- 794 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
929 – ŞARABEN TAHURA
Onur BİLGE
“Bu gece seni rüyamda gördüm.” dedi Sadullah Bey Define’ye. “Hayırdır İnşallah! Nasıl gördün?” dedi dede.
“Bir tekel bayisi önünde karşılaştık. Ne yaptığını sordum: “Şarap alacağım. “ dedin. Ben de: “Tekel’den alsan ya!” dedim. Nerede olduğunu sordun. Tarif ettim ve gittin. Aradan aylar geçti. Tekrar karşılaştık. Hatırını sordum. Sen o tarif edilen yere gitmişsin ve yüzünü görmediğin bir el istediğin şarabı vermiş. Bedelini sormuşsun. “Bizde bedel sonra alınır.” cevabını almışsın. Bana: “Ne şarabın tadını unutabildim ne de o dükkânı unutabildim!” diyorsun. Tam da o sırada uyanmışım.”
“Rüyanın yorumu nasıl? “Marifet görende değil, yoranda...” derler.
“Ben gördüm, sen yor o zaman!”
Dede rüyasını yoracağına bir dörtlük okudu. Bir dörtlük de Sadullah Bey’den geldi. İlginç bir şekilde konuşuyorlardı:
“Ey âşık-ı dildâde, gel nûş edelim bâde
Bir bâde gerek ammâ kim içile me’vâde."
“İşit bu Sezâî’den, ne gördü Fenâî’den
Dost vechini gösterdi mir’ât-ı mücellâda."
“Şaşıyorum şu şarap satanlara
Şarabı satıp da yerine ne alacaklar?”
“Işk İmiş Her Ne Var Alem’de
İlim Bir Kıl ü Kal İmiş Ancak"
"Kim ki aşkın darına berdar olur
Cümle uşşak içre ol serdar olur
Bunda uşşakı yakan od akıbet
Nar-ı İbrahim ol bi-gülzar olur."
“Şarabı seversin. Eski sevdandır. Fakat şartlı seversin. Kayıtlama! Ne verirse versin! Nasıl ikram ederse etsin! Şaraben Tahura... “Sus!..” desene bana!”
“Yok! Sana “De!..” diyen var! Şaraben Tahura... “Üstlerinde bir sündüs esvab yemyeşil ve kalın istebrak, gümüşten bileziklerle süslenmişler, Rabları onlara bir şarab-ı tahur sunmaktadır.” Bu ayeti bilirsin. Ona yordum ben. “İnşallah!” desene! Allah cümlemize nasip etsin!”
“İnşallah! Ancak herkese nasip olmaz o! Hele öyle kendisini göstermeyen bir zatın elinden... Hu!.. Akıl, vehim ve hayal perdesinden sıyrılmadan zikrin hakikatine ulaşamaz. Mecaz, hakikatin köprüsüdür. Bu köprü geçilmeden hakikate vasıl olunamaz. Hakikate vasıl olan da zandan kurtulur ve daima vahdet-i şuhutta olur. Bu yüzden tasavvuf, Varlığın Bir olduğunun farkına varabilme erkanıdır. Külli rüyetin manisi, cüzi rüyettir. Cami, varlığıyla tüm varlıkları kendinde toplayan demektir. Cem otoritesi olmasaydı, isim ve hükümlerinin çokluğu zuhur etmezdi.
Adem esmaları, Muhammed Aleyhisselam’ın sıfatlarının mazharıdır, Bu yüzden âlemlere rahmettir. O halde ademiyetimizle, Muhammediliğimizle beden camimizde cem edersek, orada ne sen ne de ben kalır! Malik-ül Mülk olan Allah, bütün tasarrufunu oradan yapar. Bu da ancak iki yakınla mümkündür. Birincisi kurb-i nevâfil, ikincisi kurb-i feraiz, yani fena mertebeleri ve beka makamlarının hatmedilmesiyle mümkündür.”
“Bir kutsi hadiste “Benim gök kubbemin altıda öyle kullarım var ki, onları benden başka bilen olmaz!” buyurulmakta... Efendimiz de onları yıldızlara benzetmekte... Yunus: "Bir kâmil mürşide varmadan olmaz!" diyor.”
“Biz bu insanları tanımadan Efendimizi, onu tanımadan da Allah’ı tanımamız mümkün değil azizim. Hazreti Musa’yı Firavun’un sarayında yetiştiren, daha sonra da Şuayb Aleyhisselam’a yönlendiren, kardeşi Harun Aleyhisselam ve Yuşa Aleyhisselam ile destekleyen Allah, Efendimizin rahle-i tedrisatından geçmeden bizi "Kendisine katımızdan ilim verdiklerimiz..." ayetine muhatap etmeyecek. Bunu iyi anlarsak vehim ve zanlardan kurtuluruz.”
“Bu gecenin herhangi bir geceden ne farkı var ki?”
“Bence yok. Bugün ben de bunu düşündüm. Her gün kandil günü bana, her gece kandil... Kandilimin hiç sönmemesi için gayret ediyorum. Daim zikir, hep fikir... Ben her zaman O’nunlayım. O’nunla olmak için kandilleri bekleyecek değilim ya! Fakat her nedense kandillerde erkenden uyku basar! Oysa ben her gece uyanığım. Dizlerim uyutmaz. Evin içinde dolanır dururum. Okurum, yazarım, zikir yaparım, tefekkür ederim... Kandil gecesi en fazla gece yarısına kadar uyanık kalabilirim. Kendimi zorlamasam, yatsıdan sonra sızıp kalacağım inan ki!”
