- 752 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
EMRETTİLER İDAM OLDU
Erdal’ı getirdiler. Son isteğini sordular. ’’Sigara’’dedi. Bir de mektuplarını avukatlarına vermek istedi. ’’ver’’ dediler. Külotunun içine sakladığı mektupları çıkardı. Sonra bir mektup daha kaleme aldı. Sigarasını içti.
İdam hükmünü okudular. Gömlek giydirdiler, Kelepçelemek istediler, direndi. ’’Kendi ipimi kendim çekerim ’’dedi. ’’Ellerinizi çekin üzerimden. İğreniyorum dokunmanızdan.’’ Doktora göre, kelepçe takılması gerekiyordu. Kelepçe ölümü kolaylaştırırmış. O anda doktor yaşamın değil, ölümün emrindeydi.
’’Bize sarıldı. Öpüşürken göz kırptı. Sonra da yürüdü gitti çocuk. Resmen gitti! ’’Kahrolsun faşist diktatörlük; yaşasın TDKP’deyince sehpayı çektiler. Ve gitti! Resmen gitti!’’
Avukatlar İsmail Sami Çakmak ve Nihat Toktay o günün sabahını, şimdi böyle anımsıyorlar. Tarih 13 Aralık 1980. Günlerden cumartesi. Yer Ankara Kapalı Cezaevi.
Avukatların o günden kalan bir anısı var. Anının kahramanları idamda hazır bulunan iki yüzbaşı. O arada iki yüzbaşının konuşmasına tanık olduk. ’’Gencecik çocuğu astılar. Bunun hesabını nasıl verecekler?’’ diyerek ağlıyorlardı.
Takvim yaprağını geriye doğru çeviriyoruz: 12 Aralık 1980 Cuma. Milli Güvenlik Konseyi toplantısındayız. Başkan Orgeneral Kenan Evren. Üyeler, orgeneral Nurettin Ersin, Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Orgeneral Sedat Celasun. 23. oturum saat 1400’te açılıyor. Gündemin 5. maddesi, Erdal Eren’in idamına ilişkin kanun. Adalet Komisyonu Başkanı Hakim Albay Zeki Güngör sunuş yapıyor Albay sözlerini ’’Evinde yapılan aramada da sol içerikli bir hayli yayın ele geçirilmiştir.’ diye sürdürüyor. Sol içerikli yayınlar sanki idamı kolaylaştıracaktır. Konsey Başkanı soruyor: ’’Tümü üzerinde söz almak isteyen sayın üye?..Yoktur. Tümü üzerindeki görüşmeler bitmiştir. Maddelere geçilmesini kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir.’’Başkan 1. maddeyi okuyor. Soruyor: 1. madde üzerinde söz almak isteyen var mı efendim?..Yok. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir. ’’İkinci madde için aynı sorular, aynı sonuç. 3. madde :’’Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.’’3. madde üzerine söz almak isteyen üye?..Yok. Kabul edilmiştir. Kanunun tümünü oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir.’’ Konsey Başkanı Kenan Evren’in konuyla ilgili son sözleri şöyle: ’’Allah taksiratını affetsin!’’
Bu davanın hukuka karşı kara bir leke olarak kalacağı; bu davada bizim haklı olduğumuz, Erdal Eren’in haksız yere asıldığı iddiasını sürdürüyoruz. Ölünceye kadar da bu iddialarımızda ısrarlıyız. ’’Avukat Nihat Toktay’ ın sesine yedi yılın hiç azaltamadığı bir acı karışıyor sürekli. Erdal Eren, Necdet Adalı ile birlikte 12 Eylül’ün ilk kurbanıydı. Erdal Eren davası ise, 12 Eylül hukukunun ilk kurbanı. Avukatlar dönüp yedi yıl öncesine baktıklarında, olağan üstü bir hızla yürütülen, eksiklerle dolu bir yargılanma; idam kararı için neredeyse özel çaba harcayan bir baş savcı, idam edilebilmesi için gerekli yaş olan 18’ini doldurup doldurmadığı bile araştırılmadan ipe çekilen gencecik bir insan görüyorlar.
