DEĞİRMENCİ DAYI
DEĞİRMENCİ DAYI
Yeşilin her tonunun yanında, ağacın da her türüne rastlanan köy kimine göre tam da yaşanılacak bir yerdi. Kimine göre de ‘’Ne uzarsın ne de kısalırsın. Gün şık görmeden ölür gidersin’’ diye betimlenirdi. Köyün çeşmelerinin kaynağı karşıdaki dağlardı. İmece geleneğine uygun olarak kaynağında borular ile köye getirilen su uygun yerlere yapılan çeşmelere bağlanarak, köye hayat vermekteydi.
Evler ahşap, genellikle de altında ahır olurdu. Özellikle de kışın hayvanların dışkılarının kokuları, nefesleri ile birleşince ‘’ısınan hava yükselir’’ kuralına uygun olarak üst kattaki odalara kadar çıkar, ahşap döşeme üzerine serili, yerli Anadolu motifli dokuma kilimlere kokusu iyice sinerdi. Aşağıdan gelen kokuya göre odanın altındaki ahırda; koyun mu? Sığır mı? Yoksa at, eşek mi olduğu kolayca anlaşılırdı. Arada sırada boz eşeğin anırması ise işin bonusu sayılırdı
Çeşmelerin etrafını çevreleyen salkım söğütlerin aşağıya sarkan dalları, çeşmenin sağında solunda büyüyen eğrelti otları ile irili ufaklı ağaçların oluşturduğu manzara etrafa ayrı bir güzellik katardı. Yol üzerindeki çeşmelerin hemen yanındaki söğüt, kavak gibi ağaçlara gelip geçen yolcular binek hayvanını bağlar, biraz dinlendikten sonra da önce hayvanını sular, sonra da kendisi elini yüzünü yıkar suyunu içerdi. Çeşmeye suya gelenlerden tanıdık simalar olursa da yarenlik ederler, daha sonra yollarına devam ederlerdi.
Köy yerindeki çeşmelerin boşa akan suları ağacın içi oyularak yapılmış yalaklara akardı. Akşam eve dönüşlerinde koyunların, keçilerin susuzluklarını gidermek ve çoban köpeklerinin açlığını bastırmak için su içtiği bu çeşme başları; gelinlik çağına gelmiş genç kızların, eli kınalı gelinlerin ve de delikanlılık çağındaki kanı oynak gençler için buluşma yerleriydi.
Hamit dayı çok da kalabalık sayılmaz bu köyde değirmencilik yapardı. Her ne kadar adı Hamit olsa da herkes onu ‘’değirmenci’’ olarak bilir, tanır, o adla çağırırdı. Küçükler kendisine Değirmenci dayı derken, akranları ve kendinden büyükler ‘’değirmenci’’ diye çağırırlardı. Bazen, ‘’herkes adıyla çağrılıyor da ben niye lakabımla çağrılıyorum’’ diye düşünürdü. Sonra da ‘’Sen garip bir değirmencisin. Elbette bey diye mi çağıracaklar seni’’ der işine gücüne bakardı.
Babası o daha çok küçükken ölmüştü. Hani bir fotoğrafı olsa… o da yoktu… Yüzünü hatırlamazdı bile. Babasının ölümünden sonra askere gidinceye kadar annesi ile birlikte yaşamışlardı. Annesi, asker oğlunun yolunu gözlemiş, ona kavuşacağı günleri iple çekmekteydi. Kendisi askerde iken, teskere almasına az bir zaman kala köylülerin Kerime hala dedikleri annesi ölmüştü de üç gün sonra bacasından duman çıkmadığı için durumdan şüphelenen komşuları ölüsünün başına varmışlardı. Yıllar önce annesi de ölen Hamit dayı babadan kalma değirmeninin yanındaki küçücük kulübesinde tek başına yaşardı.
Ah! Yanına bir de soluk yoldaşı olsaydı. Yoktu işte! Ne o şimdiye kadar kimseye benimle evlen diyebildi, ne de birisi ‘’şu garibi münasip biriyle baş göz edelim, sevaptır’’ dedi. Değirmene işi gereği gelip gidenler olsa da o genellikle yalnız bir adamdı. Değirmendeki kıyıya köşeye saklanan, arada sırada taş duvarların arasından başlarını çıkarıp geri kaçan minik fareler belki de tek dostlarıydı.
