- 719 Okunma
- 7 Yorum
- 5 Beğeni
KÜÇÜK HİKAYELER-1
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Küçük hikâyeler avlayan Eduardo Galeano (3 Eylül 1940-13 Nisan 2015)’yu taklit etmeye çalışacağım.
Düş de Gör
Sigarasının kıvrılan dumanı yanaklarını, saçlarını yalayarak havaya yükseliyor ve dağılıp yok oluyordu. Aniden yağmur başlayınca sığınacak bir yer aradı. Buldu. Otobüs durağı... Onun gibi sığınan üç kişi daha vardı durakta. Sigara ağzındaydı ama duman gelmiyordu, ıslanmıştı. Eline alıp ileriye doğru fırlattı. Öfkeli, hatta kin doluydu yağmur. Etrafa rastgele çarparak bunu belli ediyordu.
Yolun ortasında oluşan su birikintisinden hızla geçen araçlar, duraktakilere su sıçratıyordu. Bir otobüsün fren sesinden duracağı anlaşılıyordu. Durdu. Ön ve arka kapılarını açtı. Binen olmadı, arka kapıdan yaşlı bir adam inmeye çalışıyordu. Yere bastı, basmasıyla birlikte yüzükoyun kapaklandı. Otobüs hareket etti, duraktakiler düşen adama sadece baktı, evet sadece baktı.
Telefon
Genç kadın, dört yıldır beraber yaşadığı bu adamı artık çekemeyeceğini düşünüyordu. Oysa ilk yıllarda birbirleri için deli oluyorlardı. Birkaç gün ayrı kalacak olsalar bırakın saatleri saniyeler bile çok uzun bir süreymiş gibi geliyordu. Şimdi ise adamın konuşmaları genç kadını yaralıyordu; çünkü bu konuşmalar çoğunlukla hakaretle bitiyordu.
Onun konuşmalarına önem atfetmemek galiba en iyisiydi. Bu adam genç kadını tüketiyordu. Donuk bir hayat mıydı yaşadığı? Kendi sonunu mu hazırlıyordu? İçindeki sıkıntıya rağmen gülümsemeli miydi? İnsan kendine yabancı olur muydu? Galiba akıp giden zaman ikisini de aşındırmıştı. Bu durumdan kurtulmak için bir çare, bir yol olmalıydı.
Çalan telefonuna baktı. Arayan o adamdı. Açmak istemedi. Telefon çaldı çaldı, sustu. Birkaç dakika sonra gene çalmaya başladı. Aramaktan vazgeçmeyecekti, açmaktan başka çaresi yoktu. Açtı.
Birkaç dakika süren konuşmadan aklında kalan cümle: “Ben senden ayrılmak istiyorum. “ Telefonu kapattı, derin bir nefes aldı, rahatlamıştı, hafiflemişti.
Kaza mı İntihar mı?
Tik takları sinirini bozan saati eline aldı, dışarı daha doğrusu balkona çıktı ve bütün gücüyle ileriye doğru fırlattı. Saat bir ağacın dalına çarpıp yere düştü. Kurtulmuştu saatin tik taklarından. Etrafı seyretti. Ağaçların sararmış yorgun, yaşlı yapraklarını parıl parıl bir güneş yakıyordu. Oysa dağlar kar yüklüydü Belki de karların taçlandırdığı dağları kıskanıyordu ağaçlar. Nasıl kıskanmasınlar, onların üzerinde bir dirhem bile kar yoktu.
Ona göre kötülüğün bir simgesiydi; sert, duygusuz, acımasız bir adamdı. Bir keresinde bir adamın çocuğunu dövmesini şeytani bir zevk duyarak izlemişti.
Galiba en doğrusu insanlardan yalıtık bir hayat sürmekti. Kötü fikirler mezarlığına düşmüştü; korku ve nefret dolu bir insan nasıl sevebilirdi?
O gece de uykusuz geçti, tanyeri nazlana nazlana ağardı; henüz görünürde güneş yoktu. Başını kaşıdı, gözleri açık olmasına açıktı da neredeyse kapanmak üzereydi. Ve nihayet gözler kapandı, horlama az sonra başlayacaktı.
Uyandı. Gördüğü rüyayı hatırlamaya çalıştı. Kâbustu. “En zor iş, yaşamayı öğrenmekmiş. Geçmiş de gelecek de kocaman bir yalan, ya da daha kibarcası bir yanılsama. Tek bir gerçek var, o da: Şimdi! Ölümüne dövüşürsem hayata tutunabilirim, yoksa şimdiden mezarımı kazmaya başlamalıyım. Hayatın doğasını öğrenmeliyim. Zihnimdeki zindandan çıkmalıyım. Her insan bir rol oynuyor. Ne tuhaf, herkes kendinkini değil de başka birinin rolünü oynuyor. Belirsize doğru gitmeliyim; belki de her şeyin gerçeği oradadır. Zaten gittiğimde dönüşüm de olmayacağından geriye kalan tek şeyi gerçeklik olarak ister istemez kabul edeceğim. ” diye düşündü. Beynine bir sancı saplandı: Sık sık oluyor muydu bu? Hayır, arada sırada.
Yasak ve tutkulu bir aşk yaşamıştı geçmişte. Bittiğinde daha doğrusu bu ilişkiyi bitirdiğinde olumlu ya da olumsuz hiçbir şey hissetmemişti. Bu dünyadan alacağı bir şey kalmayan bir insanın umursamazlığı içerisindeydi. Aynısını hayatı için de uygulamalıydı. Çünkü ölümüne dövüşüp de hayata tutunmayı istemediğini anladı.
Yatağına uzandı. Çukura kaçmış gözlerini kapadı, görüntüler gitmedi. Bekledi. Gene olmadı. Gözlerini açmak zorunda kaldı. Yataktan kalktı. Balkona çıktı.
Gazete haberi: Balkondan düşerek ölen adamın son sözleri: Başım döndü...
YORUMLAR
Ömer Faruk Hüsmüllü
Selam ve sevgiler..
Acaba ittiren mi oldu? Bunca mevzu Bi ölü için mi öldükten sonra öldüm dedi ise ilahi size.... :)
Tebrik ediyorum buyurmuşlar yerlerine saygılar...
Ömer Faruk Hüsmüllü
Selam ve sevgiler...
Hikâyeler küçük yaşanılanlar büyük.
Gerçeği gözlemleyin ama sadece gerçek gözlemleyin der gibi.
Düşenin dostu olmaz.
Biten sevgiden geriye hiç bir şey kalmaz.
Ömrümün ilk günü olsa da, şafaktan akşama neler yaşanacağını bilimeyiz.
Saygılarımla,
Ömer Faruk Hüsmüllü
Ömer Faruk Hüsmüllü
Tanyerinin nazlana nazlana ağarması çok hoştu, yazının tümü gibi.
Sahir Neva arkadaşımıza katılıyorum güne gelmeniz konusunda..
Saygılar.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Tevazunuz pek güzel ama bu güzel hikayeler onun gölgesinde kalamaz, kalmamalı da !
taklit dediğiniz o yer bir çoklarımız için mücevher kıvamında, çok beğendim ve iyi ki güne gelmiş yoksa sizi tanımakta kimbilir daha ne kadar geç kalacaktım
Tebrikler, hayranlıkla ve saygıyla selamlarım sizi
Seçki kuruluna da ayrıca teşekkürler defterde takip edebileceğim yeni bir yazarı işaret ettiği
İçin, sevgilerimle
Ömer Faruk Hüsmüllü
İlginize, yorumunuza çok teşekkür ederim.
Beni mutlu ettiniz.
Selam ve sevgiler...