kırık kalpler orkestrası
Fate aradı içi kıpır kıpır "bil bakalım kimi gördüm mero?"
-ooofff ne bilim ben kimi gördün?..
"sesin niye öyle geliyo senin? keyifsizsin sanki her şey yolunda mı?"
-hiiiç! yorgunum...uykusuzum...hiç halim yok! kimi gördün anlatsana?
"Mustafa’yı gördüm seninki, eski okuldan!"
-Aaa gerçekten mi? nerde gördün Musto’yu?
"onların durakta dükkanı vardı ya hani o da ordaydı"
-e benim bildiğim kadarıyla onların marangoz dükkanı vardı hem nerden benimki oluyomuş!
"Yok kız iplik miplik satıyolardı ya hani! niye sen sevdalı değil miydin ona"
-Hasan’dı kız o! karıştırdın sen...adı konulmamış, uzaktan uzağa seyirlik, yalnızca teneffüslerde gözlerin yanık bir şekilde birbirine bakıştığı platonik aşktı bizimkisi! seninkinin adı da Hasan’dı ya! o yollarda hasan o yana hasan bu yana az mı çekiştirip durduk onları...
"he ya! hiç değişmemiş kız! aynı duruyor öyle gitgide yakışıklı olmuş! saç sakal o biçim yakıyo kızzz tipsiz! ama biliyosun tutucu dindarlar!"
-saçları çok beyazlamış mı?
"hahahaha! ciddi misin sen? şu anda aklına gelen ilk soru saçları mı yani? çok değil aralarına tek tük serpilmiş biraz...gözlerimi alamadım valla öyle bir baktım ki çocuğa"
- çocuğu mu kalmış! adam kaç yaşına gelmiş kendisi çoluk çocuğa karışmıştır artık!
"valla hiç göstermiyor!"
-sen de öyle öküzün trene baktığı gibi adamı seyretmişsindir Allah bilir!
"ne yalan söylim baktım valla! insan hiç değişmez mi kız? daha da karizmatik olmuş"
-öyle bi anlatıyosun ki! bari bi resmini çekseydin merak ettim şimdi
"neyse bi dahakine gittiğimde çekerim!"
-kız manyak mısın! şaka yaptım deli mi ne!
"normalde biz hep ordan alıyoruz bi şey lazım olunca ama ona denk gelmiyodum hiç...bu sefer o da ordaydı"
-dünya küçük Fate hiç beklemediğin anda karşına çıkarıverir böyle...
...
biz Hasan’la doğru dürüst hiç konuşamadık aslında...o bi üst katta, bi üst sınıftaydı...teneffüs zili çaldığında özellikle kış aylarında onlardan bi grup, bizden de bi grup öğrenci kapının önünde gırgır şamata takılırdık...bazen gözümüzü birbirimizden alamazdık ama durumumuz sadece bundan ibaretti...bi gün Hasan tebessüm ederek yanıma geldi, gamzeli yanakları nar gibi kızarmış belli bi şeyler söyleyecek bana...benim de kalbim küt küt atıyor ama...ahan da! diyorum bu sefer itiraf edecek Hesso!..bi an yine öyle tatlı tatlı bakıştık sonra okulun önde gelen ve yan sınıfın ağır abilerinden iki kişi geldi bunu kolundan tuttuğu gibi sağa sola çekiştirip biraz hırpaladılar çocuğu...aklınca gözdağı veriyolar...
"bizim kıza yan gözle bakarsan oyarız lan gözünü! anadın mı! bir daha o kızın yanına bile yaklaşmayacaksın! yoksa fena olur ona göre ayağını denk al Hasan!"
size ne lan! size ne! ben halimden memnunum size n’oluyo lan abiler! benim de gönlüm var o oğlanda! ben de vurgunum! ben de seviyorum ulan!..diyemiyorum tabi...bi utanmışım bi kızarmışım ki yer yarılsa da içine girsem diyorum...o derece yani... başımı yere niye eğiyosunuz? durduk yere niye rezil ediyosunuz insanı? nerden sizin kızınız oluyorum? siz kimsiniz be? bu mafya bozuntusu ergenler yüzünden biricik aşkımızdan olacağız iyi mi? zaten bunların okumak gibi bi gayeleri yok ki! işleri güçleri ne? o kadar ki sevenleri ayırıp hırgür çıkarsınlar! vay be! kaderimizde yeşilçam artisleri gibi kavuşamamak da varmış demek!..
