- 1490 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
SEVDİĞİMDEN DE FAZLASI...
Düşleri yeknesak o yakamozların sanrılı varlığından bitap düştüğüm.
Sekanta sığan bir ömür aslında iki asra denk düşen hayatımın bakiyesinde saklı mazinin iniltisi.
Satır başlarında nöbet tutuyorum.
Uzağındayım hayatın ve dibine vurduğum yalnızlığımla avunuyorum ben sistematik bir çöküş benimki ve iç döküş.
Tutuşan iyelik eklerim var ve düşlerde saklı fenni sünnetçi ile gerçekleri uğurluyorum acı çeken gövdesinde çınar ağacının sığındığım bir düş kovuğunda bedenimden ayrı düşen uzuvlarıma yabancı gözlerle öyle bir bakıyorum ki…
Satılık bir yurt gibiyim: göçmen kuşların misafir kaldığı içimin yurdunun odaları ve bir b/ölü aşk olma ihtimalim ile bölündükçe bölünüyorum parantezlere ve uyumlu bir insan olmayı reddediyorum bilindik topluma.
Bilinmedik ne varsa içimde istifli.
Bilinen kareköküm belki de ne de olsa rakamlarla içli dışlı geçti hayatım.
Ya, bir bankanın kasasında saklı külçe külçe altın.
Ya da yuvaladığım hayallerle örtülü gök kuşağın iniltisinde sıradan bir renk olmayı çoktan reddettim.
Karanlık iken meczup yanık ve aydınlık bilinen kalan yarım kürede su doku oynayan bir Afrika yerlisi gibiyim. Sıkı sıkı örülü saçlarım bazen kurutmadığım yaşlarım ve kökü kurumuşken mutluluğun soyut bir alfabede sekiyorum bir harften diğerine ve idare ediyorum hayatı oysaki ikame ettiğimi söylüyor kimlik numaram.
Düş pazarında satılık yakamozlar var ve kıvamında acılar belki bir yanardağ gibi kustukça ateşini ben kutsanmış şehrin şüheda maziyim ve gün mizaçlı bir şiir olmak adına düştüm yola gecenin kör karanlığında.
Unutulmuş ve uyutulmuş ütopyalarım var benim ve sedef kakmalı yalnızlık bazen somurtan bazen seken belki de sarkan göz torbaları lanetin.
İçimin izdihamında ütülemek adına duygularımı geldim ve kondum karanlığın sırtına bense beylik bir rüzgârdan fazlaydım fırtına gibi estiğim aşkın kıraç yollarında kırışan yüzü mazinin ve sevdalı atimin.
Gölgemi savuşturdum başımdan ve yine geldim tünedim sevgili, o devasa yüreğine ve bilirim de benim için artık bir oda ayırmadığını yüreğinde bense acı çeker ve açılarını dik başlılığımın ütülerken hala kırışıklarını kovamadım duygularımın.
Hışırtılı sesi rüzgârın ve Ekim’e merhaba dediğim günün bitiminde…
Bak, bak nasıl da sokuldum kollarına mabedimin matem örülü üstü yüreğin kıvılcımlarından da tutuşturdum şömineyi ve beyitler döküyorum ateşe daha da büyüsün diye bu acı.
Basmakalıp sözcüklerim yok benim.
Ve silip de süpürdüğüm yer sofrasında tabak tabak imge ve sözcük ve bol soslu bol acılı ve kaşıkladığım kadar sevgiyi korumak adına metanetimi bir bulvardan diğerine koşuyorum.
Binlerce cümleyi aynı anda kurabilirim elbet ertesinde infilak edip de göçmeyeceğim ne malum bu yalan dünyadan?
Kaç doz ise içime çektiğim acının dilaltı elbet el üstünde tuttuğum kadar sevgiyi ve aşkı biliyorum artık karşılığında çekeceğim acının fazlası da beklemekte beni yeni günde.
Güne uyansam ne ki geceyi sıkıp da limon gibi şiirler damlarken ucundan yasımın ve yaşlı gözlerimde mimozalar büyütüyorum aslında karanfil kokulu bir esans gibi içimi koklayıp da peşine düştüğüm bu cennet bahçesinin tahayyül edemeyeceğim kadar uzağında olduğunu biliyorum.
Yüreğimin uzun ve dar koridorları.
Usumun ferahlığında bir anda kaybolup uçsuz bucaksız bir denize misafir oluyorum.
Aklımın hizasında saklı şiirler ve şiirlerin sağında elimde tespih ve Besmele solda saklı bir yarayı solfeje uygun hale getirmek adına piyanonun tuşlarına dokunuyorum ve fildişi tuşlarla eşleşip adeta piyanonun can çekişen ruhunda teselli buluyorum.
Bedenim yok.
Aklımsa sıra dışı.
Akil bir rüzgâr ve alıcı kuşlar.