2 Şubat 1980 günü Ankara Hoş dere Caddesi’nde, daha önce aynı yerde polis tarafından öldürülen bir genci anmak için yapılan izinsiz gösteri,güvenlik kuvvetleri tarafından dağıtılıyordu. Çıkan çatışmada inzibat eri Zekeriye Önge öldü. Erdal Eren burada yakalanıp Merkez Komutanlığı’na götürüldü.
Orada geçirdiği 24 saati daha sonra Mamak’ta hücre arkadaşlarına, ’’O bir günde, emniyette görmediğim işkenceyi gördüm’’ diye anlatmıştı. Daha arabadayken feci şekilde dövülmüş, nezarete sürüklenerek götürülmüştü.
Erdal Mamak Askeri Cezaevi A Blok arka tecritlerde kalmıştı.İlk andan itibaren ona ’’idamlık’’ gözüyle bakılıyor, ona göre muamele yapılıyordu. Arama yapmak için evine giden polisler ise babasına, ’’oğlun bir eri vurdu! Cezası idam.’’ demişlerdi.
Erdal’ın yargılanması ’’jet hızıyla’’ yapıldı. Gözaltına alındıktan iki gün sonra tutuklandı. Üç gün sonra, yani 5 Şubat’ta ise idamını isteyen iddianame hazırdı. Duruşması 13 Şubat 1980’de başladı. Bir ay altı gün sonra Albay Turan Fıratgil, İlhami Uğur, Yılmaz Vural Özenirler’den oluşan Ankara Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi idam hükmünü okudu. Kim demiş adalet ağır işliyor diye.O işkenceci polis yargılamalarında öyledir. Adaletin hem freni vardır, hem de gaz pedalı.
O dönemde ve 12 Eylül’den sonra bir süre, sıkıyönetimde görev yapmış bir emekli hakim, Erdal Eren davasıyla ilgili olarak şunları söylüyor:
’’Davanın hızla bitirilmesi için yukarıdan sürekli emirler geliyordu.’’ Yukarısı neresi? Bu kadar acele neden?
Nihat Toktay, duruşmaları birazcık ileri tarihe attırmak için, nasıl uğraştıklarını anlatıyor. Çünkü yargılanmanın baş döndürücü hızı, savunmayı olanaksız kılıyordu.
17 Mart 1980 tarihli son savunmasında Erdal Eren yargılama konusunda şöyle demişti:
’’Türkiye’de ve dünyada görülmemiş bir yargılama usulü ile karşı karşıyayız. Bu davanın bu kadar hızlı sonuçlandırılmak istenmesi, olay daha anlaşılmadan, yukarıdan gelen emirlerle çoktan verilmiş bir kararın formalitesini yerine getirdiğinizi gösterir. Benim hakkımdaki kararın üst düzeydeki sıkıyönetim komutanları tarafından verildiği o kadar açıktır ki, normal hukuk usulleri dahi ayaklar altına alınmıştır. ’’
Sanık bunları söylediği zaman mahkeme salonunda ne oldu biliyor musunuz? Salondaki muhafız askerler Erdal’ı hakimlerin gözü önünde dövdüler. Avukat Nihat Toktay ise yaptığı savunma yüzünden 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Tarih Erdal Eren dosyasını karıştırınca neler görecek? Bu tarih, azıcık hukuk bilgisine sahipse hemen kaşlarını çatıp söylenecektir: ’’Zekeriya Önge’ye yapılan otopsi usul hükümlerine uygun değil.’’
Otopsi uzmanı olmayan bir doktor tarafından yapılmıştı. Üstelik yeminsiz olarak. Yasaya göre orada bulunması gereken yargıç’da ortalıkta yoktu. Adli tabip yok, yargıç yok, usul yok, , ama idam var! İşkenceyle adam öldürmüş polislerin davalarındaki doktor ve rapor bolluğu nerede? Ölümden, öleni suçlu çıkarıncaya kadar sürdürülen tıbbi araştırmalar, kesip biçmeler; mezarından çıkarıp ölüyü bir kez daha doğramalar...