zalim Tolstoy bizim bu halimizi görseydi eğer, eminim ki Anna Karenina’yı o puslu günde trenin önüne atmaktan son anda vazgeçer, ibreti alem için kızıl meydanın orta göbeğinde; Aleksi ile Kont Vronski arasında köşeye sıkışıp kalan Anna’yla hepimizi sürüm sürüm süründürürdü valla...hoş onların başına gelenler de pişmiş tavuğun başına gelmemiştir ya neyse!
...
Tanrım! bu utançla okula nasıl gideceğim peki? nasıl arkadaşlarımın yüzüne bakacağım? onlara ne diyeceğim?
birkaç gün mecbur kalmadıkça sınıftan dışarı çıkmadım. ödlek Hasanın da gözü iyi korkmuş anlaşılan piyasada yok zaten...gel zaman git zaman bi süre daha melül melül bakışıp durduk ama cesaretini toplayıpta yanaşamadı bi türlü...diğerlerinin gözü şahin gibi hep tepemizde dolanıp durdu...yine öyle uzaktan uzağa eski kaldığımız yerden devam ettik...bir de o gıcık olduğum gamzelerinin içine hapsediyordu beni şerefsiz!..
tabi okuldaki sabıkaları da bi hayli kabarık olan abilerimiz bizim Heso’yu geri püskürttükten sonra bu sefer de Orhan’ı başıma musallat ettiler. Allah’tan bu pısırık bi şey çıktı da fazla rahatsızlık vermedi ama en yakın arkadaşı her fırsatta önüme fırlatıp duruyodu çocuğu...ona da acıyodum bi yandan...kendi halinde mazlumdu, bakışları masumdu, gözlerinden kötülük okunmuyodu iyi birine benziyodu.
bir gün dersteyiz...yan sınıfın da dersi boş geçiyor...bizim de matematik dersimiz...Nurdan hocaydı adını yanlış hatırlamıyosam kadın fazlasıyla disiplinli ve otoriter biriydi zaten...derimizin altından bi tüy yere düşse sesi duyulur o derece kuzuların sessizliğine gömülmüş herkes...
gerizekalı bunlar ya! hele bak ya! gel de kafayı üşütme! serseriler çıkmış kapının önünde tiyatro gösterisi yapıyorlar:
"Meraaaaal! Orhan seni seviyooooor! duyduk duymadık demeyin! Orhan Meral’e deliler gibi aşıııık! Meraaaal! dışarı çıksana cici kızzz!"
cibilliyetsiz Orhan’ın da kılı kıpırdamıyor pes yani! sanki beyefendiyi uzaydaki başka bi galaksiden numunelik almışlar yanına...kırıla kırıla naz ediyo bi de sersem! sanırsın ki ben külhanbeyi bıçkın bir erkeğim o da çiçeği burnunda taptaze körpecik bi kız! maskara edip maymuna çevirdiler beni yaa!
bi gün teneffüs zili çaldı tuvalete gittim baktım arkamda kıyamet kopuyo...aman Allah’ım bi de ne görim! Orhan’ı dört beş kişi yaka paça tutmuşlar zorla kızlar tuvaletine sokmaya çalışıyorlar. Yazık çocuk ellerinde perperişan! bi yandan da o cılız vücuduna herküles gibi asılıp ’lan manyak mısınız bıraksanıza beni!’ deyip direniyor bunlara...harbiden o bi tane piskopat arkadaşı vardı bize yapmadığını bırakmadı puşt!..
bütün bu hengãmeler olurken bizim Hesso da anca tespih sallayıp dursun kapıda!..böyle havanı alırsın sonra işte...
