- 663 Okunma
- 3 Yorum
- 5 Beğeni
897 - ACELE ETME
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
Dede: “Bugün hep birlikte Virane’yi dip bucak temizledik. Ter içinde kaldık ama içimize sindi!” dedi Define. Yine araları limoniydi. Sadullah Bey siteme ve sızlanmaya başladı:
“Kirli adama temizlik abes geliyor. Ben her gün havayı kirletiyorum. Artık nefes almak bile ağır geliyor. Dünyayı sevmiyorum. Dünyadakileri de... Bu dünyadakilerin sevilmeyeceği anlamında değil... Olabildiğince bıkkınlıktan... Çok yoruldum! Bütün kemiklerim, hücrelerim sızlıyor!”
“Tomur tomur tomurcuklarını seversin! Torunlarını... Eşini seversin, oğlunu kızını... Hemşerilerini, arkadaşlarını... Yalan söyleme yahu! Çok fazla sevmekten sızlıyordur kemiklerin değil de kalbin... Sevgi dolu bir adamsın sen."
“Ben ne diyorum, sen ne diyorsun azizim! Tamam! Her zamanki gibi haklısın! Varsa daha da ötesi... Aslında insanlardan ne dost, ne de arkadaş olur! Onlar, gerçeklerin idrakine varamayan şüpheci yaratıklar! Lütfen daha daha fazla yorma beni! Kimseyi üzmek istemiyorum."
"Ben de buradaki arkadaşlarımız da seni seviyoruz. Sana dostuz. Hakkında kötü hiçbir şey düşünmüyoruz. Aksine hep iyiliğinden bahsediyoruz. Ne oldu sana böyle? Bu sabah sol tarafından mı kalktın?"
"Hakkımda ne düşündüğünü merak etmiyorum. Başkalarının da ne düşündüğünü merak etmiyorum. Dünya umurumda değil! Kimseyle paylaşacak bir şeyim yok. Paylaşacak kimsem de yok. Bu her zaman böyleydi, bu gün de böyle! Kahrım kendime, çile benim, dert benim! Cümle âlem mutlu olsun, kıskanmam! Herkesin bir değeri bine çıksın, bana gam değil! Beni çok az tanıdın, o da yanlış tanıdın. Kimseyi ikna etmek için uğraşmıyorum. Nasıl olsa kanaatleri kesin, ön yargılar değişmiyor. Anlamak risklidir. Kimse riske girmez! Haklılar! Haklısınız! İnsan olanları görür, duyar, konuşuruz. Fakat insanda olanları bilemeyiz. Kim bilirse bedeli ağır olur. Bir insan için en ağır yük, dost yüküdür. Bunun için insan kolay kolay dost bulamaz. Tabii ki bunlar zahir anlamda... Acıyı iç çeker. Derde iç katlanır. Arzular içeride mahkûm... İçeri cehennem! Zebaniler başında... Eller bağlı, ayaklarda pranga, gözler oyuk oyuk, kulaklara kurşun akıtılmış. Yüreğin titreyişini, o yüreği taşıyan bilir. Ciğerin yanışını, beyindeki kelepçenin sızını...
Bunlar paylaşılmaz, anlatılamaz, sadece yaşanır, bir bilenle baş başa... Çok samimi söylüyorum, sizler Allah’ın güzel kullarısınız. Herkes öyle... Eğer bir insan yalnızlığı ölümüne yaşıyorsa, onun insan olmadığındandır. Sermayesi tükenmiş zavallının, pazarda işi yoktur. Kazara pazara çıktıysa, oradaki artıkları toplamak içindir. Saçmalıyor sanma!”
“Tevazu! Alçak gönüllülüğün bu kadarı da fazla! Bugün bu ne kahır! Bu ne sitem! Arada sana sataşmasam olmaz. Sen de bana yapıyorsun aynı şeyi... Biraz farklılık vardır arada sadece.”
“Tevazu ne? Alçak gönüllülük ne? Kahır ne? Sitem var! Yalın duyguların tortusu... O kadar da olmasın mı!
Belki bu tür şeylerden bahsetmemeliydim. Fakat ısrarlı isnatlar, bir nebze de olsa anlatmamı gerektirdi. Bağışla! Bir daha da olmaz! Olmamalı da... Hiç kimse çilesini başka biri için çekmiyor. Herkesin yükü kendinden kendine... Kimi, neden, nasıl suçlayabiliriz ki?”
“Ben de kendimi Virane’ye hapsettim. Gördüğün gibi hapis hayatı yaşıyorum burada ama nerede ve nasıl olursak olalım, hayatı güzelleştirmek elimizde... Yeter ki etrafımızda kafa dengi dostlarımız olsun! Her şey paylaşınca, paylaştıkça güzel!”
