Kendimizi Yaşatalım Ki Başkaları Da Yaşasın
Anladım ki kimse kimseyi mutlu edemez, mutluluk insanın kalbinde sırlanmış. Kalp neye inanırsa sanıyor ki o mutlu edecek. Kalbi kaplayan ölümcül inanışlar… Böylesi değişen ve aldatan fikirler, mutluluğu getirecek doğru fikir ve inanışları kalbin derinliğinde hapsetmiş durumda. Kalbin içine sürekli kir akıyor, gün geliyor bu kiri en doğrusu ve temiz sanıyor. Doğru deyince herkes hakkında bir şeyler söylüyor. Gerçeğin hapsolduğu kaplerde bu doğru deyişler ne kadar inandırıcı olabilir ki… Verilen öğütlerde yapıcı ve yaşatıcı olmuyor bu yüzden…
İnsan gerçekten çok zavallı ve dünyalık zincirine tutunmuş ne kadar fakir. Ne kadar güç harcasa, ne kadar doğru olduğuna inansa, ne kadar sahiplense hep kaybediyor. Kaybettikçe acı çekiyor. İnsan doğruyu bulabilmek için, evini temizlediği gibi kalbinde gerçek temizliğin yapıldığı bir işlevi bulabilmemelidir. Bu nasıl olabilir ki? insan alışkanlıklarından, çözüme odaklı yanlış kurgulardan nasıl kurtulabilir ki… Ne kadar acı çekse, iyileştikçe, acı verene müptela bir akış devam etmekte! Yaşamak zorundayım ve bunlardan başka elimde malzeme yok diyen bir sinsi kabulleniş, insan ömrünü yiyip bitirmektedir. Psikologlar bile telkin yaparken herkesin kabul ettiği bu kirlenmiş çarka hastasını geri döndürmek üzere kurgular yapmaktadır. Kişi aynı kuralları başkasında gördükçe kendisinin de ip üzerinde her an düşmesi olası cambazın çilesini çekmekte ve buna da heyecan ve yaşamak demekte. Oysa insanın ölmesi bu muhtemel kurgunun sadece bir gösteriden ibaret olduğu gerçeğini kimse kabul etmemektedir. Binalara, dağlara tırmanıp düşmediğini görünce bunun başarı olduğuna kendisini inandırması gibi… Libidosunun seviyesini yaşam standardı olarak kabul etmesi!
İnsan ölüme meydan okuyor, doğruyu aramıyor. Kalbinde ki kirlerden ve anlamsız kurgulardan kurtulmaya çalışmıyor. Ölüme meydan okurken, kurguladığı savaşlarda başkalarını öldürüyor. Hesap edemediği bir kurşun kalbine saplandığında onun içinde hayat sona eriyor. İnsan az veya çok zaman içinde mutlaka ölecek, bundan kaçıp kurtulan var mı… Ölümü doğum gibi görmek, başka bir boyuta erişmek gibi görmek gerekiyor. Ölüme götürecek her sebepten kurtulmanın yolunu aramalı insan. Kendini yaşatmalı. Bunun içinde ağzından giren her maddeye dikkat ettiği gibi, göz, kulak ve burnuyla aldığı her manevi objeyi temizinden seçerek kalbine yedeklemelidir. Bu yedekleme sabun gibidir, kirlenen kalbi temizler. Tıpkı sigarayı bırakanın, bir başkası sigara içerken aldığı kokunun ne kadar iğrenç olduğunu görmesi gibi…
Ağzımıza aldıklarımıza ne kadar dikkat ediyorsak kalbimize aldıklarımıza da o derece dikkat etmek gerekiyor. Zehir hem maddi hemde manevidir. Öğüde kulak vermeyen bir tiryaki, onu terk ettiğinde ne kadar kötü olduğunu düşünmesi gibi… Bu düşünce kalpten gelmelidir. Kalp bu kötülükleri terk ettikçe, dünyadan kurutulup yokluğun güzelliğini görmeye- dünyadan kurtulmanın sevincini yaşamaya başlayacaktır. Dışımızda ki dünyada öylesi bir kirlilik var ki… Kalbimiz sürekli zehirleniyor. Yapılan haksızlığa, kendini kurtardığına inandığı güya yalanlara, dini, siyaseti, pembe hayalleri ile herkesi sömüren oluşumlara… Kandıkça zehirleniyor ve kalbi kapkara oluyor. İnsan ne görürse onu yaşar sonuçta. Kitap okusa, cenneti tasavvur etse, görmediğine inanıyor… Bu yüzden de yaşanılır kabul etmiyor. Bu zehirlenmiş çevrede onu görebilmek ancak saf bir kalple olabilir. Biz zehirlendikçe, ölüme hızla koşuyoruz. Geriye baktığımızda ise bizi mutlu edecek bir mazimiz ve anılar olmuyor.
Ölüme koşmak için yaşamayın, nasılsa öleceksiniz. Daha fazla ve zehirlenmeden nasıl yaşarız diye arayışlara ve kurgulara yönelin. İpin üstünde düşmeden ilerleyen cambazın marifeti, yaşama tutunan kişiyle kıyaslanamaz bile. İnsanlığımızın fabrika ayarlarına geri dönmek, şart mı şart. Kalbimiz bu zehirlenmeyi kaldırmayor artık. Öfke, bunalım, stres, öç alma, kibir, haset, iftira, gıybet… Kalpten çıkmalı. Kendimizi yaşatalım ki başkaları da yaşasın.
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.