- 661 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
928 - ASLOLAN AŞK
Onur BİLGE
Kandil hazırlıkları abartıldı. Detaylandırıldı. Fısıldaşmalar çoğaldı. Aslında gerek yoktu. Ne yenirse yensin karın doyardı. Maksat ibadet etmekti. Yemek içmek değildi. Bazıları da günlük olaylardan bahsediyordu. Satranç turnuvasın hakkında konuşanlar bile vardı. Sadullah Bey biraz bozuldu. Sandalyesini aldı, Define’nin yanına koydu ve oturdu. Alçak sesle konuşmaya başladılar. Sonra seslerini yükselttiler. O zamana kadar söyleşmeler azalıp bitmiş, ortalık sessizleşmişti.
“Boş konuşuluyor. Biraz ona kızdım ama saman alevi gibi... Aslında dünya gündeminin dışında, tamamen iç dengeleri konu alan şeyler konuşulsa daha iyi olmaz mı azizim?”
“Bilmem ki arkadaşım! Aklım ermez!”
“Dünya ve dünyaya ait her şey sıkıyor beni. Birimizin bari aklı erseydi! Ben senden daha da geriyim.”
“Doğrusu ben de bıktım! Tiksiniyorum ve ölü gibi yaşıyorum.”
“Ölü gibi... Bir başka diriliş için... Ertelemesiz... Ötelemesiz...”
“O da yakın! Merak etme!”
“Yakın da... Uzak duruyor. Belki de tuzak kuruyor. “Ben tuzak kuranların en üstünüyüm!” diyor. O tuzaktan nasıl kurtuluruz?”
“Asla! Hem kurtulmak isteyen kim! O ne derse O! Ne yapsa haklı... Allah tuzak kuranlara tuzak kurar. Zaten dünyaya gelmekle cümlemiz kapana sıkışmışız.”
“Kapan o!”
“Dünya kapan...”
“Kapandaki kim?”
“Neticede Ondan Ona... Asıl O!”
“Vekil de O! Sen ben o... Bunu istemiyor değil mi?”
“Şahıs zamirleri yok! Sanal laflar onlar. Bizim uydurduğumuz... O var sadece... Sadece üçüncü tekil...”
“Biz kimiz?”
“Hiç! Yok! Kukla... Oyuncak... Kendilerini, var sanan gölgeleriz.”
“Hakikat sahnesinde gölgeyi oynayanlar mı? Desene biraz önce boşuna ağladım!”
“Var, o kadar var ki! Biz bile kendimizi var sanıyoruz O’nun gölgesinde. Ne varsa biz kuruyoruz, kurguluyoruz, sonra da sorguluyoruz. Yaşamak da öyle... Kendi öykümüzü okuyoruz. Aslında içsel dünyamızı biz kuruyoruz, peşine düşüp yanıyoruz.”
“Pervane...”
“Aslında geri çıksak baksak ki bir şey yok!”
“Gölgeyiz, hiçiz...” demekle kurtuluş yok gibi... Anlayamadığımız bir sır var ama o sır ne? Bilmiyorum! Yaratan O! Amenna! Süs olsun, eğlence olsun diye değil... Sebebi olmalı! Acaba biz bir şeylerden kurtulmaya mı çalışıyoruz?"
“Aklına akıl, sırrına fikir mi yeter!”
“Bu en kolayı da ondan mı? Bunları derken bile samimi değiliz gibi geliyor. Bir şeylerin üstünü başka şeylerle mi örtüyoruz? Bilinmek istiyormuş. Kendisine ibadet edilmesi için yaratmış. İbadeti biz mi yanlış algılıyoruz, yoksa O’nun doğruları bize eğri mi geliyor? Camilere bakıyorum tıklım tıklım dolu... Kur’an kursları öylesine... İbadet edenler hallerinden mutlu... Bizim içimizde kurt mu var! Neden bu kadar çok sorguluyoruz? “Herkes mi böyle?” desem, değil! İbadetlerinden o kadar çok huzurlu ve mutlular ki onlara hayran olmamak elimde değil!"