“Rabbim seni bu mahpushaneden, Yusuf güzelliğiyle sultan eylesin! Kollarım öylesine kısaldı ki kimseye uzanacak takati kalmadı, hayır dua dilemekten başka... Rabbim, dünyada da ahirette de güzellikler ihsan eylesin! Çabalarının karşılığını, arzularının en hayırlısını lûtfeylesin! İkram ve inam eylesin! Elini attığın her işte seni muvaffak etsin!"
"Öyle bir tablo çizdin ki öldün, yargılandın ve cehenneme sevk ediliyormuşsun gibi... Kur’an’ın sonundaki ayetleri okuyormuşum gibi oldum! Onları okumak kolay değil, bilirsin! Cennetle ilgili olanlar ne kadar huzur ve mutluluk vericiyse onlar da inadına o denli dehşet uyandırıyor insanda! Onlarda o kadar korkunç tasvirler var ki hatırıma geldiğinde kendime geliyorum! Keşke hep o halde kalsam da günaha girmemek için azami gayret sarf ederek yaşasam!"
“Bende de haşyet uyandırıyor o ayetler. Belki de o nedenle içe dönmek, hatta ölüp gitmek istiyorum! En çok kalp kırmaktan korkuyorum. Kul hakkından... Onun için özellikle son günlerde hiç kimseyi kırmamaya özen gösteriyorum. Bu gün her şeye çok daha farklı bir gözle bakmaya çalıştım. Becerebilir miyim bilmiyorum. Fakat bu gayretimi sürdüreceğimi sanıyorum. Biliyorum kolay olmayacak ama çalışmam ve başarmam lazım. Alınmanı gerektirecek hiç bir şey yok. Mesele sen değilsin.”
“Neden açık konuşmuyorsun? Kat kat katlanmış çarşaf gibisin. Düğüm üstüne düğüm vurulmuş bohça gibi... Yapma Allah aşkına sır küpü! Şifreli kasa... Kabre çakıldığında karakutunu nereden bulacağız, sırrını çözmek için?”
“Bugün onu da düşündüm. Ben öldükten sonra sırlarımın hiç bir önemi kalmayacak ki! Silinir giderim yeryüzünden. Sırlarım da silinir gider. En büyük arzum, cenazemin beş veya sekiz kişiyle kaldırılması... Uzun zamandır istediğim bu! Vasiyet ediyorum. Yerine getirilir mi bilmiyorum. Nasip kısmet meselesi o da her şey gibi. Eğer uygularlarsa ne güzel olur! Hatta yine bugün: “Öleceğim zamanı bilebilsem!” dedim kendi kendime. “O gün bu şehri terk etsem! Kimliğim bilinmese! Kimsesizler mezarlığına konsam! Adım sanım da yazılmasa mezar taşıma! Başımda taşım dahi olmasa!” Mümkün olur mu bilmiyorum.”
“Hani ölmeden önce ölmüştün? Kimliğin varmış demek ki hâlâ! Yok edememişsin benliğini. Ceset derdine mi düştün? Yoksa hâlâ egon bar bar bağırmakta mı? Memleketinden çok uzakta da olmasan gurbettesin, unutma! Eskişehir’de olsaydın, yer yerinden oynardı belki de Bursa’da kim tanır seni, kim bilir beni! Hani önemli olan ölmek ya da öldükten sonra cesedimize ne olacağı değildi? Hani ölmeden önce ölmekti önemli olan? Hem sen neden acele ediyorsun ki? Ne kadar acele edersen et, ecele söz geçiremezsin! O, gelmesi emredildiği andan önce de sonra da gelmez. Şu anda geri sayımda... Gün gün, saat saat, saniye saniye, salise salise yaklaşmakta... Allah gecinden versin! Ölümün de hayırlısını nasip etsin! Hem ben anlayamadım ne istediğini. Kimsesizler, kadavra olarak kullanılıyorlar fakültelerde. Et ve kemik yığını halinde torbalara doldurulularak defnediliyorlar. “Tenim ortaya saçıla...” mı diyorsun? Bunu çok mu istiyorsun? Yoksa “Dünyada yeteri kadar ilgilenilmedi benimle. Bari öldükten sonra ince ince ilgilensinler bedenimle!” mi diyorsun? Acele etme arkadaşım! Sakin ol be bekle! Zaten gidiyorsun. Saniye saniye, salise salise gidiyorsun! Gidiyoruz hep birlikte... İstesek de istemezsek de...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 897