- 645 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
912 – İKİNCİ AY
Onur BİLGE
Sadullah Bey, ardı arkası kesilmeyecekmiş gibi görünen soruları cevaplandırdıktan sonra Allah yolundaki yolculuğu anlatmaya devam etti.
“Bu geçici âlemde Zat Allah’ı, sıfatlar da Resulullah Efendimizi sembolize eder. İkinci ay Efendimizindir. Allah’ın Zatı düşünülemeyeceğinden, O ancak Muhammed aynasından seyredilebilir.
İlk ayda fiilleri Fail’ine vermeyi başaran kul, yolculuğunun bu ayında, sıfatları kabiliyeti derecesinde idrak etmeye çalışır.
Allah, yaratıcıdır. Halk edicidir. Zatını, Tekvinatıyla, yedi subutî sıfatıyla gösterir. Bilindiği gibi sıfatların tam anlamıyla idraki mümkün değildir. Ancak yeteneğine göre yeteri kadar idrak edebildiyse bu ayın ortasında, yani on beşinci gece beratını eline alabilir.
Ay, hilal şeklinde başlar olgunlaşmaya. On dördüncü günün bitiminde en parlak ve en dolgun hale gelir. Zâkir de öyledir. Yolculuğunun Şaban ayında manen o olgunluğa erdiğinde, hak ettiği Beraat Gecesine ulaşır. O gecede af diler ve affedildiğini hissettiğinde içindeki fırtınalar diner. Allah’ın sıfatlarının nuruyla aydınlanan iç dünyası, onu huzur deryasına daldırır.
Artık nefsi itminana kavuşmuştur. Mutmain olmuş bir halde o geceyi ihya eder. Sükûnete ermiş bir halde inen nurların ışıltılarını seyrederken yüzü parlar da parlar.
İnsanın iç dünyası yüzüne ve davranışlarına yansır. O yüz bir defa nurlandı mı bir daha kararmaz. Çünkü Allah, verdiğini almaz!
Allah’ı sevmenin had safhasına varan, O’na âşık olan insanların yüzleri ayın on dördü gibidir. Dolunay gecelerinde mehtabın seyrine doyulmadığı gibi onların yüzlerine bakmaya da doyulmaz. Onlar, Allah’ın izniyle hidayete eren, O’nun sevdiği ve herkese sevdirdiği kişilerden olurlar. Hiç bir şey söylemeseler bile varlıklarıyla, hal ve hareketleriyle tevhidi haykırırlar, hal diliyle insanları Allah’a davet ederler.”
“Müslüman olmak hiç de göründüğü kadar kolay değilmiş!” dedi Işıl.
“Müslüman olmak çok kolay! İnanarak Kelime-i Şahadet getiren Müslüman olur. Zor olan, onun hakkını vererek mümin olabilmektir! Mümin olabilmek için emniyete kavuşmak gerekir. Bu da ancak Allah ve Resülune inanmak, Kur’an’ı Kerim’deki emir ve yasakları tiitizlikle uygulamak suretiyle olur.
Gerçek müminler, Allah anıldığında kalpleri haşyetle titreyerek ürperen, ayetleri dinledikleri ya da okudukları zaman imanlarını artan kişilerdir. Onlar yalnız Allah’a tevekkül ederler. Namazı gerektiği şekilde kılarlar, kendilerine bahşedilen nimetlerden ihtiyaç sahiplerini sebeplendirirler. Onlar, Allah katında derecelendirilirler. Onlar kurtuluşa eren kimselerdir. Cennetle mükâfatlandırılırlar. Orada sayısız tükenmez nimetlere kavuşurlar.
Bunun için de Allah’a ulaşmak amacıyla mânâ âleminde çıktıkları yolculukta bu üç ayın ve içlerindeki kutsal gecelerin hakikâtlerine ererek onları mümkün mertebe ihya etmeleri ve nihayetinde bayram yapmaya hak kazanmaları gerekir.”
“İhya etmek, hayat vermek demek. Onu öğrendim ama burada bahsedilen üç aylar ve içindeki geceleri, aslında yolculuğun başından sonuna doğru her günü ve her geceyi en iyi şekilde nasıl ihya edebileceğimizi tam anlayamadım. Namaz, zekât ve sadaka başta olmak üzere her an zikir ve fikir... Namaz, günde en az beş vakit, tasadduk gerektiğinde, zikir ve fikirse olabildiğince çok, hemen hemen fark edilerek alınan her nefeste... Yani yolculuğun her adımında zikir ve fikir... O halde püf noktası nedir onun?” diye sordu Neşe.
“Daimi zikir ve fikir... Yaratılanlara tefekkürsüz bakmama... Her yerde Allah’ı hatırlama, her şeyde düşünme... Her nefeste korku ve ümitle O’nu yüreğinde hissederek, ürpertilerle zikretme... Kendi aczini bilme, güç ve kuvvet sahibinin yalnız Allah olduğu bilinciyle, O’nu O’nunla zikredebilme... İnsan ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşabilir. Kalp ancak böyle bir zikirle mutmain olabilir. Ancak bu şekilde nefsin zikri, yerini kalbin zikrine bırakabilir. Mutmainlik, sıfat zikriyle tecelli edebilir.”
Konu, sorular geldikçe ve cevaplandıkça açıklığa mı kavuşuyordu, yoksa daha karmaşık bir hal mi alıyordu, belli değildi. Öyle bir deryaya dalmıştık ki hep beraber, nasıl yüzeceğimizi bilemez olmuştuk. Kolay sandığımız zorlukla epey bir boylaşmamız gerekiyordu. Allah, idraki zorluyordu! Oysa biz henüz fiil ve sıfatları işlemiştik. Zat, bir bizi değil, herkesi çaresiz bırakırdı.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 912