...
okulun son günü...herkes grup halinde toplanmış gezi planları yapıyor...bi yanda Hasan, bi yandan Orhan...bi yanda Cem...bi yanda da abimin arkadaşı olduğunu söyleyen geveze bi tip geldi benimle konuşuyor...anlatıyo da anlatıyo sonunda abimin numarasını istedi ben de başımdan savmak için hiç düşünmeden verdim evin numarasını...o zamanlar cep telefonu falan yok tabi...sonra bi baktım Orhan’la konuşuyor...eyvah! dedim ayvayı yedin kızım!..
nasıl oluyosa Hasan bi fırsatını bulup yanıma geliyor..."biz çamlıca’ya gitcez sen de gelsene bizimle!" diyor...pardon da siz kaç kişisiniz? lan gerizekalı! son günü mü bekler insan! aşkımızdan çöllerde sürünmediğimiz bi kalmış sen bu son günde mi çıkma teklif ediyosun bana?
yine de gönlüme söz geçiremiyorum...çok belli etmesem de ayaklarım yerden kesilmiş havada uçuyorum resmen...bana kalsa koşa koşa gidicam da yanımda Dilo var ona ne hesap vereceğim?
-Dilo kııız!
"hıııı?"
-Çamlıca’ya gidek mi?
"napcaz kız Çamlıca’da"
-hiiiiç! hava güzel kız hadi gel biraz gezip tadını çıkaralım!
"olmaz benim eve gitmem lazım çok işim var"
-hadi beee! kırma beni! kırk yılın başı bi şey istedim senden!
"mero olmaz! evi temizliycam bugün!"
-günler çuvala mı girdi? bugün de temizlemeyiver canım!
"hayır dedim olmaz!"
-vay arkadaş! ulan ne ruhsuz bi kızmışsın sen! dört gözle yolunu beklediğim adam ayağıma kadar gelmiş, ’gel gidelim buralardan!’ demiş, aksi gibi senin de ananın aklına tam bugün; eline tozlu bi çalı süpürgesiyle yanına da bi şişe çamaşır suyunu üstüne boca edip kafa bulacağın mikroplu bi kovayı tutuşturmak gelmiş öyle mi? vur bacım vur! sen de vur anasını satim! bu şansıma tükürim! kozmikteki herkes sevgimize karşı mıdır nedir anlamadım ki!
"ne saçmalıyosun yaa! git başımdan!"
-amaaan! gelmezsen gelme be! sana mı yalvarıcam! evde kalmış kız kurusundan ne farkın var ki senin? yürü git kız asabımı bozma! bir an evvel git de evin nostaljik duvarlarıyla beraber assolistliğe soyunup kurtlarını dök rahatlarsın! bakarsın ufkun açılır! içini kemirip duran kocamış kurtların ve bakire bitlerinle sana ömür boyu mutluluklar diliyorum canım! hadi baaaay!
"hasta mıdır nedir? tövbe tövbe!"
"n’ooldu geliyo musun?"
...
...
telefon çalıyor yine...bu sefer de konuşmazsa basacağım küfürü! yeter be! bi sapığımız eksikti!
-efendim? alo...alo...alooo!
"Meral...Meral sen misin?"
-evet benim siz kimsiniz?
"benim Orhan!"
YORUMLAR
Biz sanırım 90 ile 2000 arası gençleri hiç bir zamana ait değildik kral pop şarkıların , iyi dostlukların masum aşkların taze gençleriydik. Yazıyı ayrı yorumları ayrı muhabbetle okudum.
İlk okulda folklor ekibindeydim oyunda eşim olan çocuk utancından ölürdü. Meğer aşıkmış. Abi ben de oğlan bozmasıyım. Futbol oynuyorum. Savaş oyunları tertipliyorum texsas tommix dilimde.
Bu beni takıma alıyor sırf onlarla oynayayım diye. Yıllar sonra jeton düştü. Benim bu konuda hep öyle. Geç kalıyorum maalesef.
ben de anımı anlatayım dedim :)))
Gule
sınıfın oğlanlarıyla basket, futbol çok oynardık Dilo'yla...
teşekkürler eşlik ettiğiniz için...
Amatör herifler, hiçbir şey bilmiyorlar:) Biz böyle miydik ya?
