- 630 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
BEKÇİ AHMET
Köyümüzün aşağı mahallesinde oturan Ahmet amca, babamın muhtarlığı zamanında bekçilik yaptığı için adı bekçi Ahmet kalmıştı.
Köyde kimsede bisiklet yokken,onda bisiklet vardı ve onunla 20 km uzaklıktaki şehire (Bayburt’a) gider gelirdi.
Bekçi Ahmet’in on parmağında on marifet vardı.
Bekçi Ahmet giydiğimiz , yırtılan Trabzon lastiklerinin tamirini yapardı.
Yalın ayak gezmeyenler, kara Trabzon lastiği giyerdi.
Durumu iyi olanlar, mest giyenler, içi astarlı gislaved lastiği giyerdi.
Lastikler yırtıldığı zaman , su aldığı zaman atılmaz, bekçi Ahmet’e belirli bir ücret karşılığı tamir ettirilerek
tekrar giyilirdi.
Fırsat buldukça onun lastik tamir edişini merakla seyrederdim.
Elle çevirdiği , üzerine taş takılı bir el çarkı vardı.Bazen bıçakları onunla bilerken kıvılcımlar çıkarırdı.
Bir kütük üzerine tutturulmuş özel bir örsü ,tabanı geniş ve yuvarlak çekici ve önünde çekmeceli bir tezgahı vardı.
Yırtılan yere uygun bir yama keser, el çarkında bir yüzünü temizlerdi.Yamanacak yeri de el çarkına tutarak temizlerdi.
Kırmızı kutunun kapağını açarak (fenerli yazan) sülüsyondan parmağı ile bir miktar alıp yamaya ve yamanacak yere sürerek beklerdi.
Kutu açılınca keskin bir koku yayılırdı.
Yamayı yapıştırır ,açılmaması için örsün üzerinde çekiçle vururdu.
Keskin bıçağı ile , bir yere takılıp açılmaması için yamanın çevresini inceltirdi.
Tenekelerin ağzını , gaz yağı ile çalışan pürmüzün ısıttığı havya demirini nişadıra sürer , (keskin bir koku ve duman çıkardı) daha sonra lehime değdirip aldığı lehimi tenekeye yapıştırarak lehimlerdi.
Ramazanda sahurda, köyümüzün bekçisi 120 haneli köyün evlerine tek tek uğrar kapıyı , pencereyi çalarak
köylüyü uyandırırdı.
Bekçi Ahmet, gaz yağı tenekesinden koni biçiminde bir borazan yapmış, sahurda onu çalarak halkı uyandırmış.
Bilmiyorum amma , o zamanlar üzerinde iki tane çanı olan masa saatleri icat edilmemişti ki sahura kaldırma işi bekçiye veriliyordu.
Zengin büyüklerin ceplerinde köstekli cep saatleri vardı.
Köyde öğretmenlerimizden başka kimsede kol saati yoktu.
O dönem askerlik yapanlar bir arkadaşından saatini alarak koluna takar,o elini yüzüne dayayıp aksesuar ile fotoğraf çektirirdi.
Beş şişle örülen yün çoraplarımızı beş günde parmağımız delerdi.
Babaannem ,aynı yün ipliği ile yorgan iğnesini kullanarak delinen çoraplarımızı onarırdı.
Koca yorgan iğnesinin iplik takılacak deliğini göremez,benden yardım isterdi.
İçimden ,bu kadar büyük deliği babaannem nasıl göremiyor derdim.
Haklı olduğunu yıllar geçince anladım.
YORUMLAR
Mehmet Aktaş
Sağlıcakla kalınız...
Mehmet Aktaş
Sağlıcakla kalınız...