- 403 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HERMEHEDER
HERMEHEDER
Babam vefat etmeden önce elde avuçta ne varsa satıp amcama götürmüş " hem ortak gibi çalışırız hem de işlerini döndür kardeşim " demişti. O dönemlerde haberimiz yokken bankadan kredi çekmiş.Ancak bu kredi ne oldu nereye gitti hiç birimizin haberi olmadı. Hatta babam son dönemlerinde evimizi de satılığa çıkarmıştı. Annem bu duruma çok üzülüyor babama ’’neden böyle yapıyorsun? Biz ne olacağız ?’’diye sorduğunda
’’Kardeşimin işlerine destek olacağım. Ona, iş yerine mal alıp getirmesi için bir de kamyon alacağım. Biz biraz kirada oturur sonra kazancımızla yine bir ev alırız ’’ diyordu.Annem ve bizler çok üzülüyorduk. Ancak biliyorduk ki babam ne yapmak istiyorsa onu yapardı . Bizler asla ona mâni olamazdık.
"Benim kardeşimin dayanağı yok,benden başka destek olacak kimsesi yok "deyip duruyordu. Annem ’’Elimizde kala kala bir ev kaldı. O da giderse biz ne yaparız ’’diye çırpınıyordu. Tansiyonu yükseliyor başı ağrıyordu. Ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Belediye hoparlöründen her gün satlık ev ilânımız duyuluyordu. Hem üzülüyor hem bu duruma düştüğümüz için utanıyordum. Biz o üç göz odada hem abim ve eşi, hem de kalabalık bir nüfus zar zor barınıyorduk.
Ancak babam hastalığına ve iş yüküne yenik düşerek bu dünyadan ayrıldı ne yazık ki!
Belediye hoparlöründen önce babamın vefat ilânı duyuldu. Ardından evimizin satılık ilânı duyuldu. Annem hemen abim ile dayımı belediyeye gönderdi. " Çabuk kaldırtın şu ilânı. Benim satılacak evim yok. Çabuk gidin"dedi.
Hısım akrabaların çoğu baş sağlığı için kimi bir koç kucaklayıp getiriyor kimi çuvalla şeker, pirinç, siniler dolusu baklava, lahmacun yaptırıp getiriyorlardı.
Babamın o kadar çok sevip sayanı varmış ki, kırkı çıkıncaya kadar gelen gidenle ve babamın ardından yapılan tevhid çekme, mevlit yemeği ,kırk semseği gibi şeyler ile o kırk günü geçirdik. Acı dolu günlerdi. Öyle sanıyordum. Oysa beterin beteri varmış. Yaşayıp daha neler görecektik?
Bir gün postacı eve bankadan bir uyarı mektubu getirdi. Babam kredi çekmiş ve ödeme günü geçmişti. Hepimiz şaşırdık. Böyle bir borçtan kimsenin haberi yoktu. Babam ne yapmıştı bu kadar parayı? Annem bir iki yakınımıza haber gönderdi. Ama kimse "tamam ben kullandım bu parayı "deyip kabullenmedi .
"Satın evinizdeki buzdolabını, halıyı gerekirse evinizi satın " diye bize haber geldi.
Darbe üstüne darbe alıyorduk. Babam kırk gün önce değil esas bugün ölmüştü. Annem ağladı biz ağladık. Hiç dayanamıyordum annemin ağlamasına. Ama çaresizlik boynumuzu bükmüştü. O gün çaresizlikten ağlıyorduk. "Eyvâh !Ne olacak bizim hâlimiz " diyorduk. O gece annem"hele gelin yavrum oturuñ şeyle. Bir hâl çaresi buluruk helbet. Bazıları beni çaresiz bırakıp bir kocaya varmamı isdorlar. Evimizi sattırıp elimizden alıcılar. Siziñ de kimiñizi yuvaya kiminizi kocaya, kimiñizi de azap gibi kullanmaya hazırlanorlar. Şimdi benim kararım gece gündüz çalışıcık. Benim sözlerime kulak vereciñiz benimle birlikte çalışıcıñız. Yoksa hermeheder oluruz" dedi.
Yüreğime bir bıçak saplandı sanki. Ben ki anneme kıyamıyordum. Oysa o "arslanlar gibi çalışıp kemiğimizi kimseye kemirtmeyelim" diyordu. "Oy benim kara yazılı anam, oy benim can kardaşlarım"
Biz o anda annemin sözleri ile derin uykudan uyandık . Çalışacaktık. Annem neredeyse biz orada olmalıydık.
Mesut"ben zaten amcamın yanında çalışıyorum "dedi.
Hasan kardeşim daha onbir yaşındaydı. Nasıl ırgat olabilirdi ki? Emine bacım daha iki yaşında var yok...
Annem o arada güvendiği bir kaç yakınımızdan borç para istedi. "Bankanın faizi borcun üstüne binmesin .Çalışır öderik "dedi.
Ben,umutsuz gözlerle bu süreci izliyordum. "Allah’ım biz nasıl bir batağa çekildik böyle? Sen yardımcımız ol’’ diye Allah’a yalvarıyordum. Banka borcunu bir kaç eş dosttan alınan borç para ile tamamlayıp kapattık.
Bu süreçte Meryem nenem bizi hiç yalnız bırakmadı.
Meryem nenem
’’ Geceleri gelip bizim çiftlikte tavuk kesiminde hepiniz çalışıñ’’dedi.
Gündüz sıcakta tavuk kesimi zor olurdu. Anormal sıcak oluyordu. Tavuklar bozulmasın diye gece kesimi yapıyorlardı.