Protesto ediyorum doğayı ve doğaüstü bir güçle yanaşıyorum gönlümün iskelesine.
Pabuç bırakıyorum yabani gölgelere ve sırlarımdan surlar örüyorum ve sarmalında sevdalı şehrin sararıp soluyorum gün batımında ısrarla toprağı karıştırdığım ne de olsa insan toprağına alışıyor öldükten sonra.
Defalarca ölüp de huzurlu bir ölü olamadığım ne kadar da doğru.
Defalarca doğduğum gün gibi aşikâr ama gün yüzü göremediğim de yadsıyamayacağım bir gerçek.
Ceplerimde çürük elmalar.
Cevizler kafamdan da büyük bazen bir sincaba dönüştüğüm bazense dişlek bir tavşanla bölüştüğüm havucum.
Havanın da ayarı yok işte.
Kış güneşi belliyorum Ekimin ilk gecesinde ayna tutuyorum yorgun yıldızlara ve neye denk düştüğümü bilemezken çiçek olup açıyorum gül bahçesinde ve ansızın solup gökteki bir yıldıza denk düşüyorum.
Adım gibi mizacım da uyumsuz birbiri ile.
Hem gülüm hem yıldızım madem ve işte mutluluğa ve huzura erecekken içine düştüğüm kaos ile itiyorum yüreğimi en uzak köşeye.
Sevginin katsayısı bildiğim özlem.
Özlem çektiğim değil de özendiğim belki de hemcinslerime elbet kocaman bir yalan…
Yalandan sevgi sözcükleri ile kim ise bir diğerinin ruhu ile cilveleşen ve ben saygı ve sevgi mıntıkasında sevdiğimi söylemekten dahi acizim ve canım yana yana seviyorum ve can çekiştiriyorum aşka ve muhafaza ettiğim içimdeki kâhin çocuk ve o da biliyor acımın günbegün büyüdüğünü.
Hem acım büyüyor hem içimde saklı aşk.
Ve büyütüyorum gözümde kimse sevdalandığım aslında kaçıyorum da varlığından aşkın ve tek kişilik yaşıyorum aşkı ben.
Refüze edilen yüreğim.
Ve sevmekten yorulduğum.
Söylemeye yeltenip de geri durduğum ve gözüme kestirdiğim bir kadında kendimi görmeyi hayal ediyorum oysaki çocuk yüreğimle sadece çanta kulpunda saklı bir resim gibi ya da bir sembol ve gözden uzaklaşıyorum ve göze aldığımdan fazla çektiğim acılar.
Sürüldüğüm bir coğrafyada…
Süründüğüm aşkın poyrazında.
Savrulduğum hece hece ve savunmamı yapıp gözden kaybolduğum.
Hiç var olmadığım gibi yokluğumla eğer ki hayat kıymete binecekse gidiyorum işte arkama bakmadan çekip gidiyorum hem kendimden hem aşktan.
Patavatsız yüreğimle sevip da kahrolduğum ve tek kişilik yaşıyorum aşkı ben ve yaşadığım acının fazlasını da yaşatıyorum çevremdekiler ve mutsuzluğun dokunulmazlığında sadece dokunuyorum içimdeki yaraya ve üstüne alkol döküyorum ki acım can çekişsin ve sevgi illa ki tahribat gücü en yüksek olan duygu.
Sevdiğimden de fazlasını sözcüklere dökerken…
Sayıp da sövdüğüm elbet içimdeki pişmanlık ve acı eşiği ve ölümüne seviyorum ben ve tek kişilik aşka mumlar dikiyorum ve adaklar adıyorum ölen varlığımın da bir hatırası iken yazdıklarım ve kalemim ve kale’ m düştüğünden bu yana kalemim da acı doğuruyor ve doğan güneşe değil beni çağıran karanlığa koşuyorum hiç olmadığım kadar mutsuz ve âşık iken…
YORUMLAR
***Düş pazarında satılık yakamozlar var ve kıvamında acılar belki bir yanardağ gibi kustukça ateşini ben kutsanmış şehrin şüheda maziyim ve gün mizaçlı bir şiir olmak adına düştüm yola gecenin kör karanlığında.
Unutulmuş ve uyutulmuş ütopyalarım var benim ve sedef kakmalı yalnızlık bazen somurtan bazen seken belki de sarkan göz torbaları lanetin.
İçimin izdihamında ütülemek adına duygularımı geldim ve kondum karanlığın sırtına bense beylik bir rüzgârdan fazlaydım fırtına gibi estiğim aşkın kıraç yollarında kırışan yüzü mazinin ve sevdalı atimin***
Gülümm güzel yazını çok kutladım ve beğendim...
'' aşka mumlar dikiyorum ve adaklar adıyorum ''
Ne güzelll...
Çok sevgimle her zaman canım ***
Gülüm Çamlısoy
Teşekkür ederim canım arkadaşım.
Sevgimlesin yürek dolusu