- 339 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Güvensizlik Üzerine Bir Tespit/ Görüş
Güvensizlik Üzerine Bir Tespit
İnsan insanı acıtıyor muşmeğer. Bazen bilmeden bazen de bilerek! Ya da giderek! Ortada hiç bir sebep yokken, oratdan kaybolarak, halkın deyimiyle „biraz zora geldimi sıvışarak“ ortadan yok olmak!
„Kayıplara karışmak, sırra kadem basmak, toz olmak“ gibi bir çok anonim sözler topluma yerleşerek insanların birbirlerine olan güvensizliklerini veya güvenilirlikklerini bu ve buna benzer birçok sözcükle dile getirmişlerdir.
Tabi ki, John Locke’nin de söylediği gibi; bize içinde yaşadığımız toplum aracılığıyla „duyusal girdiler“ etki ederek beynimizde ki boşlukları bu toplumsal etkilenmelerle doldurarak ve sonra da sorgulamadan üzerimize alarak yaşam biçimi ediniriz ve bundan da toplumsal bireyler, kendi üzerine aldıkları yanlışları doğru kabul ederek „gelişigüzel“ yaşarlar/ yaşarız. İleriki gelişim yıllarından bu yanlışlardan, toplumun bize zorla kabul ettirdiği; normlar, örfler, adetler, alışkanlıklar, gelenekler, görenekler, … yaşam biçimi olur maalesef. Bu yukarıdaki toplumsal baskı araçlarından kurtulmak ise artık psikolojik krizlerin, toplumsal sorunların, sınıf savaşlarının bir çelişkisi olarak orataya çıkar ve dayatmalarla kendini var etme savaşı verir.
Uzun yıllar önce, ikinci üniversitemi okurken, o zamanlar yakın çevremden bir hanım arkadaşımla her hafta sonu veya tatil günlerin de Almanya’nın Darmstadt şehiri çevresini bisikletle gezerek vakit geçirirdik. Bu arkadaşımla özel bir ilişkim de yoktu, iki samimi arkadaştık, ama bir çift degildik. Yine günlerden bir gün bu arkadaşla güneşli bir günde, sakin bir dağ eteği platosunda bisiklet yolunda giderken, birden bire benim neden kıskanç bir insan olmadığımı, hayvanların, hatta enelmiş, iğdiş edilmiş hayvanların veya öküzlerin bile kıskanç olduğunu söyleyerek bana imalı da olsa bir mesaj vermek istediğini, beni recinde ederek kendi kafasında kıkanç, korkak, kendine güvensiz bir dünyası olduğunu anlamaya başlamıştım hemen o esnada. Tabii ki, benim cevabımda gecikmemişti; değerli arkadaşım: „ben öküz de değilim, hayvan da değilim, sadece insan olmaya çalışan, bir canlıyım!“ diyerek ona bu cevabı vermiştim.
O günden sonra psikolojiyl daha yakından ilgilenmeye başladım ve üç konu üzerine yoğunlaşmak için çaba harcadım ve de harcamaktayım. Bu konular genel olarak, kıskançlık, korku, kendine güvensizlik, genel güvensizlik ve onun nedenleri oldu. Şimdi işim gereği de bu konularla çok karşılaştığım için bu gün de, üç haftadan beri ara verdiğim ve kendi kendime ödev olarak koyduğum „Güvensizlik ve Onun Temel Nedenleri“ olacaktır. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce bu konuyu irdelemeye çalışacağım. Ve yine „Pazar Keyifinizi“ kaçıracağım.
Güvensizlik, günümüzde bilimsel terim olarak psikoloji ve sosyoloji biliminin toplumsal olarak irdelemeye çalıştığı bir terimdir. Ve Türkçe Sözlük, güvensiliği şöyle tanımlamaktadır. „Güvensizlik, kişinin kendisine ya da başkasına güven duymama halidir. Bu durum ikili ilişkilerin bozulmasına, sosyal ilişkilerin sarsılmasına, kişinin içe kapanmasına, asosyal duruma gelmesine ve toplumda pasif bir karakter haline gelmesine neden olur. Bu sorun toplumda hızla artan, aşındırıcı bir hale gelmiştir.“ Bu sonuçtan yola çıkarak „güvensizliğe“ bilimsel terim gözüyle bakmamız ise kaçınılmaz olacaktır. Bu durum ise bizi şu sonuca götürecektir: „kişinin kendisine ve çevresine karşı nedenleri açık ve kesin olmayan, içsel kaygı, endişe, şüphe, korku ve tasalardan kaynaklanan gerginliği sürekli olarak içinde taşıma duygu durumu olarak betimleyebileceğimiz gibi, kişinin uğradığı ve uğratıldığı hayal kırıklıklarının toplamı olarakta“ kabu edebileceğimiz kesinliği vardır. Doğal olarak „güvensizlik“ çok boyutlu, içeriği geniş ve alanı da o kadar geniş olan bir kavram olduğu için bir çok açıdan perspektif olarak da betimleme imkanı vardır.