Yatsı ezanından sonra gidiyor sabah ezanı işi bitiriyorduk. Çiftlik ile evimizin arası iki kilometre rahat vardı. Evimizden çıktıktan sonra mutlaka cezaevinin yanından geçmemiz gerekiyordu. Biz cezaevinin önünden gecmeyelim askerler bizi görmesin diye Cibilârş deresinin içinden geçiyor Resul Osman dağına doğru yürüyorduk .Yine de askerler bizi o karanlıkta fark edip tüfeklerinin ağzına mermiyi yerleştiriyorlardı. Köpekler havlamaya başlıyordu. Annem bize"korkmayın YAVRUM !" diyordu.
Sonra askerlere "kardaşım biz yukarda tavuk çiftliğine çalışmaya gidoruk" diyordu.
Onlar projektörlerini bize doğru tutunca halimizi görüp "tamam"diyorlardı.Iki günde bir kesime bu şekilde gidiyorduk.
Nuray ile ben tavukları yakalayıp tavuk kesim çemberine baş aşağı yerleştiriyorduk. Çember dedigim şey , üzerinde tavukların boynunun sığacağı kadar belki biraz geniş halkaları olan demirden bir çemberdi. Biz yerleştiriyor koşup yeniden yakalayıp getiriyorduk. Veysel dayım onları bir bıçak yardımıyla kesiyordu. Diğer dayım kesilen tavukları annemle neneme atıyor. Onlar kaynar suya batırıp çıkarıyor ve tüylerini yoluyorlardı. Biz boş kaldıkça gidip temizlenmiş tavukların içini boşaltıyorduk. Tavuğun iç organları bile satılıyordu. Neyse ki bize her kesimde biraz tavuk ciğeri bazen de küçük bir ferik olursa veriyorlardı.
İlk günlerde oradan gelir gelmez hemen uyuyorduk. "Annem böyle olmaz çocuklar. Gündüzde çalışmalıyız. " demeye başladı. Dayımdan borç para aldığımız için ona borç karşılığı çalışmaya gidiyorduk.
Annem ne derse "olur tamam anne" diyorduk. Evde nasılsa gelinimiz Gülay vardı. Kendi çocuğu ile birlikte Emine bacıma da bakıyordu. O da ev işleri yaparak bize yardımcı oluyordu.
Sabah ezanı çiftlikten gelir gelmez bu kez komşularda kimin bağı bahçesinde işi varsa gitmeye başladık. Ilk günlerde cok zorlandık ama direndik. Çalışmalıydık. Akşam ezanı ile yatsı arası uyuyorduk.
Kimseye avuç acmamak için, borçlarımızı ödemek için buna ihtiyacımız vardı.
Komşumuz olan Reşit Koca çok zengin biriydi. Üzüm bağları, zeytin tarlaları, küncü tarlası vs. İş yapabileceğimiz epey bağı bahçesi vardı. Bazen yeşil cemselerine"jeep" biner giderdik,bazen de at arabasına biner ayaklarımızı sallaya sallaya giderdik. At arabasına binmek hoşuma giderdi.Uykumuz az ise tarlaya varasıya uyurduk. Sumak çalılarına Gebere çiçeklerine baka baka gitmeyi çok severdim. Kuşların cıvıldaşması ruhumda eksik kalan müziğin ritmini tamamlıyordu. Eksiktik. Eksik kalmıştık. Nasıl tamamlanırdık bilmiyordum. Reşit dayıgil orada yemek verirlerdi. Hamide kâri hemen bir ocak kurar üstüne bir kara kazan koyar. Zeytinyağını soğanı kavurur üstüne domates biber bunları ateşte öldürünce bulgurunu koyar suyunu dökerdi. Bugün ne yiyeceğiz acaba derdimiz olmazdı. Ya patates közler salata yapar ya da orada yine kızartma yapardı.
Bin tiyekten fazla üzüm bağları vardı. Ilk günümde üzüm keserken karşılaştığım bir yılan öyle gözümü korkutmuştu ki bir daha tiyeklere sokulamadım. Ben zembilci oldum. Üzümleri kesip doldurdukları koca zembilleri başıma koyuyorlar ben götürüp traktöre aktarıp geliyordum. Hatta çok ağır bir zembili başıma koyduklarında birden boynumun içine çöktüğünü bir damarımın basınçtan ağrıdığını hissettim. Gözüm kararmıştı. Sendeledim. Düşecektim neredeyse yalpalıyordum. Annemin,"iyi misin" dediğini duydum.
Hayır iyi değildim ama başarmalıydım. Allah’ım yardım et deyip ilk adımımı attım. Gözlerim kapalı yürüyordum. Başarmalıydım. Başaracaktım. Boynumda bir damar o günlerin hatırası olarak bugün bile hâlâ ağrır.. Traktöre nasıl vardım, o zembili römorka nasıl boşalttım bilmiyorum. Olağanüstü çaba sarfetmistim. Boş zembili elime alıp dönerken biraz nefeslendim. Annem beni izliyordu .Onun benim için üzülmesini hiç istemiyordum. Toparladım kendimi. Yeniden işe döndüm. Çalışmak bizim kaderimizdi. Çalışacaktık. Çalıştık. Hem de daha nice yerlerde..
Gururla alın teriyle çalıştık.
Nereden nereye geldiğimizi nerelerde nasıl çalıştığımızı hep yazacağım. Kalın sağlıcakla...
KARDELEN(Ayrıkotu)
03.09.2021
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.