- 514 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Kalıpları Kırmak ve Değişmek
İnsanlara tesir eden ne de çok unsur var. Aynı potansiyele sahip ve veya benzer insanların, farklı çevrelerde başkalaştığını görmekse hayret verici değil mi?
Aynı sosyal çevrede, aynı okulda ve aynı ilgi ve becerilere sahip öğrencilerin sonradan nasıl da farklılaştığı konusu hep ilgimi çekmiştir. Bunun nedenleri çok yönü elbette. İnsanlar bulundukları ortama uyum sağlamada gerçekten de çok iyiler. Birileri, küçükken asgarî seviyede bile elmayı, patatesi soyamazken, bir de bakmışsınız ki milimetrik ölçülerde ve üst seviyede el becerisi gerektiren laboratuar koşullarında son derece de başarıyla çalışabiliyor. Yine bir başkası, asla haz etmediği sosyal diyalogların içinde buluveriyor kendini ve oldukça da verimli şekilde.
Bazı psikolojik araştırmalar de bu tezi destekler mahiyette sanırım. İki benzer nitelikli gencin farklı ortamlarda bambaşka insanlar olarak ortaya çıkabileceklerini ileri sürüyor bu yaklaşım. Birini usta bir yan kesici, diğerini de akademik ortamların üstadı olarak görebileceğimizi dillendiriyor.
Yıllar yılı sadece sorumluluk duyduğu hayvan sürülerini otlatmak,bahçe ve tarla işlerini yapmakla geçiren birileri, yoğun insanî ilişkilerin yaşandığı metropollerde karşımıza çıktığında, geçmişini az çok bildiğimiz bireylerin bu muvaffakiyetleri gerçek bir başarı öyküsüdür kesinlikle. Kısa süreler içinde sanki yılardır o ortamların içindeymiş gibi bir uyum gücü, bizi başka sorulara da yönlendiriyor elbette.
Toplum bilimleriyle ilgilenenlerin sıklıkla gündeminde olan bu konu, üzerinde araştırma yapılmaya da değer kıymette. Yönetim erkini elinde bulunduran yapılar, insanları ve doğal olarak toplumu daha kolay sevk ve idare edebilmenin yollarını arar. İnsanları daha verimli, daha anlayışlı, hoşgörülü, etken, dinamik ve olumlu yönde etkileyebilmek, ortaya koydukları hedeflere ulaşılmasını kolaylaştırır doğal olarak.
Buraya kadar işin doğasını, ortamların kendine özgü ilişki ağlarıyla bizleri manipüle edebildiğini, istenen davranışların ve duruşların ortaya çıkabildiğini ifade ettik. Bu durum her koşul ve şartta böyle oluyor mu acaba? Her sosyal kesimden bireyler, farklı ortamlarda kendilerinden beklenen olumlu ve yapıcı davranışları, en azından asgarî ölçeklerde icra edebiliyor mu? Sanmıyorum. Toplu taşıma araçlarında oldukça rahatsız edici şekilde rahat ve yüksek bir ses tonuyla konuşanları, cadde veya sokakta yürürken sanki lavaboya tükürür gibi yere tükürenleri, çocuğunun elindeki çikolatanın kabını sokağa rastgele ve rahatsızlık duymaksızın atabilenleri de görmüyor muyuz? O halde bir yerlerde yanlışlık var. Bu konu da bizi eğitim süreçlerine yönlendiriyor galiba.
Temel değerleri yeterince özümsemiş olanlar ve bu kıymetli hazineden mahrum yetişmiş diğerleri. Onlarla birlikte yaşadığımıza, aynı mekanları ve sosyal hakları paylaştığımıza göre, bu konu her birimizin ilgisine ister istemez değiyor doğal olarak. Kimse, bankamatik önünde saatlerce beklemek istemez değil mi? Benzer biçimde, bir banka veznesinin önünde, veznedarın siz yokmuşsunuz gibi ve istifini de hiç bozmadan onlarca dakika sizi yok sayması da…
Ailede verilen eğitimin neden her şeyin üzerinde olduğunu anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Kahvaltı sofrasında yaşananlar, yarının kahvaltı sofralarında da yaşanacak demektir. Benzer şekilde, anlaşmazlığa düşülen bir konuda kardeşlerin konuyu kişiselleştirmeden sonuca bağlamaları bu anlamda güzele, konuyu şahsileştirerek hakaret boyutlarında sürdürmeleri de kötüye örnek olabilir. Hayata dair her bir sevincin, hüznün nasıl yaşanması gerektiği konusu, ailenin verebileceği eğitimin de omurgasını oluşturur diyebiliriz. Esasında neyi yaptığımız, neyi söylediğimiz değil; onları nasıl dillendirdiğimiz, karşıya değersiz olduğu duygusu yaşatmadan ortaya koyduğumuz duruş ve davranışlarımız önemli değil mi?