Onları amatörlükleriyle başbaşa bırakıp, anlatmayalı çok oldu bir ortaokul anısı daha anlatayım. Yine bir gün ortaokul yılları; lise yeni bitmiş, askere gitmeme çok var, fabrikanın birinde güya tornacı olarak çalışıyorum. (Ne iş varsa yapıyoruz) Fabrika evimize yürüyerek yarım saat uzaklıkta. Hergün yürüyerek gidip geliyorum. Bir akşam yine sallana sallana işten dönerken, karşıma 25 yaşlarında üç kişi çıktı.
"Kardeşim, bakar mısın bir dakika?"
Baktım.
Önce biri dedi, "O kızdan uzak dur." Sonra diğeri, "Uzak dur kızdan."
Düşündüm biraz. Ulan hangi kız. Fabrikada fotokopici kızlar olsa, postabaşı ne zaman fotokopiye gitsin biri diye seslense, bizim liseden iki lavuk, "Ben, ben" diye kavga ediyor. Ben uzaktan gülüyorum. Sordum.
"Hangi kızdan?"
Dediler, "O kızdan."
Sonunda, "Tamam ya" dedim, "dururuz." Yoluma devam ederken bir ses duydum.
"Oyarız ha!"
Eve geldim. Ciddi ciddi düşündüm bu konuyu. Haftasonu geçti. Hafta ortası yine aynı yerde üçlüden biri.
"Kızdan uzak duruyorsun di mi?"
"Duruyorum."
İlerleyen günlerde üçlüden ikisi bir kez daha karşıladı beni. Uzaklık kontrolü yapıyorlar. Duruyor musun? Hiç şüpheniz olmasın, sivrisinek bile yaklaştırmıyorum yanıma.
Çok geçmedi. Bir akşam işten dönüyorum. Bu üçlünün beni karşıladıkları yerde, bağırış çağırış kavga var. Yaklaştım biraz. Bir grup genç üçlüden birini almışlar ortalarına, pata küte dövüyorlar. Daha fazla da yaklaşmadım. Yan yola saptım hemen. Kavga mavga seyirci olarak bile hiç işim olmaz. Uzak durmak lazım.
Gule
ay oli alemsin...sen çok yaşa e mi:)))
Aşkların bozulmadığı o günler
beklemenin bile şiir tadında olduğu
İsimleri Aylin, Zehra, Ayşe, Elif, Gülcan, Ayten olan o mahalle kızları...
ve bakışların mektuplar yazdığı o kral günler...
Yalnızlık icat edilmemişti henüz
ihanet bulaşmamıştı kalplere
evinin önünde volta attığım kızın penceresinin perdesi biraz kımıldadığında
yanımdaki arkadaşa "bak bizi gördü" deyip de mutluluktan uçmak...
bütün bunlar bir romanın önsözü kadar güzeldi...
Oysa şimdi
Yitik bir çağın çocukları olmak düştü insanlara
anısız ve uçurum tadında yaşayan...
Çookça sevgiler ve selamlar bırakıyorum yüreğine Gule...
Gule
teşekkürler can...kalp kalbe karşıdır, o güzel yüreğine ben de çokça sevgiler, selamlar gönderiyorum...
Not: Değerli Yazının Şiirini 2018 DE yazmışız;))
saygıyla...
EY KUTSAL AŞK
Ay ışığında uyanırdık erkenden
Çıkılırdı yola mahmur gözler sarhoş
Titrer yerinden sökülürdü kalp
Günaydın sesiyle kurşun yemişçe
Sendelerdi güz yanığı yüzler
Göz göze gelişler vurgun yeri
Ballı bir ok!
Kim yanacaktı ilk kıvılcım ateşinden
Dermansız sızı masum aşklarla
Ayakların hafifliğinde zelzele
Küllenirken kor kor içten beden
Beyhude çırpınış, telaşların
Tutuklu dillerin can çıkmaz hali.
Bu engin bereketsiz kıraç toprakların
Özlemi’ midir, nedir! Beni kendine çeken?
Sarı yapraklı defterlerimde depreşir hala
Gamzesinden incileri dökülür gülüşlerin
Bakışlarının ışıltısıyla yeşerir toprak
Ey masumiyetin aşkı papatyalar.
