- 502 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
900 – O/NUR
Onur BİLGE
Sohbetimizin konusu Saffat Suresi idi. Sohbet, belki bize değildi de Define’den kendisineydi. O açıkladı, biz dinledik. Saf saf duranlardan bahsetti. Saf saf dinledik. O arada Sadullah Bey de geldi:
“Benim öğretmenim de olur musun?” diye sordu dedeye. Gerçek bir tevazuyla değil de meydan okurcasınaydı. Dede bozuntuya vermedi.
“Kaç anlamlı?” diye sordu, o değillikten...
“Milyar kere milyar veya tek anlamlı...” diye kaçamak bir cevap geldi karşıdan.
“Milyar kere milyar taneye işaret var en başta...” diye yıktı duvarı Define. Örmek ötekine kaldı.
“Mikro âlemden makro aleme kadar... Zaten iç içe... Mündemiç... Alak veya alaka... İkra!” diye başa gitti ilkten.
“Sadece Samanyolu Galaksisi’nde en az yüz milyar gezegen varmış.” dedi Orçun, çokluktan bahsedilince.
“Kaç galaksi var?”
“Milyarlarca galaksi vardır, Sadullah Amca. Belki de de daha fazla... Akıl alacak gibi değil! Göz bile zerresini alabildiği halde görülen dahi akıllara zarar!..”
“Bir karadelik kıısa sürede canlarına okuyor ama! En küçüğünü bulduğun anda en büyüğe ulaşmak ne büyük saadet! Hicret namütenahi... Rahmet, hepsiyle birlikte... Ezelden ebede maddenin yoktan var edilişinde ve bir halden bir hale dönüşümünde hep mevlit var. Nerede rahmet, orada Muhammed Aleyhisselam...” dedi Sadullah Bey.
“Tarihi nereye koymalı?” dedi Define. “Gerçekten de: “Allah evvela benim nurumu yarattı!” demişse, Kandil kaç milyar sene önce yandı kim bilir!”
“Ne bitip tükenmez enerji ki hâlâ yanıyor ve benim gibi aptallar da Arabistan çöllerine takılıp kalıyor azizim. O/Nur da bir gün sönecek. Yalnız Allah kalacak.”
“Asla sönmeyecek O/Nur!”
“O/Nur!.. Bir yer var ki orada yalnız kendisinin olmasını istiyor. "Her şey helak olacak, yalnız Allah kalacak!" Bu ayetten anlaşılan, O’nun dışında kim varsa şirk tuzağı demektir!”
“Sonra tekrar kesret...”
“Yani haşir neşir... Devam mı? Olum, ölüm...”
“Hay ve Mümit sıfatlarının tecellileri...”
“Fark, cem... Cem fark... Enfüs afak... Afak enfüs gibi mi? Hay ve Mümit esmalarının dışındaki esmanın da birbirine sirayeti var mıdır?”
“Var tabi hepsi birbirine bağlı... Zincir zincir... Halka halka... İç içe... Uç uca... Yan yana...”
“Esmalar ortadan kalkarsa geriye ne kalır?”
“Hiç...”
“Allah hiç mi!..”
“Sıfatlarıyla var! Her şeyden fazla, en çok ve gerçek tek var! O’nun dışındakiler muvakkaten var. Aslolan O! Diğerleri gölgeden ibaret...”
“Yoksa bilinmezlikte mi?”
“Bilmek istemeyene göre bilinmezlikte... Varlığını ve sıfatlarını açıkça bildiriyor. Bildiğimiz kadarı yeter! Beynimiz, idrakimiz kısık... Göz kâinattan ne kadar alabiliyorsa akıl da O/Nur’dan o kadar alabiliyor. Ayarı yapan, sınırı çizen ve koruyan O! Perdeyi çeken de O! Akseden de O!”
“Senin kanaatince yeter! Şimdi durum değişti. “İstidat programı...” dedin ya... Ya da farklı formatlar... Doğru ya... Dışarıdan malzeme almadığına göre, malzemeler kendinden olunca, kullanama kılavuzu da farklı istidatlarla olacak. En büyük hünerlerinden biri de formatların hiç birinin diğerine uymaması... Fakat bir arada ahenk ve denge olması... Saçmalıyorum galiba... Haddim olmayan mikat mahalline varmaktan bile uzakken... Allah’ım beni affet!..”
“Ya?”
“Değil mi! Bugün huysuz ve yaramaz bir çocuktan beter oldum galiba. Sizleri saçmalıklarımla yormayayım, O/Nur’unuzla başbaşa bırakayım!”
“Biz yorulmayız. Yoksa sen mi yoruldun?”
“Yok ama kaygılar geldi. Endişeler yokluyor.”
“Enişteler mi?”
“En dişeler... Oysa tek dişi bile kalmamış ihtiyarın biriyim ben. Aklıma birden ilkinden sonuncuya kadar bütün peygamberler geldi. Bir de terzilerin piri... Tekstil sektörü... Mesleğim... İflasım... Sadullah delidir, tımarhane yeridir. Bulmaca çözmek akıl karıştırmaktan iyidir.”
“Ona da deli dediler. Mecnun, şair... Bir insana “Deli!” denmedikçe iman etmiş sayılmazmış!”