Her şeye rağmen, geleneksel aile yapımızda yine de bazı ana unsurların halen yaşanıyor olması pek sevindirici. En duygusuz insanların bile yeri geldiğinde ortaya koydukları tavır, gözleri yaşartır nitelikte. Bu duruma çarpıcı bir örnek vermek isterim. Yaşlı bir bayan, hafta sonu kiliseye gitmek ister ve yolda otostop yapar. Onu bir otomobil alır ve istediği mekana götürür. Ne var ki, bu yolculuğun ücretini de kendisinden ister. Aynı bayan, bu durumu bir müslüman bireyin aracıyla yaşadığında durum farklıdır. Müslüman adam, yaşlı bayandan hiçbir şey istemez. Üstelik son derece kibar ve yardımsever tavırlarla, başkaca bir yardımı olup olmayacağını da sorar. Bu durumu değerlendiren Ortodoks Papaz, Hıristiyan dünyasında başarılamayan şeyin bu olduğunu, özden gelerek ve Allah`ın hoşnutluğunu kazanabilmek adına erdemli davranışların görülemediğini üzülerek dile getirir. Sözlerine de “Geleceğin toplumunda onların söz sahibi olacaklarını, onlardaki bu doğal ve aynı Rabbe inanmamıza karşın bizlerde oluşmayan insan sevgisinin, karşılık beklemeden de bazı şeylerin yapılabilme becerisinin onları öne çıkaracağını” dile getirir.
Bizi şekillendiren kalıplardan birinin de manevi değerlerimiz, inançlarımız olduğu göz önüne alındığında, bu yoruma katılmamak mümkün değil. Yaşanmakta kısmî olan yozlaşmaya rağmen, gezegenimizin daha mutlu insanlardan, daha barışçıl toplumlardan oluşmasında İslâmiyet dün olduğu gibi bugün de en değerli çözüm olarak gözler önünde durmaktadır.
Farklı unsurların tesirlerinde yaşayan insanların, iyi ve güzel adına da evrilebilmesi mümkün pekâla.Biz sadece bizden ibaret değiliz. Hem kendimize, hem de diğerlerine, diğerlerinin de bizlere mecburiyeti, sorumluluğu var. Dayanışma içinde yaşayabilmek, üzerine düşen bedelleri bilerek ve inanarak ödemek tümümüzün geleceği adına iyi sonuçlar doğuracak. Bunu bir anda başarabilmek mümkün değilse de sağlıklı ilişkiler kurulduğu, insanların birbirlerini doğru anlamaya çalıştığı ve kendilerini de en yalın şekilde anlatabildiğinde, büyük adılar da atılmış olacak sanırım.
Büsbütün kötü ve veya büsbütün iyi insanlar diye bir ayrıma gitmek yerine, özünde onu iyi ve güzel olarak görmek daha yapıcı değil mi? Mademki çoğunluğun kuralları bizi öyle davranmaya itiyor. Bu kuralları daha insanî, daha insafî yapmak ve örnek olabilmek değmez mi aydınlık bir yarın için? Toplumsal uyma davranışı dediğimiz de bu değil mi? Tıpkı bir kelebek etkisi gibi. İyilikler artarak yığınları nasıl da etkiliyor aslında. Hayat dediğimiz bu format, her birimizi çevreleyen,her yönden kuşatan değil mi? Onu neden eza ile yaşayalım? Neden ağlamaklı mazlumları görmek,neden horgörülen insanların dramlarını izlemek,neden?
Yaşadığımız ortamı veya sözün başında dillendirmeye çalıştığımız bu kabı, kalıbı kim değiştirecek? Kimler istenen şekilde ve yönde evrilecek?...Tabi ki biz, her birimiz. Birimizi onumuzu, o onumuz yüzümüzü,… etkileyecek ve birlikte daha arzu edilen bir geleceği yaşayabileceğiz. Hatalarla, küstâhlıklarla,hile ve riyalarla bunu başaramayız. Her birimiz kendi kabını kırmalı ve yeniden şekillendirmeli. Bunu başarabilecek güç, insanın özünde daima var. Önemli olan ne olduğunuz değildi. Ne olmamız gerektiği.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.