- 690 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
YA NASİP!..
Çocukluğumun, hatta çarşının en renkli simalarından biriydi, kendisini ellili yaşlarda tanıdım. Kısadan az uzun, bedeni ince, zayıf, üflesen düşecek gibi emanet duruyordu sanki. Beyaz sima ortasında birbirinden uzak küçük renkli, iki boncuk gibi ışıldayan iki göz hep gülümserdi. Parmakları ince, avuçları küçük, kolları da öyle.
Bedeninin bütün uzuvları birbirini tamamlamıştı. Geniş şalvarı üzerine uzunca bir sako giyerdi. Mintanı yakasız, meşin yeleği sırtından eksik etmezdi. Yazın sıcak günlerinde ceketini çıkarır, ama meşin yeleği hep üzerinde dururdu. Eskimişti. Gece yatarken üzerinden çıkarıyor muydu, bilmem!.. Öyle ki, meşin yelekten pullar döküldüğü halde yine de giymekten vazgeçmiyordu. Giysilerinin içinde kaybolurdu, uzun beyaz sakalı olmazsa yetişkin çocuk sanırdın. Utangaç. Karşısında bir çocuk olsa dahi; çekingen tavırları, yumuşak bir sesle tane tane anlaşılır bir dille, saygıdan kusur etmeden anlatırdı. Konuşurken pembe yanakları kızarır, beyaz sakalı inip kalkardı, Hacivat misali. Kafasında yükseğine uzun çubuklu fesi güneşten solmuştu.
Çarşı esnafı onu “Hacı Boncukçu” olarak biliyordu, çocuklar “Boncukçu Dayı” derdi, ben de öyle. Adını hiç öğrenemedim, halen de bilmiyorum. Mekânı cennet olsun inşallah, canı rahmet istedi belki.
Belediye binasından yukarı üç caminin üçgen yerleşim yerine doğru hafif bir rampa ile çıkılan çarşının yer aldığı kaldırım üzerinde küçük bir dükkânı vardı. Kendisi küçük, dükkân daha küçük.
Lakabı; renkli küçük gözlerinden değil, sattığı boncuklardan kalmıştı. Önceleri sadece “Boncukçu” demişlerdi, hac farizasını yerine getirdikten sonra uzun seneler boyunca “Hacı Boncukçu” olarak anıldı. Kızdığını gören duyan olmamış, konuşurken hafif gülümser; müşteriden para alırken ellerini kuruturmuş gibi ovalayıp dururdu.
Dükkanı küçük olmasına küçük, ama dünyanın boncukları asılıydı duvarlarında. Sabah güneşi tek büyük camdan içeri sızınca dükkanın içi gökkuşağı kesilirdi. Renk cenneti. Göz kamaştıran, billuri çok çeşit renkler. Kutu kutu boncuklar üst üste yığılı duruyordu. Yazmalar, krepler, oya iplikleri, dikiş iplikleri makaraları ayrı bir rafa sıkıştırılmıştı. Kadınların leçeklerini süsleyen boncuklar, genç kızların boyunlarına taktıkları boncuklar, yazma kenarlarına işlenen boncuklar, iplikler, ne ararsan var, elinle koymuş gibi bulursun.
Boncukların yanı sıra yarı aktarlık yapardı. Küçük cam kavanozlar içinde çok çeşit nebatlar yine küçük bir rafa dizilmişti. El kremleri vardı; küçücük metal kutular içinde, genç kızların sevdiği pembe renkli kremler. Çivit boyalar, yün iplikleri boyamak için toz boyalar, dikiş iğneleri, çıtçıtlar, çatal iğneler, her çeşit düğmeler vs. eksik olmazdı küçük dükkanından.
Köylü milleti yün ipliklerin boyasını oradan alırdı. Toz boya kutularını sıra halinde yan yana dizmişti. Kutulardan boya çıkarırken ellerine bulaşırdı, müşteriden para alırken salavat getirir ve beyaz saklını elleriyle sıvarken boyalar sakalına bulaşırdı. Sakalı her gün kırmızı, sarı, mor, yeşil, pembe... çok renkli.
Çocukluğumdan hatırlıyorum; bizim köylerde koç katımı zamanı gelince koçların boynuzlarına renkli iplikler bağlanır, sırtları renk renk boyalarla boyanırdı. Boncukçu Dayının beyaz uzun sakalı öyle renklenirdi ki, katıma giden koçlar gibi, çok renkliydi. Kendisine takılanlara sadece güler geçerdi.
Bilinmedik bir illetten hanımı dünyasını değiştirince uzun zaman masum kaldı, çarşının neşesi yok oldu.
Bir gün nereden geldiyse uzun boylu, irice, aynı yaşlarda bir kadın çarşıda göründü. İri kara gözlü, güneş yanığı yüzü esmer… Çivit leçek örtünmüştü, fistanı basmadan, güllü. Sırtında sarı bir yelek, omuzunda Acem şalı vardı, kaçakçılardan almış olmalı. Ayaklarında bir çift naylon ayakkabı, yeni giydiği belliydi. Alımlı yürüyüşüyle çarşıyı bir baştan öte başa dolaştı. Boncuk satılan dükkanı sordu:
“Şu dükkan.” Dediler.