“İbadet, kulluk... Salat var. Salat, zikir... Zikretmek, fikretmek, kabul etmek, ram olmak... Ram olmak... Netice bu! Ne varsa, zikrin içinde...”
“Zikretmek, ne zikrettiğini fikretmek... Zikirle farkı fark etmek... Farkları bir arada tevhit etmek çok zor gibime geliyor. En çok da zikir yoruyor. Demek ki çok ağır geliyor ki yoruyor. İnşallah İnşirah Suresi’nin sırlarına mazhar oluruz da Allah belimizi büken bu ağır yükten bizi kurtarır.”
“Bazıları kulaç atıyor, ben debelenip dibe batıyorum. Bazıları da sırtüstü keyif çatıyor!”
"Bunlar akıllı ve dengeli adam işi değil!"
"Var sende akıl."
“Yunus: "Bu aklı fikriyle Mevla bulunmaz!” diyor."
“Akıl gidince daha kolay bulunuyor..”
“İki tecelli asla bir arada olmaz. Aklın marifeti tedbir almak, Allah’ın marifeti takdir etmek... O noktaya gelindi. Akıl şeriattır. Şeriatla ilgili konularla ilgilenmek aklın sahası... Sonra dönüşü olmayan uzun ince bir yol ve ilim şehri... Velayet kapısından girilecek, Muhammed şehrine ulaşılacak, marifet gülleri derilecek. Zor be! Akıl, akılsızlığı reddeder. İşine gelmez, Firavunlaşır!"
“Bizim için karışık...”
“Karışıklığın üstündeki tortular temizlenirse, altından billur gibi berraklık peyda olur. Ram olmak... O yola girip, dağlar başında kurda kuşa yem olmadan menzile varabilmek, Allah’ı bulmak kolay da Allah’ı bulduranı bulmak zor!”
“Meczup mu olsak ki? Delilerin yolu kestirmedir. Akıllı danışıncaya kadar deli menzile varır. Geçidi deliye yoklatırlarmış.”
“Öyle bir ruhsat yok! Delilik elde değil! Kesbilik belki... Fakat aşk olmadan hiç birinin hakikatine ulaşmak mümkün değil. Aslolan aşk... Âşık, deliden daha beter! Anlarsın. Tereciye tere satmayayım.”
“Aşk da geçiyor mu ne? Zamanla başka bir şey başlıyor.”
“Ölünce geçer!..”
“Yok! “Allah!..” denince yaşlar boşanırdı gözlerimden. O geçti. Cezbe hali, ilk zamanlardaydı.”
“Demek ki oraya kadarı ölmüş ama daha tamamı değil...”
“Sonra hayalde gibi gezdim.”
“Ne zaman ölümün zevkini alır, Şeb-i Arus’u yakalarsak, o zaman aşk ölür. İşte tuzaklardan biri! “Sizi bilmediğiniz bir dirilişle yeniden yaratacağız!” Of be!.. Bu ne kadar muhteşem bir olay!.. Bak sen buna! Binlerce diriliş var. O deryanın sahilinde geziniyoruz ancak. Fakat engeller var. Sis, serap... Olacak be! Hangi sisler dağılmadı ki! Hangi bulut yere inmedi! Hangi hayaller terk edilmedi! Hangi rüyalardan uyanılmadı! “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!” O yüce Peygamber, nasıl da apaçık tüyolar veriyor! “Ölmeden evvel ölünüz!” Ne güzel bir uyarı! “Nefsini bilen Rabbini bilir!” “Onu, güneşi seyreder gibi apaçık seyredeceksiniz!” Ne muhteşem müjde! “Allah’ı...” demiyor, “Rabbinizi...” diyor. Miraca kaydım. Şarap içmiş gibiyim! Başım döndü!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 928
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.