- 634 Okunma
- 2 Yorum
- 7 Beğeni
Zarif "sürgün"
Benzi solmuş tren garında akşamdan kalma bir soğuk vardı. Keskin bir ayazın yüzü yaladığı, örtüsünü sırtına çekmiş uykulu bir sabahın ilk demleriydi. Tren bacalarından anaç bir sarılmayla özlem gideren dumanları gördükçe gözlerin bir top patlaması gibi açıldığı yerdeydi saçları sesli.
Son bir ayını nasıl geçirdiyse güne öyle başlamıştı. Elinde Zarif’in mektuplarıyla peşine düşmek istemiş fakat askerler cephe bölgesine sivillerin giremeyeceğini ifade edip engel olmuşlardı. O gün bu gündür tren garını arşınlayıp Zarif’in dönmesini bekledi.
Bekledi bekledi...
Bekledi.
Ama Zarif dönmedi. Dönmediği her gün saçları seslinin direnci arttı. Özlemi tütsüledi. Sevdası güçlendi. Ruhu diril dikçe dirildi.
Ancak bedeni her geçen gün yıpranıyordu. Zarif’in yokluğu tırpan gibi kesiyor ve acıyla yoğrulmuş günlere bir yenisini ekliyordu. Tren garından tuttuğu pansiyona dönerken içli içli ağlar ekmek yemez su içmez odasına girer bir köşeye kıvrılırdı. Uykusu gelene kadar Zarif’i düşler gecenin ilerleyen saatlerine doğru uyuyup kalırdı.
Sabahın ilk ışıklarıyla bir olup kışın tahtında kar tanesinin iktidar olduğu bir mevsimde üstüne serpiştirilmiş hüzünle kristal bir yalnızlığı sırtlayarak ismini haykırmaya gidiyordu saçlar sesli.
Bir yandan tir tir titrerken sağa sola bakınıp duruyor karşıdan gelecek bir siluete gıpta ediyordu. Omzuna attığı kadifemsi siyah şal ve çizmelerine kadar inen paltosu ayazı durdurabilecek dirençte değildi. Yoğun kar gürültüsüyle başa ederken gözler kısa mesafeyi bile görmekte zorlanıyordu. Ama aldırmaksızın en çetin şartlara her gün yenilenmiş olarak Zarif’i bekliyordu.
Bir aşk sürgündeydi. İçlerinin boşaltıldığı hayalet bir kentti sanki saçları sesli. Zarif’in cepheye gitmek için yola çıktığı ve geri dönmesinin uzun bir süre alabileceğini belki de karşılaştığı her asker ona anlatmıştı. Her gördüğü üniformalıya Zarif’i anlatan saçları sesli ye verdikleri cevap değişmiyordu.
İnce elenmiş sık dokunmuş yıllardan geçiyordu ülke. Dört bir yana açılan cephelere gönderilen binlerce asker, sonu görünmez bir çarpışmaya dahil olmuşlardı. Her gün başka bir haberle duygular değişiyordu. Bir gün kaybedilen canların hüznü, öteki gün elde tutulan toprak parçasının müjdesi...
Deveran ederek devam eden bu yıllarda payına düşeni fazlasıyla alan göçmen bir subayla balkan kızının muharebesi de kavuşma bekleyen bir yol kenarıydı şimdilerde...
Ama satırları kaplayan kelimeler kadar kolay bir buluşma öngöremeyen bir dönemden geçiyorlardı.
Yine saatlerce beklemiş olmanın bitkinliğiyle ayak sürüdü saçları sesli. Askeri birliğe gidiyordu. Günlerce geldiği yere bir kez daha gidecek belki bir haber almanın umuduyla sorularını arka arkaya sıralayacaktı. Muhatap aldığı komutanın acıması ve kızması arasında bir davranışa maruz kalacaktı.
-“Haber var mı?”dedi.
Sesi kısıktı. Soğuktan buhar kusmuştu. Birliğin önündeki nöbetçilere bir soru yönetmiş fakat sağa doğru kafasını bükerek Allahım sabır tepkisiyle karşılaşmıştı. Umursamadı saçları sesli. Sakince birliğe doğru yürüdü. Nöbetçiler ses etmedi. Acınası biraz da sinirlenmiş bakışlar arasında kıvrılıp karargaha girdi. Onu karşılayan tıpkı Zarif gibi üniformayla karşıladı.
-“Komutanım haber var mı?”
Komutan başını eğdi. Biraz soluklandı ve kafasını kaldırdı. İki yana çaresizce salladı. Saçları sesli canı sıkılarak başını eğdi. Ne diyebilirdi ki artık. Kederin işlediği gözleriyle yavaşça arkasını döndü. Gönlüne güz düştü. Baharın rayihaları açan yüzünde artık tükenen bir yağmur vardı.
Sonsuz bir düzlükte yürümeyi arzuladı. Korkaklık etmek ve örtmek istedi küflü beklentisinde. Arkasını döndü ve yere çivili gözleriyle yürüdü. Yenilgiyi kabul etmişcesine karamsardı. Acı soluyarak çıktı karargahtan.