Güvensizlik, bir diğer bakış açısıyla; kişinin kendisine veya sosyal çevresine sürekli süphe ve endişeyle bakarak güven duymama halidir ve toplumsal veya ikili ilişkilerde bir dengesizliğin de ana kaynağıdır. Bu insanlar içinde yaşadıkları toplumda yabancılaşarak pasif bir karekter edinirler. Bu pasif karekterin süreklileşmesi halinde ise içe kapanma süreci başlar ve kişi „asosyal“ bir sonuca gider. Günümüzde toplumun, özellikle gelişmiş kapitalist toplumların hızla artan sosyal bir sorunudur. Bu sorun toplumda ki en zengin sınıftan, en aşağı tabakasında yaşayan, ekonomik, sosyal, egitimsel ve diğer sorunlarla boğuşan insanları da kapsar. Yani toplumun her sınıfını ve bireyini doğrudan etkiler ve ona bazen büyük sorumluluklar yükleyerek yanlız karar vermesini zorlar. Toplumda ki her grubu etkisi altına alarak, dengeli ve karşılıklı güvene dayanan yaşam biçimini oratadan kaldırır. Arkasından psikolojik sorunlar çıkmaya başlar.
Sosyoloji öğretisine göre güvensizlik genel olarak iki kategoride yaşanır. Bunlardan birisi güven veya ikinciside konumuz olan güvensizliktir. Güvensizlik duymayan insan veya kişi, tersi olmadıkca „herkes iyidir“ anlayışına sahip olarak tavır takınan birisidir. Kendine ve çevresine karşı güvensiz olan bir kişi, kişisel olarak ne kadar yetenkli olursa olsun, becerilerinde ve yaptığı işlerde içinde her zaman bir endişe ve korkuyla yaşadığı için duruma göre; depresif, agresif, paranoid, şizofrenik tavırlar takınarak sürekliliği ilişkilerinde de başaramayan aysar ruhlu birisi olarak yaşamak zorunda kalır. Kişilik bozukluklarının başında gelen güvensizlik, başkalarına karşı sürekli bir yaygınlık kazanır ve paranoid bir hal alır. Bazen bu bireyler kişisel kuşkularının ve korkularının vermiş olduğu şikayetlerinden dolayı agresif olabilecekleri gibi kendilerini kararsızlık tavırlarıyla da ifade etme yeteneğinden yoksun bırakırlar. Güvensizliğin merkez noktası ise, kişinin var olan bir sorunu büyütmesi veya var olmayan bir stresi kafasında tasarlayarak, kendisini bir tehlike çemberi içinde hissetmesi sonucu, sırtını dayayacağı bir güç bulamamasından kaynaklanan bir durumdur. Güven eksikliği burada, bireyin kendisini yetersizlik suçlamasıyla yaftalaması ve bu durumun içinde çıkamayarak sizofreniye doğru kaymasıdır. Kendini yetersiz gören kişiler, bastıkları zemin ne kadar sağlam olursa olsun, kendisinde olmadığını düşündüğü yetenekler, nitelikler ve karşılarındakilerin yanında mahcubiyet duymaları yüzünden yaşadıkları sosyal bir sorundur. Kişi belli bir süre sonunda bu durumu aşamazsa, sorun sonunda gerçek psikolojik bir sorun haline gelir ve kişinin kendisinin bile buna inmamasına neden olur. Bunu içinde bulunduğu toplumun inançları, öteki toplumlara, etnik gruplara ve toplumun kendi içinde olmadığı sınıfına karşı yargılarınan ve önyargılarından oluşan tavırıdır. O halde buradan yola çıkarak kısa bir sonuç tespiti yaparsak; karşımızdakini yargılamaya başladığımız an, önyargılarımızın ahtapot kollarına düşerek geri dönülmez bir evrenin pençesine düşerek orada yaşayan birer ölü haline geliriz.