Ayrılıkların acısını meftunca çekerken
Bilinmezdi ki Mevla’m ne verecek
Dilekler tutulur kalpten beklenirken
Derinlikli denklemler aşkla çözülecek
Yollar aşka erecek.
Ey kutsal aşk!
Beni sevdalara saldıran, yorduransın
Karşında ne kadar da güçsüz, acizim
Sonsuzluğu arzularcasına zehrinden tek
İçerim bal niyetine diye sunulan.
Müslüm BAYRAM
Gule
tabi böyle şiirleri okuyunca da kendimi ruhsuz buluyorum, sanki bütün hislerimi almışlar da yerine bi tuğla örmüşler...
imreniyorum tabi ve saygı duyuyorum; sevgisini ve hislerini koruyanlara, taptaze çiçek gibi yüreğinde taşıyanlara...
tekrar teşekkürler...
Bir şeyi istemek, elde etmek kolaydır, Zor olan gerçekten SEVMEKTİR. Gerçek sevgi ve aşk için sağlam İRADE, VİCDANA ve RUHA sahip olmanız gerekir. Aksi halde kendinizi kandırmaktan öte bir şey elde edemezsiniz.
Kıymetli yazarımızın kalemi doğallığıyla sermiş tüm yaşanılanları duygusal derinliklerine kadar.
Masumiyeti kim bozmuşsa o kadar günahkarız demek ki;))
TBERİKLER
NİCE SAYGILARIMLA
Gule
bir ilişkide aşkı kalıcı bi kavram olarak görmüyorum...aşk ilk etapta çekilen bi karın ağrısı, geçici bi süreliğine duyulan heyecandır sadece...sevgi daha kalıcı, daha vicdanlı ve daha merhametlidir..
teşekkürler...saygılar Müslüm Bey...
Lise bitti, üniversite sınavına giderken yine komşunun oğlu Bahadır'ı gördüm sabah sabah. ''Zaten heyecandan, sınav stresi yüzünden kalbim boğazımı sıkıyor. Şimdi bu çocukla karşılaşmanın sırası mıydı?'' Dedim, içimden. Çok güzel bakıyordu. Şortunu giyip spora giderken perdenin arkasından bakıp bir kez daha hayran kalırdım ona. Bir erkekte bu kadar düzgün bacak yapısı olması şaşırtıcı gelirdi. ''ulan benim bacaklarımdan güzeldi bacakları!'' Neyse uzu lafın kısası Bahadır da çok havalı görünmesine rağmen senin Hasan gibi utangaçtı. Uzaktan uzağa bakışır dururduk. Sınav sonuçları açıklandıktan bir süre sonra yine onu gördüm. Mahalle bakkalının önünde karşılaştık. ''Nereyi kazandın?'' dedi. Böyle elim ayağım boşaldı sandım. Neden bilmiyorum tek bir soru ile sadece sıradan bir soru ile ayağım yerden kesilmişti. Birbirimizin yüzüne bile bakamıyorduk heyecandan ve utanmaktan. Geveleyerek '' Ege Üniversitesi'' dedim. ''Sen?'' diye sordum cesaretimin son hamlesini de kullanarak. O sadece başını yere eğdi ve ''benimki iki yıllık'' dedi...
O zamanlar kariyere, gidilen okula, mesleğe falan çok önem veriyordum. Etiketlerin insan vasıflarını güçlendiren bişey olduğunu sanıyordum. Bahadır da bu sebeple ortalamamın altında kaldı. O zamanlar gerçekten çok aptalmışım.
Sevgilerimle...
Gule
ama yeri gelir görünüşüne aldanıp konuştuğun çok yakışıklı veya güzel biriyle aranda uçurumlar olduğunu görürsün...ilişki sürekliliğini korumaz bi süre sonra ister istemez uzaklaşırsın ama kalp ve ruh güzelliği on numara olan en çirkin insana bile kolaylıkla aşık olabilir ve tapabilir bi insan...
sevgiler canım...teşekkürler...
Eminim okuyan herkes, okul yıllarına doğru şöööyle bir gitti geldi:)
Ne masum aşklarmış onlar meğer! Kimsenin, kimsenin duygularıyla oynamadığı, umutlarını, hayallerini yıkmadığı, kandırmadığı...