Kendince sesi de güzeldi hani. Çirkin olsa ne olurdu ki! Makama solo konser mi veriyordu? Zaten değirmenin gürültüsü melodideki ses hatalarını örtecek debideydi. En çok da ‘’Değirmenci dayı değirmenci dayı/ Kara kaşlar senin olsun / Öğüt buğdaylarımı’’ türküsünü çok severdi. Yalnız kaldığında hep o türküyü söylerdi. İnanırdı ki; bir gün ‘’Değirmenci dayı, değirmenci dayı/ Elma yanaklar senin olsun/ Öğüt buğdaylarımı’’ diye karşılık verecek birinin kısmetinde var olduğuna inanırdı. Son zamanlarda bu inanç kafasında iyice yer etmeye başlamıştı. Bu türküyü bazen rüyasında da söyler, ter su içinde uyanırdı.
O gün değirmene su taşıyan kanalı tek başına temizlemişti. Ağır işti. Gün boyu çok yorulmuştu. Değirmenine kendince bir düzen verdikten sonra kenarda serili içi arpa samanı ile dolu yatağına uzandı. Yılların eskittiği kırk yamalı bir yorgan bozmasını üzerine çekti. Kıyıda köşede birkaç minik fare yavrusu başını çıkarıp yine yuvasına dönse de onlara aldırmadı. Yatar yatmaz uyuya kaldı. Yorgun olduğu zamanlarda değirmen taşının çıkardığı ses ona ninni gibi gelirdi. Bir ayağı hafif aksadığı için köylülerin Seksek Ayşe dedikleri kızı rüyasında gördü. Seksek Ayşe de epeyce yaşlanmıştı. Bir bacağı aksak olduğu için akranları gibi telli duvaklı gelin olamamıştı.
Köyün erkeklerinin cuma pazarına gittikleri bir gün Seksek Ayşe aksayan bacağına rağmen bir torba buğdayı sırtına vurup değirmene yola çıktı. Yeter ki üvey anneden uzak olsundu… Her zaman olduğu gibi Hamit de o gün değirmendeydi. Hamit zaten pek de cuma pazarına gitmezdi. Değirmenin bacasından çıkan duman değirmencinin orada olduğunu en iyi kanıtıydı. Hamit yalnız olduğu zamanlar çok kahırlanırdı. Son zamanlarda ‘’Değirmenci dayı türküsü’’ diline persenk olmuştu. Yine efkarlanmış ‘’Değirmenci dayı’’ türküsünü söylemeye başlamıştı ki kapı birden açıldı. Karşısında Seksek Ayşe’yi gören Hamit türkü söylemeyi bırakıp şaşkın şaşkın Ayşe’ye doğru bakarken, Ayşe de titrek bir sesle ‘’Değirmenci dayı Değirmenci dayı / Elma yanaklar senin olsun / Öğüt buğdaylarımı’’ diye türküye kaldığı yerden devam ederken sırtındaki buğday torbasını da değirmencinin gelen çuvalları koyduğu yere bırakıverdi…
***
Değirmenci ile Seksek Ayşe oracıkta sarmaş dolaş oldular. Her ikisi de ömürlerinde ilk defa karşı cinsle böyle bir birliktelikleri oluyordu. Ne de olsa her ikisi için de ‘’ayıpla günah’’ arasında geçmişti geride kalan yılları. Bir ara aklı başına gelen Hamit:
‘’Biz ne yapıyoruz burada, ya bir gelen giden olursa!’’ dedi. Seksek Ayşe’nin kolundan tuttuğu gibi kulübelerine yöneldiler. El çabukluğu ile değirmenin suyunu boşa saldı ve değirmen durdu. Birlikte etrafta kimse var mı yok mu diye aldırmadan derenin karşısındaki kulübelerine geçtiler. Her ikisinin de yürekleri pırpır ediyordu. Hele ki son günlerde gördüğü rüyanın etkisiyle Hamit’in gözü hiçbir şey görmez olmuştu. Seksek Ayşe de artık bu evin kadını olacaktı. Şöyle etrafa bir çekidüzen verdi. Anası öldükten sonra hiçbir şeye kadın eli değmemişti…
Köylülerin cuma pazarından geldikten sonra Seksek Ayşe’nin değirmenci Hamit’e kaçtığı haberi köyde hızla yayıldı. Seksek Ayşe’nin babası Hıdır doğruca muhtara koştu. Hıdır da karısı öldükten birkaç ay sonra beş yetimin üzerine Dilber ile evlenmişti. Dilber’in de üç çocuğu kendisi ile birlikte gelmişti. Yıllarca iyi kötü bir geçimleri olsa da Dilber kendi haline bakmadan evin yetimlerini istemez olmuştu. Bu durumda Hıdır erkek çocukları ağa yanında çoban, kızlarını da daha çocuk yaşta evlendirmişti. Elde bir tek Seksek Ayşe kalmıştı. Dilber onu çoktan birini ayartarak kaçırtacaktı ama sekiyordu, kimse almak istemiyordu. Muhtar:
‘’Hıdır, hele bir dur! Hiddetlenme. Her işte bir hayır olur. İmamın yanına gidelim de bir akıl da ona soralım’’ dedi. Birlikte caminin yanındaki imama giderken yolda öğretmeni gördüler. Öğretmenin de kulağına bir şeyler çalınmıştı ama… Muhtar:
‘’Öğretmen Bey Hıdır’ın Seksek Ayşe’si değirmenci Hamit’e kaçmış. Hıdır da mızmızlanıp duruyor. İmama bir danışalım dedik ama sana da rastladığımız iyi oldu. Hazır seni de bulmuşken bir akıl da sana soralım.’’
