- 254 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Pazar Günü Sanatı Düşünürken
Günlerden yine Pazar. Sevimsizlikle sevimlilik arasında gidip gelerek danseden acaip bir gün. Birisi için dinlenmek, diğeri için, Pazartesi gidilecek işi düşünmek! Güzel bir cumartesinin arkasından gelen bu dengesiz gün dengeleri alt üst ederek bırakır kendini akşama …
Kahvemi yudumlarken, bu günkü yazıyı aslında ‘sanata dair’ bir başlıkla yazmak niyetindeydim, ama gün Pazar olduğu için nazar da oldu ve ben de birkaç günlük aşırı terleme ve yorgunlğun da bedenimi terk ederek, olmayan ‘normalleşmeye’ yönelmesi biraz olsun havanın mükemmel güzelliğinin neşesiyle uykusuz bir geceyi geride bırakarak sabah kahvesiyle canlandırmaya çalıştı. Pazar; işte bu, ben, “çelişkilerin günü” olarak betimlerken sanata yöneltti.
Sanat, insanın ya kendi varlığını kendinden atması, ya da başını kendisiyle beraber belaya sokması, coşkunun iradeyle bütünleşerek, duygu, düşünce, beceri, beyin muhayillerini gerçeğe aktarmak için uğraşması, ona kendi dimağında yarattığı tasarılar eşliğinde yön vermesi gücüyle zihinle göze yansıtması gerçeğidir. Sanat, sadece bu mudur? Hayır! Değildir. Çünkü insan kendi gücüyle, ekonomik durumuyla, toplumsal ve feodal baskılarla, dinle bastırılmış içselliğini, elde edemeyeceği varlıkların hepsini imgelerinden ve hayalinin süzgecinden geçirerek kendini var etmek için uğraşması, bu uğraşı yaparken ve icra ederken kendini daha belirgin bir şekilde öne çıkarmasıdır. Bazen bu içsel atak o kadar güçlüdür ki, icra edildiği halde elde edilememesi de gözardı edilemez. Bu elde edemediğimiz duygularımız düşüncelerimiz, rüyalarımız, yontulan bir taş, dizilen tuğlalar, bir çocuğun kumdan yapmış olduğu bir figür, bir resim, bir müzik eseri, …vs hepsi sanatın sayesinde yeryüzünü güzelleştirmek için verilen emekler arasındadır. Tabii ki her zaman sanatta iki akım karşımıza dikilen bir hayat gerçeği de bu tezatlar arasındadır.
Sanat, içerik olarak çok geniş boyutlu bir nosyondur ve bu nosyonun misyonu da bu yüzden o kadar büyüktür. Düzyazıdan, şiire, şiirden müziğe, heykeltıraştan resime, resimden mimariye, mimariden tekniksel dizayinlere kadar verilen her sitilin içinde yer bulan, buna annelik ve babalık eden ana kavram her zaman sanat olmuştur ve sanat olarak kalmaya devam edecektir. Bu düşünceyi biraz daha genişleterek yola devam edersek sanatın, güzel ve görsel sanat olarak açılması yaşamı daha da baharlaştırarak bizi bağrına basması açısından özel konumuyla özelleşmesi olacaktır yürekte. Bunlardan hepimizin icra etmeye çalıştığı, ama çok azımızın başarılı eserler verdiği “edebiyet’ın” yeri ise çok önemli bir konuma sahiptir.