Senin anılarını okumak çok keyifli Gule. O içten ve doğal anlatımından kaynaklanıyor kesinlikle bu! Okuyor gibi değil de, bir fincan kahveyle karşına oturmuş dinliyor gibi hissediyorum kendimi...
Orhan’ın azmini takdir etmedim dersem yalan olur:) ama en çok akıbetini merak ediyorum, telefon konuşmasının devamını:)
Daha sık yaz lütfen, özletme!
Sevgilerimle çok...
Gule
verdiğim telefon numarasından ötürü her ne kadar biraz tedirgin olduysam da Orhan'ın bir sene boyunca bana tek kelime dahi edipte yenemediği bu utangaçlığını, çekingenliğini bir çırpıda üstünden atıp beni arayabileceğine hiç ihtimal vermemiştim.
çok şaşırmıştım, çok afallamıştım verdiğim tepki yalnızca ahizeyi yüzüne kapatmak olmuştu...anlık bi tepkiydi benimki...biraz korkmuştum 'ya sürekli arayıp rahatsız ederse beni?'...oysa öyle biri değildi o...bir daha da hiç aramadı zaten...
sonra üzülmüştüm ama...en azından konuşmasına, derdini anlatmasına izin verebilirdim...daha anlayışlı olabilirdim...tabi evde sıkı yönetim olunca içinden geldiği gibi düşünüp hareket edemiyosun haliyle...
Bir gün erkekli kızlı okul çıkışı durağa yürüyoruz arkadaşlarla babama yakalandım...Fate diyor 'meral baban karşıdan bize doğru geliyor!' ben 'hani? hani? nerde?' diyorum...o korkuyla babamı göremedim, burun buruna gelince anca farkettim babamı:)))
-kızım sen git bakim bi eve sonra görüşürüz nasılsa!:))
öyle terbiye etmişler bizi...ortada da hiçbir şey yok halbu ki! hani bi suçumuz, ayıbımız olsa eyvallah diyeceğim:))
neyse birkaç hikaye daha çıkar aslında ama üşeniyorum yazmaya...
çok teşekkürler Eflatun hep güzellik katıyosun buraya...
çokça sevgiler yolluyorum...
ah gule, neler geldi geçti aklımdan: okul koridorları, kapı önü gevezelikler, gizli kaçak bakışmalar, kalbimiz yerinden çıkacakmışçasına yaşadığımız heyecanlar ve elbet o zamanların ve yaşların masumiyeti…
hep yaz sen… illa yakalıyorsun bir yerden bizi, gafil avlayıp bırakıyorsun geçmişin bir yerinde.
❤
Gule
sevgi diyorum evrensel olmalı...gittiği her yere mutluluğu bulaştırmalı...
çokça sevgiler gönderiyorum canım ve çok teşekkür ediyorum❣🤗
Gule ne güldüm ya..
Okuyan herkes bi okul yıllarına gidip gelmiştir. Bence bu yazının altı bugün okul aşkı anılarıyla dolup taşacak hissediyorum. :)
Aklıma gelmişken yazayım madem.
İlkokul 4.sinifa giderken ben, 1.siniftaki bir çocuk sürekli yanıma gelirdi...yavrum ya çiçek bulsa çiçek, bulamazsa defter kağıtlarına çiçek çizer tenefuslerde mutlaka bulurdu beni. Abla da demezdi ama.. o yaşlarda çocukların hayranlıkları olur ya hani, onunki de öyle bir şeydi. Adı Alicandı. Çok tatlı bir çocuktu. Ben çok sevdiğimden olsa gerek, annesine ben bu kıza aşık oldum derdi sürekli. Kardeşi dogacakti, illa da benim adımı koymak istemişti kardeşine. Ben adımı değişmek istiyorum oysa, babannemin adı 🙄 yok daha neler. Annesi baya havalı bir isim koymuştu. Benim adımı napsaydilar 🙂
Sonra orta okuldayken de 5. Sınıfa giden Erdi, her okul çıkışı okul yolu boyunca yanımda yürür, sabahları yollarda bulduğu çiçeklerden toplar getirirdi bana. Ben hep güleç bir çocuktum, hâlâ da öyleyimdir de, demekki benim yumuşacık kalbimi hissederdi afacanlar. Bende severdim onları, leblebi tozu felan alırdım :) birde helikopterli şekerlerden :)
İsabella tarafından 23.9.2021 07:01:58 zamanında düzenlenmiştir.
