- 1053 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
923 – ŞEFAAT VE HİMMET
Onur BİLGE
Bilge kişiler, rehber şahsiyetler hakkında yeteri kadar bilgi edinmiş olduk. Aklıma şefaat ve himmet geldi. Himmet: Kayırma, yardım, çalışma çabalama anlamına geliyor. Şefaat: Suçun affı ya da dileğin yerine getirilmesi hususunda aracılık yapma anlamında kullanılıyor. Allah’ın, günahkârların bağışlanması, diğerlerinin de derecelerinin arttırılması için Efendimizin dua ve rica etmesi olarak biliniyor. Ben de Sadullah Bey’e:
“Şefaat ve himmet konusunda da bizi bilgilendirir misiniz?” dedim. Maksadım onun bu konudaki düşüncesini öğrenmekti ama aklıma yatmayan yerlerde itiraz etmekti.
“Şefaat ve himmet...” dedi. Devam etmeden önce düşünür gibi biraz bekledi. Kafasını toparlamaya mı çalışıyordu, yoksa söyleyeceklerinin ayetlerle uyuşamayacağından mı endişeliydi bilmiyorum. Hadislere göre farklı, ayetlere göre farklıydı bu konu. Geçerli olan ayetlerken, diğer aktarımlar hakkında ne diyecekti? Merakla bekliyordum.
“Zahiren öyledir ama “Allah’tan hidayet, Efendimizden şefaat, pirandan himmet, müminlerden de dua müstecaptır.” denmiştir.
Hidayet durduk yerden, kendiliğinden ulaşılabilecek bir güzellik değildir. Öncelikle onun yürekten istenmesi gerekir. Allah: “İsteyin vereyim!” diyor. "Allah, dilediğini kendine seçer, kendine yöneleni de doğru yola eriştirir.” buyrulmuştur. Kul isteyince, Allah’tan hidayet beklenir. Hidayet: .Allah’ın kulunu doğru yola yönlendirmesi demektir ki yol, Allah yoludur. Hak yoldur. İslamiyet yolu... İslam’ı kabul etmek, Müslüman olmak da hidayete ermektir.
“Bizi doğru yola ilet! Kendilerine nimet verilenlerin yoluna... Gazaba uğramayanların ve yanlışa sağmayanların yoluna...” diye dua ediyor, sonunda da mutlaka Âmin!” diyoruz. Demek ki yalnız bizim istememizle olmuyor, her işte ve her şeyde olduğu gibi bu çok ama çok önemli konuda da Allah’ın yardımı gerekiyor.
Bir insanın Kâmil bir bilene ulaşması için gereken şartlar da kendiliğinden, tesadüfen meydana gelmez. Bir bilgeden mânâ kanalıyla gelen davet, ancak Allah’ın izniyledir. O, eğitilmek ve öğretilmek isteyeni kendiliğinden çağıramaz. Bu daveti gerçekleştiren, kulunun niyetini bilen, duasını işiten Allah’tır. Onu eğiticisine, eğiticisini ona mânâ kanalıyla bildirir. O âlemde ikisini tanıştırır ve buluşmaları için gereken şartları sağlar. İrşat edilmek isteyen kul, vesilelerle eğitmenine ulaştırılır. Genelde küçükler, büyüklerin ayaklarına giderler.
Bu böyle olmasa, kendimize ait bir kuvvet ve kudretimizin olduğu düşünülebilir. Biz ki: “La havle ve la kuvvete illa Billahil Aliyyül Azim.” diyenlerdeniz. Biliriz ki güç ve kudret yalnız Allah’a aittir.
Bu işler, yeryüzünde planlanmaz. Ezelden tasarlandığı gibi olur. İlm-i ezeliyede kimlere ihsan edilmişse onlar kâmil mazharına ulaştırılırlar. Çağrıyı alan yerinde duramaz, o anda yola koyulur ve onu bulur! Çünkü ancak ezelden tayin edilen eğitici tarafından eğitilerek kâmil insan olabilecektir.
“El ulemayı veresatül enbiya...” olarak tanımlananlar gerçek münminlerdir. Onlar, Allah anıldığında kürekleri haşyetle ürperir,. Kendilerine ayetler okunduğunda imanları artar. Onlar, yalnız Allah’a tevekkül eden kendi hallerinde insanlardır.
Sahabe ne kadar şanslıydı! Onlar Efendimizi gördüler, ondan bir söz işittiler. Bizim için böyle bir şey imkânsız! Belki ancak rüya kanalıyla birazcık mümkün... Onun için ancak onun varislerine ulaşabilir, onların sohbetlerine iştirak edebiliriz. Yalnız onlardan şefaat bekleyebiliriz.” dediğinde söz aldım:
“Onların şefaat etmeye izinleri var mı?” diye sordum. Allah’ın huzurunda izin verilmeksizin kimse ağız açamaz! “Allah’ın izni olmaksızın kim şefaat edebilir!” Bu, Allah sözüdür! Hatırlatmak istedim.”
“Onun diledikleri müstesna...”
“Dilek, yani izin O’ndan çıkıyor. Demek ki görünüşte izin verilen, aslında Allah şefaat ediyor!”
