Bir Yaz Düğünü Gecesi
Efendim, yazın gelmesiyle birlikte evimin çevresinden yükselen mutluluk nidaları nihayet semaya ulaşmış. Elbette semaya çıkıp da bizzat işitmedim bunları. Tek meziyeti okuyup yazmak olan, tıpkı bendeniz gibi, bir başka zavallı köşe yazarının yazdığı köşede okudum. Sadece gazetedeki köşesini değil, bizzat zihninin dört köşesini de dolaştım ve yazmak arzusunda olduğu metnin alt metinlerini de eşeledim, her zamanki gibi. Hatta ilkokul yıllarında kendilerine verilen pano ödevlerinde çiziktirdiği resimli resimsiz bütün kelimeleri yapıştırdığı sınıf köşelerine kadar sürdürdüm bu yolculuğumu. Tabii bunun konumuzla bir alakası yok elbette. Bu pek muhterem şahsına münhasır değerli kişi, yüce gökbilimcilerin (ne oldukları tam kestirilememekle birlikte, bu varlıkların melekler ve şeytanlardan müteşekkil olduğu iddialar arasında) içinde koşuşturduğu ilahi binalardan teşekkül “nasa” adlı araştırma dairesindeki verilere dayanarak semada kayıtlara alınmış bazı bilinmeyen seslerden bahsetmiş yazınında. Tabii bu pek muhterem kıymetli yazarımız fazlasıyla alçakgönüllü bir kişi olacak ki “Kızım sana bilinmeyen diyorum, gelinim sen mutluluk nidaları olarak kavra!” deme acziyetine düşürmemiş kendini. Tabii latifelerimi mazur görmenizi istirham edip asıl yazıma geçme cüretini yüksek müsaadenizle göstermek istiyorum.
Kıymetli okurlar… Geçenlerde yolda yürürken yere atılmış bir düğün davetiyesi gördüm (tabii buna düğüne çağrı da denilebilir elbette… ya da “düğün çağrısı”). Memleketimizde böylesine kutsiyet atfedilmiş örf ve adetlerimizin yere çalınması pek hoşuma gitmedi doğrusu. “Hangi terbiyesiz efendim bunu yere atan” diye haykırmak için ağzımı açacaktım ki davetiyenin üzerinde bulunan kişi isimleri bana pek tanıdık geliverdi birden. Ne yazsa beğenirsiniz sevgili okurlar: “Kültür ile Din/Düğüne Hepiniz Davetlisiniz”. Elbette aranızdan “Atma Atih!” diyen fevri ruhlu atihler çıkacaktır. İnanın bana ben de gözlerime aynen böyle söyledim: “Atma Atih’in gözleri! Görmek istediğin şeyleri görüyorsun yine.” Yok efendim, “meğer rüyaymışlar”a da başvurmayı denemek istiyorum ama ne yalan söyleyeyim, yalan söylemeyi de pek beceremiyorum. Davetiyeyi aldığım yere bırakma gafleti içerisine düştüğüm bedbaht zamanda kartın arka yüzünü görme fırsatına erişmiş bulundum efendim. Bu yüzün teferruat hadisatları ile lebalep dolu olması gerektiğini biliyor olmama karşın yine interesting(mazur görün yabancı dil sevdasıdır efendim), yani enteresan, bir vizyonla(yani vision ‘yerli dil sevdası diyelim bu sefer de efendim’) karşılaştım. Böyle müşahhas ve muhterem bir kartı yere bırakan denaet içerisinde çırpınan yaratıklar bir de telefon numarası nakşetmişler muhteviyatın üzerine. “Bu ne terbiyesizlik, bu ne hadsizliktir!” diyerek cebimde taşımakta bulunduğum C-25 marka cep silahımı çıkararak şarjörünü, yere bıraktığım kartın numaralarıyla doldurdum. Ve elbette herkesin beklediği gibi tetiği çekerek “ATEŞ!” diye haykırdım. Meğer, affınıza sığınıyor ve özürler diliyorum efendim, bana telefonun öteki yakasından seslenen kişi ruspi taciri imiş. Efendim böylesine köklü adetlerimizin aracısı olan bu nezih, bu uhrevi kartları bile böylesi çirkin işlere amel eden utanmazlara neler söylediğimi tahmin dahi edemezsiniz. Çünkü içerisinde fırtınalar kopan yüreğim dışarıya bir meltem dahi vermeye niyetli değildi o gün. Silahıma zerk ettiğim zehirli numaraları birer birer temizlerken semdâr halde tard edilmiş mahzun kartı da olduğu gibi bırakıp yürüyüşüme devam ettim.
