- 547 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
898 - SAFİYE
Onur BİLGE
Sadullah Bey bir duvar yıkıyor, onu örmeye çalışıyor, başka yerlerin tahrip edilmesini istemiyordu. Dede ise bir konudan diğerine atlamayı, sık sık söz kesmeyi adet edinmişti. İncitmeden iğnelemekse zaten kanında vardı. Onun için Sadullah Bey yine isyanlardaydı:
“Dini sohbet yapılacağı zaman tek bir ayet ve onu destekleyen tek bir hadis seçilir. Konunun dışına çıkılmaz. Çarşı pazar dolaşır gibi konudan konuya atlanırsa sonuç alınamaz. Çok değil, bir ayet ve hadis... Sindire sindire okunur, açıklanabildiği kadar açıklanır ve sonuç çıkarılır. Yirmi üç senede tamamlanan Kur’an, bir defada harmanlanıp, karma karışık hale getirilerek, dalıyla budağıyla, yaprağıyla çiçeğiyle kısa bir zamana sığdırılamaz!”
“Akrabalarının, arkadaşların sana teklif ettikleri yardımları neden geri çevirdin? Neden kabul etmedin? Borç olarak alsaydın, işlerini yoluna koyduktan sonra yavaş yavaş ödeme yoluna gitseydin. Nedir bu sendeki gurur arkadaşım! İsyana giriyor ama! Dikkat et! “Madem bana fakirlik verdin, ben de hiç bir yardımı kabul etmem! Bana doğrudan vermedin. Rızkımı başkalarının cebine koydun. Onun için yerinde dursun! İstemem, almam!” mı diyorsun yani?
Hani bahsettiğin ayette iffetlerinden dolayı zengin sanılanlar var ya... Başkalarından yardım istemeyenler... Onlara da infak edilmesi tavsiye ediliyor. İsteyemeyene verilmesi emrediliyor. İslam’da sadakayla zekât var da yardımlaşma ve hediyeleşme gibi güzellikler yok mu! İhtiyaç hâsıl olduğunda reddedilirse, kime yardım edilecek? Allah, gururlu fakiri sevmez!”
“Yahu! Ben hayatımdan memnunum. Hiçbir şikayetim yok! Bir şey dedim diye bin pişman etme beni! Kapat bu konuyu! Açma bir daha!”
“Az önce bu konuyla alakalı ayeti sen naklettin. Ben durduk yerden açmadım.”
“İnşallah çalışır çabalar açığı bir şekilde kapatırım. O konuyu, işin yalnız bir yanını anlaman için söyledim. Öteki yanın muhatabı ben değilim.”
“Aklıma takıldı. Çünkü seni mükemmele çok yakın görüyorum. Peygamber Efendimiz de her şeyini dağıttı, senin gibi. Ne mutlu, malı mülkü olmayana!.. Hesabın gayet kolay... Ya Karun kadar zengin olan ne yapacak?”
“Her zaman dua ederim, o fabrika sahiplerine, işçi çalıştıranlara... Allah onlardan razı olsun! Hem benim hesabım da öyle sandığın kadar kolay değil! Günde kaç kez sınavdan geçiyoruz, biliyor musun! Kıskançlık, haset, çekememezlik, o malı ona yakıştıramama, o makamı ona layık görememe... Bunlar bıkıp usanmadan sorulur durur! Bunları hikmet tahtında anlamak ve verenin verişine rıza göstermek kolay mı! Hamdolsun, binlerce şükürler olsun ki hiç kimseye haset edip kıskanmadım ama bu, tuzağa düşmeyeceğim anlamına gelmez. Allah beni gaflete ve tuzaklara düşürmesin! Bana zarar gelse de yola gelmesin!”
“Neden kestin? Devam et! Bir yanını anlattın, diğer yanına hiç değinmedin. Neden sustun?”
“Bilmem! İnandırıcı olamazsam, seni zanda bırakırsam! Bundan korkarım! Aslında birbirimizi iyice anlayabilmek için zamana ihtiyacımız var. Bak! Bana o insanlardan da yapacakları yardımlardan da bahsetme! Ben zaten kıyametin içindeyim! Teşekkür ederim, beni düşünüyorsun ama benim dertlerim bambaşka... Zaten tufandayım! Kabir azabı çekiyorum. Münkir Nekir yakamı bırakmıyor! Hesaba gelmeyen yük altında kahroluyorum ne zamandan beri!”
“Hani razıydın? Şikâyete mi başladın?”
“İşin şeriatı da olacak tabii ki! Aptal değilim! Şeriat olmadan dosdoğru yol ve o yolun sonunda Hakikat olmaz! Yok öyle şamarı yiyince öteki yanağı da uzatmak!”
“Haydi, hem ye hem konuş. Bak, ne güzel çörekler yapmış Duygu!”
“Benim ihtiyacım farklı... Bana zehir lazım, sen bal ikram ediyorsun. İyi niyetlisin ama doktor, zehir içersem iyileşeceğimi söylüyor. "Zehirli şol aşı yemeğe kim gelir" diyor ya Yunus. Öyle bir şey! Ne kadar komik, değil mi? Zaten Yunus da komiklik olsun diye öyle demiş! Haydi sen o kıymetli canını sıkma! Bunlara da kafanı fazla takma!”
“Tarikat zehirli aş... Herkes gelmiyor o aşı yemeye.”
“Tarikat, bir yerden bir başka yere gidilen yol... Yol bitiminde ne var? Azizim, herkes yola gelmiyorsa, işin sonraki kısmına milyonda bir kişi gelir. Peygamber efendimiz tüm bildiklerini uluorta döküp saçıp gitmedi herhalde. O, tebliğini genele, evrensel boyutta yaptı.”
“Her şey akıl sahipleri için...”
“İkinci kısımda, bazı sahabelerine, özellikle de Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ali’ye başka ilimler de bıraktı ama onlar özeldi .O özel ilimler, Resulullah Efendimiz’den sonra günümüze kadar devam etti.
Allah, dilediğine hikmet verir. Kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiş olur. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt almaz ve düşünmez.
Bazılarını hikmetle donattı. Onlara pir dendi, mürşit dendi, şeyh dendi. O günden beri, yüzlerce kola ayrıla ayrıla da olsa devam edip gelmekte...”
“Allah, iyiyi, güzeli ve doğruyu anlatanlardan razı olsun!”
"Öğüt alan ve düşünen temiz akıl sahipleri kimlerdir? Doğru yola giren, istikâmet üzerinde olan, yolu tamamlayıp Safiye makamına gelmiş olanlardır ki onlar ancak Âdem’lik buluyorlar. Âdem Safiyullah denmiyor mu ona!
İşte asıl imtihan! "Biz insanı en şerefli biçimde yarattık, sonra aşağıların aşağısına ref ettik!"
Aşağıların aşağısı, gerçek imtihan yeri! Yol bitti!.. İnsanlardan ve cinlerden milyarlarca öğrencisi olan, saysız varlık, nimet ve külfetiyle dünya denen koca bir sınıftayız. Birinci kıyamet cennetten kovulmayla başlıyor. Sonra felaketler, helakler, Nemrutlar, Firavunlar, Ebu Cehiller, onların orduları ve onlara karşı aşkın orduları... Biter mi bu savaş!.. Kolay mı her saniye çarpışmak!.. Haydi bu günlük yetsin bu kadar!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ- 898