eğitim-Bir-Sen’den geldiğimizi ve öğretmenlerle görüşmek istediğimizi ifade ettik. Okul müdürü yerinden kalkmadan, soğuk bir yüz ifadesiyle kabaca, bize öğretmen odasını göstererek, orada görüşebileceğimizi ifade etti. Öğretmenler odasına gidip, öğretmenlerin gelmesini beklemeye başladık. Teneffüs zili ile beraber öğretmenler birer, ikişer öğretmen odasına gelmeye başladılar. Yaklaşık olarak on beş, yirmi civarında öğretmen toplanmıştı. Ayağa kalkarak:
- Arkadaşlar, izninizle birkaç dakikanızı almak istiyorum, dedim. Herkes bana doğru yönelmişti.
- Arkadaşlar; Eğitimciler Birliği Sendikasından geliyoruz. İsmim Yasin YILDIZ, Şube Başkanıyım. Mehmet Bey de şube yönetim kurulu üyemizdir, diye kendimizi tanıttıktan sonra:
- Sayın Hocalarım, bilindiği gibi sendikalar; hak, adalet, emek, özgürlük, demokrasi ve temel insan haklarını savunan kuruluşlardır. Biz de bu konularda üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz, diye bir girizgah yaptım. Bizi dinleyenler arasından bir öğretmenimizin el kaldırması üzerine kendisine söz verdim:
- Buyur Hocam, dedim. Kendisi:
- Ben, Eğitim-Sen’in işyeri temsilcisiyim. Hoş geldiniz, diye kibarca bir başlangıç ifadesinden sonra:
- Hocam, kullandığınız bu kavramlar (hak, adalet, emek, özgürlük, demokrasi vb.) size ait değil, size ait olmayan kavramları niçin kullanıyorsunuz? Diye garip bir ifade kullandı. Ben de tekrar söz alarak şunları ifade ettim:
- Peki, size ait olduğunu iddia ettiğiniz bu kavramları, siz ne kadar zamandır kullanıyorsunuz? Şeklinde karşı bir sual sordum. Kendisi duraksadı. Cevap veremeyince, ben devamla:
- Bin sekiz yüzler veya bin yedi yüzler Fransız Devrimi, Reform ve Rönesans Hareketleri dönemleri değil mi? Kendisi de:
- Evet, diye onaylayınca; ben, tekrar söz alarak:
- Hocam kavramlara takılıp, kalmayın. Bu kavramlar insanlığın ortak değerleri olmakla birlikte; biz bu kavramları 1400 yıldır kullanıyoruz. Bu cümlem üzerine;
- Nasıl! Diyerek hayretini açıkça belli etti. Ben de sözlerime devamla:
-Hocam, Peygamber Efendimize henüz Risâlet görevi verilmeden; Arabistan’daki vurgunculuğa, yolsuzluğa, adam kayırmaya ve adam öldürmeye karşı “Hılfu’l-fudûl’a” yani “Faziletliler Cemiyetine” üye olmuş. İşte biz kaynağımızı buradan alıyoruz, diye ifade ettim. Temsilci olan öğretmenimiz söz alarak:
- Başkanım dini bu işe karıştırmasak, ifadesini kullanınca, ben tekrar söze girerek:
- Hocam, biz dini işimize asla karıştırmayız! Zira dinimiz; bizim yaşam tarzımızdır! İfadesini vurgulu bir şekilde kullandım.
Bu arada ders zili çalmaya başlayınca, bir kaç öğretmen kalkmaya başladı. Ben de konuyu değiştirerek; biraz da özlük hakları ve etkinliklerimize kısaca değindim. Bu kısa görüşmeden sonra; öğretmenlerimize teşekkür edip, öğretmen odasından çıktık. Koridordan çıkışa doğru yol aldık. Bizimle beraber üç genç öğretmenimiz, okulun dış merdivenlerine kadar bize eşlik ettiler. İçlerinden biri:
-Başkanım yüreğinize sağlık. Biz burada kendimizi ifade etmede çok zorluk çekiyorduk. Siz, bu gün bizim ufkumuzu açtınız, bize cesaret verdiniz. Biz üç arkadaş stajyeriz, stajyerliğimiz biter bitmez, size üye olacağız, dedi.
Biz de kendilerine teşekkür ederek, okuldan ayrıldık. O güne kadar hiç üyemizin bulunmadığı bu okula, umut tohumları atarak ayrılmıştık. Bu gün ise söz konusu okulumuzda onlarca üyemiz bulunmaktadır.
Hak, Adalet, Emek ve Özgürlük mücadelesinde; emeği geçen herkese şükranlarımı arz ederim.
YORUMLAR
Başkanım dini bu işe karıştırmasak, ifadesini kullanınca, ben tekrar söze girerek:
- Hocam, biz dini işimize asla karıştırmayız! Zira dinimiz; bizim yaşam tarzımızdır! İfadesini vurgulu bir şekilde kullandım.
İsabetli bir cevap olmuş lakin şu yer yüzünde din ile insanları kandırmak kadar daha alçak bir iş olmasa gerek! malum bu işi yapanlar esfele safilin dedirler.
Tarih boyunca Müslüman Kürtler'i dini kullanarak kandırmak çok kolay olmuştur.
Cumhuriyet Türkiye'sinin geleneğinde de bu süreç devam etmiştir.
Sadece suçları Kürt olmak olan mazlum Müslüman Kürtler Cumhuriyet tarihinin hiç bir döneminde Müslüman Türklerden gerek İnsani gerekse İslami hiç bir destek görmemişlerdir.
Sözü geçen sendikaya gelince
Toplumsal barış ve Adalet için bu güne kadar neler yaptı ?
Müslüman Kürtlerin uğradıkları haksızlıkları hangi belgelerle kamu oyuna açıkladı ?
ALLAH aşkına hangi gücün karşısına çıkıp hak hukuk adalet davasını gördü?
Ben bir Müslüman Kürt olarak
And olsun Din günün sahibine güçlünün yanında durup yapılan zulümleri izleyen kendine Müslüman diyenden davacıyım hakkımı helal etmiyorum.
Cehennemin Riya kapısından bir bir içeri sokuldukları gün ALLAH c c onların ateşleri arttırsın;Din ile insanları kandırmak ha, mazlum neymiş görsünler,görsünler mazlumun hakkını nasıl alırlarmış Hakkın Mizanında.
Vel-hasıl kabirler açılacak Sudurlar.da açılacak (gögüsler) içine bakılacak mevkinin makamın kıymeti olmayacak o gün..
Sizinde dediğiniz gibi herkes yaptığından mesuldur.
Hayırlı geceler Başkanım