Çıkmış olduğum bu müsterih yürüyüşe gölge düşüren hadise yüzünden kararan ruhuma derman olur endişesiyle ve aynı zamanda işlemiş bulunduğum elim günahı içimden çıkarıp atmak için giriş kapısının üzerinde Kasabanın Sesi yazan kilisenin tozlu eşiğini geçtim ve cimri papaz ile biraz hasbihal eyledim. İşlediğim günahın kallavi fücurlardan olduğunu dile getiren cimri papazın zabıt kâtibi, bu günahın vücuttan tam olarak halâs olabilmesi için “kiliseye yardım” adı altında sokaklarda elimde bir karton kutuyla dolaşıp insanların elinin kiri olduğu iddia edilen bazı kâğıt parçalarından toplamamı istirham etti. Eeee! Ne yaptığımı tahmin edebilirsiniz sevgili okurlar. Bir anda doğuştan Müslüman bir birey olduğum cereyan etti havsalamda. Cimri papazın yüzüne “İsa’nın yazınları birçok müellif tarafından tevil edilmiştir aziz peder dedim.” “Hem” dedim, “benim ibadethanem köşe başındaki Bina’a-yı Mukaddestir.” Efendim öyle afili bir çıkış yaptım ki zabıt kâtibi de cimri papaz da busakları(bilinmeyen kelimeleri sarf ederek kültürlü görünme cehdi diyelim pek kıymetli azizlerim bknz. ağız suyu) yerlere kadar sarkarak arkamdan bakakaldılar. İyi yapmamış mıyım sevgili okurum. Çok şükür bugün de dinimize düşman olacak yeni bireylere gebe bıraktım Hristiyan cemiyetini.
Efendim, başta söyleyeceğimi sonda söylemiş olursam(!) bulunduğum elim vaziyet gayetle fena. Çevremden yükselen “erik dalının gevrek olduğu” ikrarları kafamın içinde cirit atıyorlar, zihnime kurulmuş hedef tahtasında da en çok acıyan yere, yani tam on ikiye, isabet ettirmeyi de her defasında beceriyorlar. Oturma odamda tartışan müşahhas bilgi aşıkları ile yapmaya çalıştığım fikir ticaretleri de beni bu ikrarı anlamaktan uzaklaştırıyor. Efendim bu öylesine kuvvetli bir ikrar ki şimdiye kadar gördüğüm erik ağaçlarının dallarına çıkmış bir nev-i beşer görmüş değilim. Ellerin ne dediğini umursamadan tabaklarındaki leziz dana dillerini kaşıklayan bir güruh yansıtıyorum kirli-beyaz duvarıma. Evet efendim, kimsenin ne dediğine aldırmadan sadece dil yiyen bir topluluk… Aynı zamanda Ankaralı olmayan bunca münevver şahsiyetin itinayla Ankaralı ozanların türkülerine itimat etmelerini de derk etmekte zorlandığımı belirtmek istiyorum. Ringo ringo şişelerin erik dalına dizildiği ve yeni evlenen askerlik çağındaki üç numara saç traşlı gençlerin üç atış haklarıyla erik ağacının dalında durulmuş bu şişeleri vurduğu rüyalar, sabah içtiması kabusuna uyandırıyor beni.
Bazen de “Sene olmuş bilmem kaç, hâlâ mı bu vasat ritüeller mon cher” diyen ithal ürünlerin seslerini işitiyorum buzdolabından. Böylesi patavatsız yiyecekleri, mümkünse soğuktan kelime sarf edememeleri adına, derin dondurucularda muhafaza etmek gerektiğini söyleyen birkaç yazın arkadaşım olduğunu da belirtmeliyim söz arasında. Ancak ben ithal ürünlere yerli ve milli muamele yapılması taraftarı olan şahsı muhteremlere esefle bakmak teşebbüsünde bulunuyorum. “Sene olmuş bilmem kaç efendim,” demek istiyorum onlara “hümanizm ne zaman bu ülkede üretilmeye başlayacak.” Öyle ya, ihracatımızı insan sever şahsiyetlerin varlığı ile çözmek çabası yeni değil.
Kimseyi kırmadan ve hiçbir kurumu zan altında bırakmadan ve hiçbir iyi niyetliyi raptetmeden ve hiçbir hırsızı daha fazla darp etmeden sözü bağlayacağım yere geleyim. Düğünler efendim; düğünler anlayamayacağımız, idrak edemeyeceğimiz, fehmedemeyeceğimiz, derk edemeyeceğimiz hele hele istifsara kalkışamayacağımız kadar karmaşık bir felsefedir. Yani düğünler pek iyidir efendim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.