“Ne mutlu sana!”
“Her gece sabaha kadar otururum, kandil geceleri sanki üzerime ölü toprağı serpilir! Uyku sinekleri ısırmış gibi... Ayağımdan tutup sürükleseler uyanmam! Her gün, günde defalarca kandil sevinci doluyor içime. Allah’ın varlığından, yancağızımdalığından, dayanaklığından, yardımından, dostluğundan ve aşkından gecelerim nurlanır. Mutluluk güneş gibi ısıtır içimi. Hayat, onca ağrıya sızıya rağmen bebek gibi gülümser bana. Erenler evliyalar, Peygamberler gülümser. Efendimiz gülümser. Ruhum hisseder onların tebessümlerini. En çok da onun gülümsemesi hoşnut eder gönlümü. Derim ki: “O da beni seviyor! O seviyorsa Allah da seviyor!” Gözlerim yaşarır. Sonra kendime bakarım. Hatalarım gelir aklıma.”
“Yalan söylemediğinden emin misin?”
“Evet! Boş bulundum. Demezdim de bugün düşündüm bütün bunları ve böyle olduğunu iyice belirledim de ondan tıkır tıkır söyleyiverdim. Takır takır döküldüm yani tespih taneleri gibi. Dememeli miydim? Dedirtildi belki.”
“Sakın kendini avutuyor olmayasın!”
“Yok! Biri de dedi ki: “Yalnız kalma! Kapatma kendini!” Kalabalıklardan uzağım ya... Dedim ki: “Ben yalnız değilim! Yaratan var!.. Hem de her an var! Benden çok O var! Tüm var sandıklarımdan ve saydıklarımdan daha çok var! İçime sığmayan sevincim ondan!”
“Allah mı çok olan? Ben bir sanıyordum. Demek ki yanılmışım.”
“Kim olacak! Evet, çok... Tek ama çok! Herkesten,
her şeyden çok... O sınırlı değil! Desem ki sana “Sınırsızlığı tahayyül et!” edemezsin! O çok... Galiba yanılmışsın. Her ne yana baksam O!.. O zaman?”
“Evet haklısın! Neler biliyorsun! Bilmediklerimden haberler...”
“Bildiğim bir şey yok! Ne varsa O! Bir O’nu biliyorum. O’nu bilen her şeyi bilmiş oluyor. O bana yetiyor. Dedim ya O çok! Teklikte çok... Her yerden el uzatıyor, ikram ediyor. Her yerden sesleniyor. Kuşu cıvıldatıyor, bebeği ağlatıyor, insanı konuşturuyor, arabayı vızırdatıyor, bana söyletiyor, sana dinletiyor. Yaptıklarını saymaya kalksam, ömrüm yetmez! Musiki bambaşka bir büyülü olay... Belki ilahi değil radyodan dinlediklerim ama o kadar güzel yaratmış ki sesleri! Hele insan seslerini! Enstrüman seslerini dinlemeye doyamıyorum. Fakat en mükemmeli insan sesi! Bu aralar çok haz verir oluverdi aşkı hatırlatan, yaşatan nağmeler. Aşk da bir bütün! Neye ve ne şekilde olursa olsun!”
“Bak, bu çok doğru!”
“Her yerden renk renk gözleriyle bakıyor. Kırmızıdan yeşilden, maviden... Yerden gökten, arasındakilerden... Sonra şekil şekil gözleri... Biçim biçim ve her biri bir içim su! Hayran kalıyorum, doğrusu! Bu bendeki varlık tutkusu falan değil, doğrudan doğruya Allah tutkusu!
“İçin gidiyor değil mi? Darlık da değil... Aşk!..”
“Dilime getiren O! Elime değdiren O! Yüreğime dokutan O! Açık açık okutan O! Kâinatta her yerde, her yerimde zerre zerre... Her zerrede hareket hareket... Yedi kat göklerde, yerde, bende... İliğimde kemiğimde...”
“Yeter sayma! Sen de mi şairsin yahu! Kafiyeli oldu.”
“Her bir tanede tane tane... Hem içinde hem dışında...
Her yarattığının hem gözünde hem kaşında, hem sonunda hem başında... Hem yüzünde hem özünde hem sözünde... Suyu yaratan O! Akıtan O! Beni bakıtan O! Hangi birini sayayım! Çok çok... Sonsuzluğu bundan belki.”
“Belkilerden kurtulma zamanın gelmedi mi? Sen diyordun ya bana! “Belkisi yok! Aynen öyle!” diye...”
“O kadar uzun değil! Hata payı olabilir. Saygısızlık sayabilir. Ne de olsa insanım ben.”
“Benim de aklım kıt, kafam dar, beynim ot! Tarlaya dikilmeye hazır bir korkuluk... Saman adam...”
“Mübalağa ediyorsun! Kendine hakaret etmek hoşuna mı gidiyor? O şarabı içen sendin!”
“Rüyayı gören de sen... Bana gösterilmedi. Ne yamansın sen! Gece canavarı! Gündüz meleği!”
“Güzel isimler bulmuşsun bana! Teşekkür ederim!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 929