Erdal Eren’in öldürdüğü ileri sürülen Zekeriya Önge’nin otopsi raporu üstelik çelişkilerle doluydu. Hayır, bu çelişkilere dikkat çeken avukatlar değildi. Askeri yargıtay 3. dairesi bozma gerekçesinde söylüyordu bunları! Otopsi tutanağına göre, ’’mermi giriş deliği çevresinde yanık lekesi bulunduğu ve mermi giriş deliğinin çapının maktulün cesedinden çıkarılan 7.65’lik mermi çekirdeğinin çapından daha geniş ve 1 santimetre çapında olduğu saptanmıştı. Bu bulgular askerin yakın atışla öldürüldüğünü gösterir nitelikteydi. Bilirkişi ise tersini savunuyordu. Atış uzaktan yapılmıştı. Bu çelişkinin giderilmesi reddedilecekti.
Mahkeme heyeti, avukatların ısrarlı taleplerine rağmen olay yerinde keşif yapmayı, savunma tanığı dinlemeyi reddetti.
Mahkemenin dayanak olarak kullandığı otopsi raporu ile Erdal Eren’in polis ifadesi karşılaştırıldığında çelişkilerle dolu bir senaryo çıkıyordu ortaya. Bu senaryoya göre Erdal Eren, üzerine doğru gelen ve kendisine teslim olmasını söyleyen ere ateş etmiş. Ancak otopsi raporu, er Zekeriya Önge’nin sırtından vurulduğunu tespit ediyordu. Bu durumda erin ’’teslim ol’’ dediği kişiye sırtını dönmüş olduğuna inanmak gerekiyordu. Ayrıca Erdal Eren’in tam karşısındaki apartmanın önünden de ateş edildiğine dair bulgular vardı. Burada da boş kovan bulunmuştu. Ne var ki, bütün bunlar davanın seyrini hiç etkilemeyecek, dikkate alınmayacaktı.
Bir başka çelişmeli nokta, merminin izlediği yolla ilgiliydi. Nihat Toktay şöyle anlatıyor: ’’Çekirdeğin vücut içinde aşağıdan yukarıya doğru bir yol izlediği anlatılmaktadır. Oysa Erdal’ın ateş ettiği söylenen yer, Önge’nin bulunduğu yerden yukarıdadır. Bu durumda merminin tam tersi bir yol izlemesi gerekir.’’ Keşif yapmayı reddeden mahkeme, bu noktanında karanlıkta kalmasına yol açmıştı.
Mahkeme Erdal Eren’in doğum tarihini Şebinkarahisar Nüfus Memurluğu’na telgrafla sormuştu. Cevap da telgrafla geldi. Ancak nüfus cüzdanındaki bilgilerle nüfus idaresinden gelen bilgiler birbirini tutmuyordu. Hane ve cilt numaraları farklıydı. Mahkeme, bu çelişmeyi gidermeyi reddetti. Reddettiği diğer bir talep ise Eren’in yaşının adli tıp tarafından yapılacak kemik grafileri ile saptanmasıydı. Avukatlar, bir yurttaşın asılabilmesi için yasanın öngördüğü 18 yaşı Erdal Eren’in henüz doldurmadığı görüşündeydiler.
Mahkeme zabıtlarına göre Erdal Eren’in doğum tarihi 25 Eylül 1961. İşlediği öne sürülen fiilin tarihi ise 2 Şubat 1980. İnsanın bir kaç ay erken doğmuş olması bir gün gelip, yaşamına mal olabiliyordu. ’’Kahpe felek’’ diye buna denir herhalde! Ama feleğin ne suçu var? İnsanoğlu kendi feleğini kendisi yapar. Yasalarını da kendisi yapıyor.
Tarih artık 20 Ekim 1980’dir. Yani Erdal Eren’in kader çizgisi 12 Eylül’le kesişmiştir. Mamak’ın dehşet dönemi başlamıştır. Erdal Eren o günler için şöyle yazar bir mektubunda: ’’Ceza evinde yapılanların neler olduğunu ileride ayrıntılı bir şekilde öğrenirsiniz. Sanırım insanlık dışı zulümdü.’’ Zulüm aynı hücredeki iki idam mahkumu Erdal Eren ve Necdet Adalı üzerinde daha da yoğunlaşmıştı. Erdal Eren’in Mamak’taki adı ’’ASKER’’ di. Görevliler onu ’’inzibat’’ diye çağırdıkları da olurdu. Havalandırmada erler ’inzibat gel buraya’’ diye bağırıp döverlerdi. Dayak yerken düşmemeye çalışırdı. Bir keresinde bayıldı. Böyle durumlarda askerler ’’Bayılanı tekrar döverek ayırtırlardı’’ Bu yönteme cop tedavi derlerdi.