Büyük bir sessizlikle yürüdü. Akıp giden karanlıklar gibi yitikti. İrkildi koşarak gelen askerin ayak seslerinden. Kafasını kaldırdı ve baktı. Elinde bir kağıtla koşarak geliyordu bir asker. Yaklaştıkça yüzündeki kaygı belirginleşiyordu. Onu başka bir asker durdurdu. Saçları sesli dikkat kesildi. Yanında olup bitenlere kayıtsız kalamazdı.
“Hayırdır Ahmet Çavuş ne bu telaş” dedi koşan askeri karşılayan üniformalı.
Ahmet soluk soluğa cevapladı. Ter içinde kalmıştı. Boğuk bir sesle
-“Komutanım Sarıkamış’tan haber var” dedi.
-“Durum çok vahim komutanım” dedi elindeki kağıdı komutana uzatırken. Hızlı ve gürültülü bir şekilde solumaya devam ediyordu. Elindeki kağıda bakan komutan, şaşkın ve yıkılmış olarak elini ağzına götürdü. Avaz avaz bağıracakmış hissiyle kendini durdurmak istiyordu.
Saçları seslinin yüreği güm güm etmeye başladı. Bir kuş havalanmıştı artık. Onu kimse durduramazdı. Yorgun bedenine bir heyecan yürüdü. Az ötedeki elindeki kağıda dikkat kesilmiş komutana yöneldi. Bir anda aylarca haber alamamanın hırçınlığıyla iki parmağıyla kağıdı tutup çekti. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Saçları sesli ilk hamle de kağıdı alamadı bir yaprak parçasının kopması gibi kağıdın alt kısmını koparmıştı. Fakat saçlar sesli durmadı ani hareketini yineledi.
-“Ne yapıyorsunuz hanımefendi” tepkisiyle birlikte kağıdı kaptığı bakmaya başladı. Elindeki kağıdı kaptıran komutan tam tepki verecek oldu. Komutanının uyarısıyla durdu. Biraz önce kafasını iki yana sallayan komutan aradan onları izliyordu.
Saçları sesli yüksek kalp atışıyla isimleri okuyordu. Fakat bunların ne olduğunu bilmeden buna kalkıştı. Zarif’in ismini görebilmekti tek umudu.
Gözleri kağıtta hızlı hızlı gezinirken
-“Bu isimler ne” dedi kalbi yerinden çıkacak gibiydi.
Ahmet Çavuşla elindeki kağıdı kaptıran komutan birbirine baktı. Komutan onaylar gibi söylemesini istedi. Ahmet Çavuş yutkundu. Kekeledi. Kızardı ama konuşamadı en sonunda gücünü toplayıp :
-“Sarıkamış’ta ölen askerlerin listesi” dedi.
Saçları sesli hareketsiz ama gözleri seri bir şekilde ağa sola oynayarak sessizce okumaya devam etti. biraz önce görmek istediği ismin liste de çıkmasını istemiyordu.
Okuduğu isimler arasında şimdilik Zarif yoktu. Her isimde biraz daha meraklanıyordu.
Rüzgar esti. Soğuk kükredi. Kopan kağıt parçası uçtu. Ahmet çavuş yere çivilendi. Komutan uzaklara daldı. Bu arada tüm listeyi okuyan saçları sesli son satır da duraksadı.
Kafasını kaldırdı. Listenin sonunda durdu. Kopan kağıt parçasını arar gibi etrafa bakındı. Sonra iri zeytin gözleri ışıltı bir şekilde askerlere döndü.
İsim listesi Ahmet oğlu murat şeklindeydi. Önce baba ismi sonrasında kendi ismiyle devam ederdi.
-“... if” son satırda kopan parçanın eksikliğiyle kağıtta kalan taraftı. ... oğlu Zarif olabilir miydi?
Saçları sesli sendeledi. Askerler omuzladı kadını. Ahmet Çavuş kağıt elinden düşmek üzereyken tuttu. Kağıda baktı. Kafasını kaldırdı ve şaşkındı.
Bu arada kadın iki askerin arasında bayıldı ağzından çıkan son cümleyse;
-“Murat oğlu Zarif olamaaaazz”
YORUMLAR
İnsanın ardında sevinçlerini de hüzünlerini de biriktiren bir kişi bırakması, şu gölgelik diye nitelendirebileceğimiz dünya hayatında hiç de küçümsenecek bir durum değil.
Bu bile gülümsetmeye yetiyor insanı. Yeter ki yürek temiz olsun, ne kadar da tek başına olsa da insan bu hayatta, Ona eşlik eden sevenleri ve sevdikleri olmalı. Ve kıymet bilinmeli. Ve kıymet vermeli.
Yollar farklı yerlere götürür insanı bu gerçek. Lâkin, taşındığın, taşıdığın yine kendindir hep. Kendi kendinin emanetisindir. Bunu sürgün dahi değiştiremez.
Yüreğinden sevgi, etrafından sevdiklerin ve sevenlerin eksik olmasın Zarif oğlu.
Kalemin okura kendini kahraman gibi hissettiriyor. Var olasın...
Az önce şiir yorumda kırmızı uçurtma olmak istedim. Döndüm yazınızı okudum kanatsız melek olmak istedim.
Bir saniye sonraki hayatımız bilmiyoruz aslında.
Acılar ve mutlulukla içinde geçip giden hayatımızda, yaşamın yumuşak dokunuşunu hissederken öyle an geliyor ki okuduğun, gördüğün bir yazıda hüngür hüngür ağlayabiliyorsun.
Saygılarımla,