Gule
Okulda meral diye bir kız vardı. Utangaç, hımbıl, platonik aşkların prensi bir öğrenciydim. Uzun zaman bu Buket oldu, sonra Esra, sonra da Gülay. Aralarında tek açılıp, pamuk gibi ret cevabını aldığım Gülay'ındı. İyi de olmuştu ama unutmak zor olmuştu. Ta ki ileride eşi olacak çocuğun benimle yerli yersiz tartışmalarının sebebini fark edene kadar. Gülay'a olan hoşlantı öyle ki sınıfın yarısına denk gelecek onun arkadaşı grubuyla da tamamen bağımı bitirmeme sebep olmuştu. Zaten beni pek sevmezlerdi.
Her neyse, Meral diyordum. Bir gün sınıfın son dakikaları olsa gerek ya da başı önemli değil, ona baktım birden. Aklımdan hiçbir şey de geçmiyordu, yalnızca kara, maral gibi gözleri hoşuma gidiyordu. Ben bakarken herhalde benim baktığımı fark edip yüzünü çevirir ya da kombine şekilde yüzünde 'ne bakıyorsun be şapşal' manasını okurdum. Ben baktıkça bakıyor, gözlerimi kırpmadan odaklanmıştım, tıpkı onun gibi. Sonra adaşım biriyle çıkmaya başladı. İyide gidiyorlardı, evlenirler hatta diyordum. Bizim oğlan Hollanda'da görse üç sene, sığ kafalıydı. Meral daha batılı, o yaşına göre, o maral gözlerine göre modern duruyordu oğlanın yanında. Sonuçta uzun uzun baktığım kız, en yakın arkadaşlarımdan biriyle iki yıl çıkmıştı.
Neyse, çakmağın gazı bitti de ara verip doldurup geldim şimdi. Bana şimdilerde 'sen bakma kimseye' diyorlar. 'Neden' diyorum, 'çünkü yiyecek gibi bakıyorsun' diyorlar. Alakası yok, arada kaç metre var, hepsi astigmat yüzünden. Göz bebeğim şekilden şekile giriyorsa benim suçum ne?
Yazdığın metnin komik bir tarafı varsa da ben ilgilenmiyorum. Acıyla besleniyor muyum? Yo yo, buna acı da denmez ama hassasiyet diyelim. Geçen birine 'hassasiyet üzerine vaaz' veriyordum. Her ne kadar duruşunda kibir de olsa gözlerindeki o kaygan zemin duruyordu kadının. Ona yaptığım ayıp üzerine de vaazım sonlanırken tavrından tiksinsem bile, gözlerindeki korkuyla karışık hassasiyeti görmüştüm.
Hassasiyet diyorum gule, her insanda var; elzem ve mutlak. Yok saymanın bile hassasiyeti var. Her bir şeyin hassasiyeti var. O olmazsa denge şaşıyor. O olmazsa insan kederiyle ölecek kıvama geliyor. Hassasiyet şu değil: varım canım kanım sana feda! Bu olsa olsa budalalık olur ama bir hayır derken bile insanın hassasiyet frekansı açık olmalı. Bazen yalanı güzel kılan bile bu söylediğim hassasiyet.
Kirli yağmur çoktan durdu. Bakışmaların ölü doğduğu mekan ve zamanı yaşıyoruz.
Gule
sevgilerin kurutululup içlerinin boşaltıldığı/ donuklaştığı, robotlaştığı bir zamanda içimizde ufak da olsa bi sevgi kırıntısı kalmışsa hala umut var demektir...
ne iyi ettin de geldin...bak ben sana şimdi yüreğimin güzel kalan bi parçasından sevgiler yollayacağım...
yağmurlu bi gün diyosun umarım buhar olup uçmaz:))
Gule
'her büyük aşk sonunda iyi bir cenaze törenini hak eder'miş'...
çokça sevgiler gönderiyorum canım❣❣❣