Eedal’ın tecrit arkadaşlarından E.E. şöyle anlatıyor:
’’Erdal’a hücresinde şınav çektirdiler. Sonra başladılar: ’’yat, kalk yat, dön’’ diye. En sonunda yüzü tuvalet deliğinin önüne gelecek şekilde durdurdular. Yine şınav çekmesini istediler. Direnince zorla döverek başını deliğe soktular’’
İnsan eğer bir de 18 yaşındaysa, kolay kolay kesmez umudu yaşamdan. Erdal idamla ilgili şakalar bile yapıyordu. Bazı akşamlar kızlar koğuşundan türkü isterdi. Tabii bunlar diğer hücre arkadaşlarından ayrılıp tek başına bir hücreye konmadan, 12 Eylül’den önce oluyor.
Askeri yargıtay 3. Dairesi dosyayı bir kez daha inceledi. Bu kez kararı, 59. maddenin uygulanmasını isteyerek bozdu. İşkence suçundan yargılanan bütün polislere otomatikman uygulanan bu madde, Erdal için kullanılsaydı müebbet hapse inecekti.
Başsavcı kararı yeniden Genel Kurul’a götürdü. Anlaşılan 3. Daire meselenin aciliyet ve önemini takdir edemiyordu. Genel Kurul 20 Kasım 1980 tarihinde 3. Daire’nin bozma kararını bir kere daha bozacak ve idam kararı kesinleşmiş olacaktı. Sadece yargıç Albay Hakkı Erkan, Genel kurul kararına cezanın müebbet hapse çevrilmesi yönünde muhalefet görüşü yazdı.
Daireler Kurulu, bozma kararında Erdal Eren’in savunmasındaki bazı sözlerini gerekçe olarak kullanmıştı:
’’Mahkememiz sadece bu düzeni koruyan bir mahkeme değil, aynı zamanda askeriyenin hiyerarşik emirlerine de bağlıdır. Sizin burada emir kulu olmaktan, tanrıların kan isteğini onaylamaktan başka bir göreviniz yoktur’’ Daireler kuruluna göre Eren bu sözlerle, ’’Türk toplumuna ve müessef nizama karşı nasıl bir husumet duygusunun tutsağı olduğunu da ortaya koymuş’’ tu.
Artık ölüme giden yol iyice kısalmıştı. Avukatlar son çare olarak kararın tashihi için Baş savcılığa başvurdular. Reddedileceği başından belli bir başvuru...İdam gecesi verilen bir dilekçe daha var. İnfazın ertelenmesini isteyen bir dilekçe:
’’Dilekçemiz infaz savcılığı tarafından alınmak istenmedi. İdamdan bir kaç dakika önce bize dilekçenin muhatabının Milli Güvenlik Konseyi olduğu söylendi. Bir yanda darağacını kurmuş bekliyorlar, bir yanda sokağa çıkma yasağı, gecenin sabaha karşısı, bize ’’Dilekçenizi Konsey’e verin’’ diyorlar. ’’O zaman infazı erteleyin’’ dedik. Ama asmaya yetkileri vardı, ertelemeye yoktu.
Avukat İ. Sami Çakmak anlatıyor:
’’12 Eylül sonrası infaz edilen idamların tümü acelecilikle, bir çok yasa hükmü görmezden gelinerek verilmiş kararlar neticesinde yeri,ne getirilmiştir. Özetle, özelde Erdal Eren genelde tüm idamlar, bir gözdağı, sindirme amacıyla verildi. Alenen öç alındı. Bu öç duygusu, Erdal Eren’in asıldığı sabah, bir astsubay’ın A Blok tecritindeki bir tutukluya söylediği sözlerde dile geldi: ’’Erdal asıldı.Bu sabah güneş daha güzel doğdu.’’