“O, hakmediği halde söylediler. Ben ziyadesiyle hak edenlerdenim! Hem de tescilli... Özellikle şu andaki muhatabı tarafından onu mahcup etmeyelim! Onu mahcup etmek, gülü örseleyip incitmek gibidir. Umreye bari gidebilseydim! Gidenlerin çantalarını taşırdım. Otel masrafım da olmazdı, Hıra dağına gider yatardım.”
“Kâbe’de de yatabilirdin. O ev, en güzel misafirhanedir. Oraya davet edilenler, Allah’ın sevdikleridir. En iyi şekilde ağırlanırlar. Orada ikram kusursuz, sunum Allah’tan ve muazzamdır!”
“Bir gün: “Hazreti Muhammed kaç yerde görünür?” diye sordum. “Belki milyarlarca yerde...” diye geçiştirdin. İnsan sormaz mı “Kaç yerde? Nasıl acaba?” diye? Merak etmez mi hiç? Etmezsin! Neden edesin ki? Ben yine de söyleyeyim.
Enfüste, Afakta, Kesrette ve Vahdette olmak üzere dört yerde görülür. Burada senin saydığın milyarlar, milyar kere miyar üstü milyarlar çıkar. Onun yeterince anlaşılamadığının en büyük nedeni, ona duyulan sevginin güçsüzlüğünden değil, hayalinde aynı oranda gücündendir.
Onu tarihten soyutlayarak tarih öncesi ve tarih sonrası kendi içimizde somut bir anlayış ve şuhutla algılamazsak, ona inancımız bir yerlerden yara alır ve onun hakikatini yeterince kavramamız mümkün olmaz. Ancak onun yaşadığı yerlerde, onun hayaliyle dolaşır, birkaç mekâna odaklanır, onun tarihi hikayeleriyle ağlar sızlarız. Rüyalarda görebilmenin hasretiyle ya da tekrar tekrar görebilme arzusuyla kıvranırız!
Bunlar güzel şeylerdir. Bu duygulara asla saygısızlık edemeyiz. Ancak onun hakikatini bilmek, anlamak, bulmak ve yaşamak daha güzel olmaz mı! Onun için aklımızı işletip, bu dört yerde yaşamakta olan Hazreti Muhammed’i evvelki bilişlerimizden farklı, gönlümüzle daha bir yerli yerinde bilmek ve anlamak özel bir gayret isterse, bunun için gereken emek esirgenir mi!”
“Sana gelen iyilik Allah’tandır ve sana isabet eden kötülükte kendindendir.”
“Hüvel evveli vel ahiri vel zahiri vel batıni...” Yani evveli Hak, ahiri Hak, zahiri Hak, Batını Hak... İşte bu makamda ne evvelinde şirk var ne de ahirinde... Ne zahirinde ne de batınında halkiyet kalmadı. Ancak evvellik, ahirlik, zahirlik, batınlık kalıyor.
İşte Ehlullah arasında meşhur olan, bir kul Hak ile olduğu vakitte kul ile hak mabeyinde fark nedir? Esmadır. Buna kul derler. Hakka ise Vacibul Teala Hak tesmiye olunur. Fakat bu makam itibari ile bu aleme halk nazarı ile bakarsan haktır ve görünen mevcudata halk dersen yine haktır. Çünkü halk esması ile zahir olan odur. Hak dersen o yine haktır. Çünkü halk esması ile zahir olan haktır. Her zerre onunla kaimdir.
“Allahu la İlahe illa Hüvel Hayyül Kayyum...” ayetinde işaret edildiği üzere Allahu Teala halka mabut bil haktır ondan gayrı ibadete müstahak yoktur! Sahibi uluhiyet ancak O’dur. Hayatı daimi sıfatı ile baki ve her esma ve efal onun zatı uluhiyeti ile kaimdir.
Lahut: Evvellik, Allah’ın zatı ile... Nasut; Ahirlik, isimlerle... Nasut Zahirlik, fillerle... Lahut: Batınlık, sıfatlarla... Lahut Celal, batın... Nasut Cemal, zahir... Her şen ve tecelli Nur-u Muhammedi’dir.
Kalan kalmalı, yalan değil… Bir dışarıdan kuşatılanlar var, bir de içeriden… Eğer ikisini kuşatan Âlemleri Kuşatan ise sorun yok! Eğer kuşatılan kuşatırsa, derd-ü bela hazır demek! Bu da çıkar ama acısı fena olur! Şayet her zerreden "Allah’tanım!" narası geliyorsa, baş vermeye değer! Eğer "Ben benim, sen de sensin!" sedası geliyorsa o bedene ve o bedenin sahibi olduğuna inanıyorsa, Mabuduna da, kendine de zulümdür!
Bunlar ilahi değil, ilahlaşmanın, ilahiler aramanın ayyaşlığı… Saf insanlar yutuyorlar, yazık oluyor! Sömürmek her halde, her zaman, herkes için men edilmiştir. Sömürü kötü bir rızktır.
Damlamak, damlatmak gözün işi… Anlamak, anlatmak özün işi… Arifler özden alır, öze verir. Cahiller sözden alır, söze verir.
Öz hakikatin kendisidir. Söz, teferruattan ibarettir. Cüz, küllün aynıdır. Kül, kendini cüzden izhar eder.
Biz bir dil biliriz, O da Rab’cedir! Bir ayet hem muhkem, hem müteşabih olabilir. Kitabın tek yüzü okunurken diğer yüzünü görmemezlikten gelmek şirktir.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 900