‘’Muhtar Efendi, olan olmuş. İşi tatlıya bağlayın da o gariplerin de bir yuvası olsun. Hamit ekmeği yenir adamdır. Hem de sevaptır’’ dedi. Hep birlikte caminin önünde abdest almaya hazırlanan imam efendi gelenlerin telaşını fark etmekte gecikmedi. O’nun da kulağına bir şeyler çalınmıştı zaten… Muhtar durumu özetleyince imam da:
‘’Gelen akşam. Gelsinler de nikahlarını kıyıvereyim. Bak köyümüzün öğretmeni de burada. Ertesi gün de resmi nikahlarını yaptırırlar.’’ Bu arada Hıdır’ın da biraz öfkesi geçmişti. O da biliyordu ki, karısı Dilber zaten Seksek Ayşe’yi istemiyordu. Muhtar Hıdır’a dönerek:
‘’Sen şimdi eve git. Ben öğretmeni ve imamı da alır Hamit’in yanına gider, nikahlarını kıyar, akabinde de resmi nikah işlerine bakarız. Sana da Hamit’ten kışlık birkaç çuval ekmeklik un, biraz da çekilmiş bulgur göndertirim. İşi yokuşa sürmeye kalma!’’ dedi… Hıdır geriye bir cevap vermese de şimdi eve varınca Dilber’e ne diyecekti. Eve vardığında Dilber kapıda kocasını görünce ağlamaklı bir sesle:
‘’Ah adam! Ayşe’miz değirmenciye kaçıvermiş!’’ derken iki ellerini ile de dizlerini dövüyordu… Hıdır, bunların timsah gözyaşları olduğunu biliyordu. Hiç duymazdan gelerek doğru ahıra girdi, hayvanlarının akşam bakımlarını yaptı.
İmam nikahı ile evlenen Değirmenci Hamit ve karısı Seksek Ayşe aradan uzun zaman geçmesine rağmen resmi nikah yaptırmaya fırsat bulamadılar. Ta ki çocukların ilkokula kayıtları yapılıncaya kadar kimse onlara nikah yaptırın da dememişti. Demişlerse de iş güç arasında unutmuş gitmişlerdi. Yeni gelen öğretmenin diplomalar için nüfus cüzdanı istediğinde akıllarına geldi resmi nikah işleri. İş telaşı içinde o işi de savsaklayan değirmencinin başına mahkemelik bir olay geldiğinden yolu mahkemeye düştü.
Hâkim kimlik tespiti için sordu:
‘’Adın nedir?’’
‘’Hamit Üzüm efendim. Köyde bana Değirmenci Hamit derler efendim.’’
‘’Onu sormuyorum. Ne sorarsam ona cevap ver.’’ diye biraz sert çıktı hâkim.
‘’Anladım efendim.’’
‘’Karının adı ne?’’
‘’Ayşe Aküzüm efendim’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Efendim benim soyadım Üzüm, karımınki de Aküzüm’’
‘’Siz evlenince resmi nikah yaptırmadınız yani’’
‘’Öğretmen de çocuklar için nüfus kâğıdı istedi. Mecburen yaptıracağız efendim.’’
‘’Mecbur kalmasanız yaptırmayacaksınız, öyle mi?’’
‘’Efendim biz cahil insanlarız.’’
Hâkim:
‘’Yaz kızım. Resmi nikahları yapıldıktan sonra ifadelerinin alınmasına…’’’
Salih KOÇ
8 Ekim 2021 / Erfelek Güven Köyü-SİNOP
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.