Boncuklara bakıyor, beğenmeyince bir diğerini, onu da beğenmeyince bir diğeri. Seçmesi uzun zaman aldı. Beğenmemişti. Boncukçu Dayı:
“Haftaya yeni boncuklar gelecek, istersen o vakit gel.”
“Gelemem, köy uzak. İşim gücüm var.” Dedi kadın, başka boncukları inceledi, anlıyor olmalı.
“Almak istediğin boncukların rengini söyle, kocan gelince verelim.” Boncukçu Dayı saf niyetiyle gülümseyerek kadına yardım etmek istemişti. Kadın;
“Kocam yok, sizlere rahmet.” Deyince Hacı Boncukçunun gözleri ışıldadı.
“Allah rahmet etsin. Şey… Bizim hanımda sizlere rahmet, geçen yıl ebede gitti.” Bu sefer kadının gözlerinde bir ışık yandı, söndü.
İkisi de alıcı gözlerle birbirini incelediler, kadın başını eğdi.
“ Ya, mekanı cennet olsun. Şimdi hepten yalnız kalmışsın.”
“Yalnızlık Allah’a yaraşır, kula değil tabi.” Boncukçu Dayının yüzü kendiliğinden kızardı, utanmıştı. Kadın ikircikli olmuştu, adamın boyu ile dükkanı kıyasladı, dükkan ağır geldi.
Ya nasip!...
Çarşı esnafı işkillenmişti, bir kadın her hafta boncuk almaya gelir miydi, görülen şey değil?.. Haftaya bir daha geldi, diğer hafta da ve bir gün Boncukçu Dayının evlilik haberi çarşı esnafı arasında duyuldu. Yeni bir eğlence olduysa da fazla sürmedi. O artık çarşının Damat Hacı Boncukçusuydu.
“Bu kadın, bu adamı… Öteye erken yollar.” Dediler.
12 eylül 2021
Mehmet AKIN
YORUMLAR
...her hafta boncuk almaya gelinir miydi?
En son geldiğinde bir daha gitmedi. Boncukçu dayıyla evlenmişti çünkü.
Boncuk güzelliğinde, boncuk renkliliğinde bir bir yazı.
Selam ve saygılar Hocam.
Mehmet Burhan AKIN
Her yerde aynı; duyguları, düşünceleri, eğlence bildikleri lafları değişmez.
Hele esnaf olunca,
küçük kürsülere yan yana oturunca,
birer bardak çay içince
değme keyiflerine, laf değirmeni mübarekler nereden bulurlar, nasıl yakıştırırlar bunca olup biteni.
İşte böyle Değerli komutanım, söz konusu insan olunca... yazılmaz mı?
Saygılarımla Efendim.
Boncukçu dayı teyzeyi güzel bağlamışta
ensaf yine sonuna patenti yapıştırmış
“Bu kadın, bu adamı… Öteye erken yollar.” Dediler.
:)
Ne güzel bir yazı
Bizim çocukluğumuz biraz modern yıllara denk geldi.
esnaflık yaptığım zamanlarda güzel bir bayan geçerken yan komşu olan esnaf, abla sen içeri yahu ters ters bakma bana! güzele bakmak sevaptır derdi.
Haci dayı da güzel bakmış ki abla her hafta gelmiş çarşıya :)
Ah nasıl güzelmiş sizin çocukluk hikayenizden olan bu bölüm
Sanki kale çarşısı içerisinde gibi canlandırdım okurken
Keyfliydi okumak
Kaleminize sağlık olsun
Mehmet Burhan AKIN
Kale çarsı neyse, bu çarı da aynıdır. Tümünün gözleri keskin, kulakları deliktir. Karşıdan gelenin ayak seslerinden alıcı mı, yabancı mı ya da alımlı bir kadın mı, anında anlarlar. Lafları hazırdır, illa ki bir yakıştırmaları vardır, bir kulpunu bulmadan edemezler.
Şu son cümle.
“Bu kadın, bu adamı… Öteye erken yollar.”
Tamamı o esnaflara aittir, böyle dediler... Esnaflarımız her ilde birbirinin aynısıdır, çarşılarımızın genel kültürüdür, değişmez. Böyle gelmiş yüzyıllardan beri... halen öyle midir, bilmiyorum?
Değerli kalemlerden hep değerli yorumlar okuruz.
Saygılarımla Efendim.
O boncuk dükkanında olmak istedim. O kadar güzel anlattınız ki, belki de çok basit ve karışık bir yerdir. Ama gözümde resmettigim kareler hayranlık derecesinde.
Saygılar Mehmet hocam.
Mehmet Burhan AKIN
Oya iplikleriyle, renkli boncuklarıyla kadınlarımızın, kızlarımızın işlemeleri, süslemeleri göz nuru emekleri ... inci gibi yan yana dizilmiş sanırsın, çivit leçekler rengiyle bir hoş leylaktır kokar.
Tüm şehirlerimizde illa ki vardır bir çarsı geçmişi günümüze bağlayan ahenkler, orada olmak var işte...
Değerli kalemlerden hep değerli yorumlar okuruz.
Saygılarımla Efendim.