Edebiyat, basit bir bardak su içmek gibi düşünülse de, bazen de “edebiyat yapma” diyerek halk arasında muğlak ve oynak bir şey olarak düşünülmüş olsa da, onun geliştirdiği fikir, düşünce, tarihte oynadığı rol ve yaptığı devrimler asla inkar edilemez. Ve edebiyat, bilim olarak basit bir yansımanın çok üzerinde kendine has özellikleriyle bütün bahçelere gül, bütün kütüphanelere kitap, bütün evlerin raflarına dizilen eserler olarak bize kendi çapında yüksek bir şuur armağan etmeye kendi gerçeğiyle yardım etmektedir. Şiiri, düzyazıyı içinde yaşadığımız dünyaya bir araseçim olarak değilde salt bir konum olarak hayata bağlamak en makul ve mantıklı yoldur sanatı topluma taşımak ve burada yürürken yollardakı çakıllara kadar ayıklayarak ilerlemek adına! Sanatta her akımın müziğin notaları gibi, ince narin, yüreğe dokunan, derin ahenklerle bütünleşmiş, bu bütünlükle bizi okşamış bir takım serbest kuralların düzenidir. Sanat, hayatla kendi arasında vazgeçilmez ve mutlak bir köprü kurmuş, halkta uzak duyrmayan, onun sorunlarını, günlük hayat zorluklarını kendi sessiz pandomisiyle seyirciye yansıtan tiyatrosuyla, operesıyla, balesiyle otomatik olarak baskı kurmadan üzerimize hükmetmesidir. Sözlerin bir aşk bilmecesi gibi özgürlükleri konuşarak, susarak, yazarak, oynayarak, gözetleyerek içine kendi ritimlerini katan, buna rağmen düşünmeyi ve sorgulamayı teşvik eden edebi bir inceliktir. Sanat, sanatçının içinde biriktirdiği ritimleri sanatına katarak düşünmeye teşvik eden, buna rağmen toplumu bir sosyolog gibi gözlemleyerek büyüteç altına alarak, içinde yaşadığı çarpıklıkları olması gereken bir şekilde düşünmesidir. Rastgele bir vezin, bir nesir, bir gazel, bir kaside, ya da Hindistan, Bombey kentine kirli bir sokağın tuvalle, edebi bir yazıyla dile getirilmesi, bir piyanonun tuşlarında sonata dönüşmesi, bir gitarın tellerinde devrim için bizi coşturması, yoksul bir Anadolu köyünün, yoksulluğunun bir şiirle Paris burjuvazisine kadar ulaşması hep sanatın vazgeçilmezi olarak duracaktır önümüzde, çünkü sanat vicdanın bilinçle ifadesinin ta kendisidir.
Sanat, yazınsallığı, görselliği, inceliği, sadeliği ve kendine has, hassas duygularıyla bütün evreni kucaklarken, barışı, hoşgörüyü çoğaltarak, ırkçılığa karşı mükemmel bir duruş sergileyerek dünya dillerinin oratk ifade aracı olarak da büyük bir görevi üstlenmiştir ve üstlenmektedir. Bunların özgürce ifade edilerek söylenebilmesinin, düşünülebilmesinin bütün yollarını kendi içinde barındırır. Bu edebiyatta biraz daha örtülü bir şekilde edildiği halde, resimde direkt bir tuvale yansıyarak Dersim Ovacık’da, Anakara – Haymana’da düven süren, Ağrı-Patnos’da orak biçen bir emekçinin emeğini gözümüze sokarak bize gerçek yaşamı öğretmesidir.
Şuna gönülden inanıyorum ki, her zaman kendini yeni bağlarla içinden çıktığı toplumla bütünleştirerek “sanat toplum içindir” ilkesini asla terketmeyecektir. Sanatın bütün dalları, kendi içinde barındırdığı için, yeni bir bağlama oturtarak, insanın iç boyutlarını yansıtarak verebileceği renkleri ve biçimi, biçimlenmiş bir bedeni (heykeltıraş olarak) düşünce olarak ikinci bir beden olarak vermesi, mimarinin dışında katılıktan hep uzak kalacaktır. Bu vesileyle sanatçılarında dışarıdan sistemin dayattığı zorluklara karşı ayak direyerek dik durması ve bu yoldan sapmaması ona sanatçı hakkını ve ünvanını verme şerefine nail olacaktır. Yer yer de olsa, içinde ki gelgitleri, belirsizlikleri, endişeleri, kişisel korkuları dünyadaki haline dönüştürerek kendi gerçeğiyle bütünleştirecektir. Diğer bir ifadeyle auras’sız, içinde gizli bir tarikatın müridi gibi bir makama, bir ritüele gönüllü olarak hizmet ettiği, hatta onun kölesi olduğu, rüzgara karşı yürüdüğü sağlam bir duruşun ifadesidir sanatçı olmak.
Sanat, insanın içinde danseden, şarkı söyleyen, saz çalan, yüksek sesle şiir okuyan, bale yapan, opera icra eden, piyano çalan, okuyan, düşünen, içinde barındırdığı düşünceleri saydam olarak, kusursuz değilde toplumla ilgili bütün eksiklikleri; ince bir duyarlılıkla, çocuksu bir ruhla, bellegi eğiten bir bakış açısıyla hayatı anlatmaya ve anlamaya yönelik bütün faaliyetlerin toparlandığı bir halkeğitim evi olarak algılanması temennisiyle iyi pazarlar diliyorum herkese.
Saygılar, sürç-i lisan eylediysem affola! Yüreğinizde ki ve beyinizde ki güneşiniz solmasın.
Hasan Hüseyin Arslan - 05.09.2021
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.