Buna karşı birer birey olarak önce birbirimizi dinleyerek ve anlayarak, anlatarak, karşımızdakinin eksikliklerini tespit ederek onu yargılamak yerine pozitif değişime yönelmesine katkıda bulunmak, kendi içinde bulunduğumuz güvensizliğimizi aşmamız için mükemmel bir yol olacağını asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Burda diğer tarafı tanımak, bunun için gerekli çabayı göstermek, ilerleyen zaman sürecinde sağlam ve güvenilir duyguların güvensizliği aşacağından kesinlikle emin olabilmektir! Ama bur durum tam aksi bir yönde ilerlemeye başlamışsa, yani kıskançlık, sahiplenme duygusu ve artık bana aitsin duygularıyla çerçevelenmişse, iliskiler ve kişilikler açısından ikinci ve beklenmedik bir sorunda karşımıza çıkarak ciddi bir sorunun olduğuna işaret eder. Karşısında olan bireye ve topluma karşı sürekli güvensizlik besleyen kişiler veya kişi bu durumun farkında olsa bile, bu durumunu kabullenmekte zorlanır. Böyle bir birey bu durumla kendini özdeşleştiği düşünerek hareket ederse, bunu değiştirilmez olduğuna kendini inandırarak, sorumluluğu her zaman başkalarına atararak sorumluluk almaktan kaçınır. Her zaman başkalarını suçlayan bireylerde ise şu sonuçlar tespit edilebilir:
- Neden benim istediklerim olmuyor ve yapılmıyor,
- Niye bu konuda benim fikrim sorulmuyor ve bana danışılmıyor,
- Beni ciddiye almıyor
- Benden başka herkesle daha çok ilgileniyor, niye bu kadar seviyliyor ve sempati topluyor
- Başkalarıyla benden daha samimi oluyor,
Buna benzer gereksiz ve iç kemiren davranış ve tavırrlar takınarak kişinin kendini boş yere yaralaması ve pozitif benlik duygusunun yok olmasına neden olur. Kendine ve çevresine karşı genelde güvensiz olan kişilerle diyalog kurmak, kurulan diyalogları sürekli ve tutarlı, seviyeli bir çizgide sürdürmek ise düşünüldüğünden daha zordur. Bu da bireyin kendine olan öz güvenini sarsan tehlikleli bir özelliğidir. Oysa bilinçli bir birey şunu çok iyi bilir ve inanır ki; hiç bir insan bir diğer insan üzerinde hakimiyet kurma hakkına ve yetkisine sahip değildir, buna hakkı yoktur ve olamazda. Bu güvensizliğin vermiş olduğu anormal bir durum ise, buna karşı farklı yöntemler, tedavi ve terapi biçimleri, sağaltım fikirlerinden edindiğimiz bilgiler sayesinde bunu minum bir seviyeye çekmekte karşımızdakine yardım etmiş oluruz. Bunları da bir kaç şıkta toplama imkanına sahibiz;
-Kendimizi kontrol etmede, kendimize güven duymadığımız noktalarda gerek sosyal çevremizden, gerekse uzman kişilerden çekinmeden yardım istememiz gayet normal bir tavırdır,
-Günlük veya haftalık, ya da belirli aralıklarla sevdiğimiz insanlara bu durumumuz hakkında bilgi vererek sosyal ve otokontrol sitemi oluşturabiliriz,
-Kaygılarımızın ana kaynağının nedenini tespit eden arkadaşlarımıza sosyal çevremize karşı sert tavırlar takınmak yerine kendimizin de hata yapacğını kabullenme durumu,
-Endişlerden ve kaygılardan kurtulmak için hobilerimizi düzenli bir ritime kanalize ederek, spor ve yeşil alanlarda gezme, ormanlarda dolaşma, bisiklet sürme, gevşetici eksersizler yapma gibi faaliyetlere yönelme,
-Eksik ve yetersiz olduğumuz konularda kendimizi suçlamama ve töhmet altına sokmama ve durumun kabullenmesi,
-Birey olarak dünya da her şeyi bilecek veya dört dörtlük uygulama ve yapma kapasitemizin olmayacağımız bilincine kendimizi alıştırmamız,
-Yeni öğrenme ve sosyal aktivitelerde gönüllü olarak yer alma ve bunun için gerekli zaman ayırma,
-Çocukluk çağından beri alıştırıldığımız güvensizliğin ve sürekli şüphenin kıkacından kurtulmak için çareler armamamız,
-İçimize yerleşmiş, yani bilinç altımızda biriktirdiğimiz ve biriktirmek zorunda kaldığımız her şeyin doğru olmadığına kendimizi inandırmak için sorgulama yeteneğmizi ve yetimiz geliştirmemiz,
Güvensizlik duygusu kalıcı bir tavır değildir. Birey bunu kişisel çabalarıyla aşabileceği gibi, bir terapiyle veya kendine yeni çalışma alanları yaratarakta kolayca bu sorunun üstesinden gelebilir. Ama toplumsal ve bireysel bir sorundur. Sorunu çözmek için gerekli alan tarama çalışmalarının yapılması gerek toplum sağlıği, gerekse de bireysel sağlık açısından vazgeçilmez bir durumdur. Unutmayalım ki sağlıklı bir toplum, kendini ekonomik, sosyal, siyasal, tekniksel ve eğitimsel alanında ki yapacağı kazanımlalrla refah seviysini mutlu ve huzurlu bir yaşam sevinciyle ödüllendirecektir. Her sağlıklı bir birey, aynı zamanda düşüncede, siyasette ve ekonomide ekonomik düşünen bir birey olarak toplumsal gelişmemize de katkısı sınırsız olacaktı.
Bu gün ki Pazar yazım, aslında sanat üzerine olacaktı, ama 18 yıl oönce okuduğum bir kitabın arasında çıkan ve girişte belirttiğim gibi, o zaman ki bir bayan arkadaşın tavrını da göz önüne alarak son yıllarda ve son aylarda tespit ettiğim toplumda artan karşılıklı güvensizliğe pozitif bir katkı niyetine yazdım. Eksikliklerimi hoş görmeniz niyetiyle, eğer buna rağmen Pazar Keyifinizi de kaçırdıysam hepinizden özür diliyorum.
Saygılar hepinize!
Hasan Hüseyin Arslan - 03.10.2021
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.