“Elbette! Onlar vesile oluyorlar.”
“Hayır! Vesile ediliyorlar!”
“Evet! Vesile ediliyorlar.”
“Neden doğrudan kendisi affetmiyor ki?”
“Belki onları birbirleriyle kaynaştırmak istiyordur. Müminler bir bütündür. Tek yumruk gibi...”
“Bir hadisi daha hatırlatmak isterim. Efendimiz, sevgili kızı Hazreti Fatıma’ya: “Kızım Fatıma, bana güvenme! Benden, dünyadayken neler elde edebilirsen, ahirette elinde o olacaktır! Dikkat et!” demiş, işin ciddiyet ve önemini bildirmiş. Orada kimsenin kimseye faydasının olmayacağından bahsetmiş. Çünkü orası, tohum serpme yeri değil, hasat yeridir!”
“Onun yerine varislerinden şefaat talep etmekten başka çaremiz yok. Onların şefaatleri de ahirette değil, dünyadaykendir. Yani tahsil esnasında...”
Himmet pirandansa, o da dünya hayatındaykendir. Pir, Kâmil eğitici ve öğretici demektir. Onları bulanlar, onlara intisap edenler, onlarda meratip tahsilini, harfiyen teslimiyet ve sevgi bağlarıyla bağlananlar, yeteri kadar himmet almış olacaklardır."
"Teslimiyet, Allah’a olmaz mı!"
"Onlara teslimiyet, Allah’a teslimiyettir zaten. Onlar onları Allah’a ulaşma yollarını öğretirler. Kötülüklerden vazgeçirirler, iyiliklere yönlendirirler."
“Teslimiyete ve sevgiye ne gerek var?” diye sordu Işıl.
“Teslim olmayan, talim ettirilemez ki! Bu beraberliğin hoş ve devamlı olabilmesi için yoğun bir sevgi bağı gerekir. Teslimiyet ve sevgi azalınca, himmet de azalır. Öğrenci yerinde saymaya başlar. Yolcu, yarı yolda kalır. O, vuslattan nasibini himmet nispetinde alabilir. Ondan feyiz alarak yoluna devam edebilir. Ancak yol gösteren, Allah’la kul arasında değildir. O yalnız öğreticilik ve eğiticilik görevini yapar."
"Hangi aradan bahsediliyor? Allah’la kulu arasında ara yoktur ki!" dedi Mahir. "Şah damarından daha yakın değil mi!"
Nefsini bilen Rabbini bilir. O’nun ona ne kadar yakın olduğunu fark eder. Fani olduğunu, ancak Hay sıfatıyla hayat bulduğunu, meyyit sıfatıyla yok edileceğini bilir. Kendisi zannettiği varlıktan duyanın, görenin, konuşanın Allah olduğuna şahit olur. Rabbini uzaklarda zannetmekten ve aramaktan vazgeçer. O zanda ve hayalde değildir. Allah’ın, kendinden çok kendinde olduğu bilincine ulaşır.
“Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyu,
Ben taşrada arar idim ol can içinde canan imiş,
Öyle sanırdım ayriyem dost gayridir ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş!” der, Niyazi Mısri gibi...”
“Allah, mekândan da zamandan da münezzehtir!” dedi Mahir. “Maddede de değildir.”
“Evet! Öyledir! Ancak zerreden kürreye, her yarattığından müşahede edilebilir. Müşahede, teslimat ve muhabbetle mümkündür. İtaat gerektirir. İtiraz kabul etmez!”
“Bu, körü körüne inanmak olmaz mı?” dedi Neşe.
“Bu, körü görür hale getirmek olur kızım!” dedi ve yine bir süreliğine susma tercih etti Sadullah Bey.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 922
YORUMLAR
Alimler peygamberlerin varisidir.Islam`i ögretirler vazifeleri biter.Hidayeti bahs edecek olan Allah( cc) imani güclendirecek olanda kisinin kendisidir.Islam ilim dinidir tarikatlar ,ilmi ibadi, zikri, muemamelati yani seriati ögretiyorsa bas üstüne fakat maalesef cogu ruhban sinifi olusturup mensuplarinin akillarini ipotek altina aliyorlar.dikkatli olunmali
Allah: “İsteyin vereyim!” diyor. "Allah, dilediğini kendine seçer, kendine yöneleni de doğru yola eriştirir.” buyrulmuştur. ''buradaki Allah dilediğini kendine seçer ,ile sonrakikendien yöneleni doğru yola eriştir .tam anlamıyla tezat değilmi,doğrusu ALLAH DİLEYENİ OLMASI GEREKMEZMİ ? ''
Nedense ŞEFAAT Tümüyle ALLAHA'a aittiri ,anlamak istemiyorlar. illede aracılar edinecekler,İnsanlar nedense Kuddisiyeti Hükmü Allah'a bırakmak istemiyor,ehli kitapta böyle ruhban sınıfıda böyle. bizimkilerde onların yolunda işte.Şükür ki VAHİY VAR NEBİMİZ VAR. SELAMLARIMLA TEBRİK EDERİM.